AKP dönemi sanatı üzerine: Liyakatsız yandaşın 'sanat' gösterisi

Son dönemde kent meydanlarındaki 'heykeller' yeniden tartışma konusu olurken, 'AKP dönemi sanatı' sade bir komedi unsurundan ibaret değil.

Fırat Arapoğlu

Kamusal sanat, postmodernitenin bir gerçekliği olarak yaşamlarımıza dahil oldu ve onun şehir planlamasında “geometrik” düzene karşı tepkisi, zamana değil, mekana ayrıcalık kazandırmaktan ibaretti. Bu mekanın olumlanması, ilerici kazanımların sembolize edilmesi ve yaygınlaştırılmasının yerine, ilgili coğrafyaların üretimlerini gösteren kitsch heykelleri olmuştur - aslında bunlara maket demek daha doğru olacak.

Şehir planlama ve mimarlık alanında, iletişim araçlarının, mimarlıktaki malzeme dağarcığının ve kapitalist ekonominin gelişmesiyle, 19. Yüzyıl sonlarından itibaren yeni bir döneme girilmiş ve eskiye geri dönmek imkansızlaşmıştı. Kitsch’in tanımını biraz bu nokta üzerinden düşünmek iyi olacaktır. Örneğin Türkiye ölçeğinde günümüzün muhafazakar estetik arzusu, mimari alanda şehir içerisinde “eski-mahalle kültürünü” kurmayı vaat eder, ama bu vaat kırmızı renk karın yağma ihtimali kadar bir olasılığı içerisinde barındırır. Zira unutulan şey, tarihsel anlayışın göz ardı edilemeyeceğidir. Bundan dolayı hem yeni teknolojiyi hem de eskinin yeniden-yapılandırılmasını içeren bir önerme, ancak “gösteri” formunda olabilir. Gösteriyse bir kalıcı kültür oluşumuna değil, ancak “performatif”, geçici sunuma dayalı olur – Ve gösteri liyakatsiz yandaşlar tarafından imal edilir.

'Süsler, geçmişin izlerini silmek için kullanılır'

Kamusal alanda yeniden-yapılanma stratejisi içerisinde karşılaşılan kamusal kent maketleri, “göz kamaştırıcı”! güzellikleriyle Türkiye’de şehirlerin dört bir yanına dikilmektedir. Sanata nadiren göz kırpan bu uygulamaların mesajı açıktır: Sanatçının(!) hizmetinde olduğu yeni sınıfsal yapılanmayla birlikte bir k dönüşüm yaşanmaktadır ve şehrin yeni yüzünü göstermek için “süslemelere” – sanat yapıtlarına değil! – ihtiyaç vardır. Zira süsler, geçmişin izlerini silmek için kullanılır.

Şehir planlamanın çevreyi dönüştürme gereksiniminin ardında, varolan popülasyonun yerinden-edilmesi stratejisi bulunur. Projelerle birlikte tarihi değerler alaşağı edilirken –aslında yok edilen özgün mahalle kültürüdür-, binalarda yeni oturmaya başlayanlar eski mahalle kültürüyle hiç de alakası olmayan bir yaşamı sürdürmeye başlarlar. Bu doğanın, yeşilin yok edilerek, içinde yaratılan yapay kır düzenlemesiyle satışa sunulan sitelerdeki oksimoronik uygulamalara benzer. Yeni orta sınıf, şehrin periferisindeki sitelerden şehrin merkezine geri dönmüştür. Ama bu döndükleri şehir, bir sinema platosu gibidir. Yapıların sadece cepheleri ayaktadır. Mantıki olarak eskiye öykünen bina cephelerinin içindeki evler, yüksek teknolojiye uyumludur. Yani bir “sahtelik” söz konusudur. Bu binalarda oturan yeni orta sınıf, kendisini sanki kuşaklar boyunca orada oturuyormuş gibi hissetmelidir. Bu sahteliğin içerisinde kamusal sanatın ifade türlerinden birisi, ancak, doğabilir: Kitsch.

Heykellerin yedi ortak özelliği

Kitsch, bir propaganda gibi boşlukta kendisini sürekli tekrar etmektedir. Bu ister bir semaver maketi, ister bir karpuz maketi ya da baklavacı figürü olsun. Bu maketlerdeki belirli unsurlar rahatlıkla tespit edilebilir: Eklektizm, egzotizm ve mimetik sanat. Polyester döküm maketlerin hemen hepsi, kitsch kamusal sanatın mükemmel örnekleridir. Ortak özellikleri olarak şunları sayabiliriz:

  1. Hepsi eklektiktir. Tüm üslupları kabul ederler.
  2. Hemen hepsi tüketim mallarıdır, anlaşılması ve sindirilmesi kolaydır.
  3. Sahtelerdir. Bu “güzel”(!) çalışmalardaki tüm formlarda hiçbir sanatçı izi ve malzeme izi yoktur. Amaçlanan sadece hizmet etmeleridir.
  4. Maketin üretiminde bağışçıların isimleri kullanılarak, Ankara’ya her şey yolunda ve desteğe ihtiyacımız var mesajı iletilir. Şehirde her şey yolundadır, adaletsizlik, ırkçılık, şiddet yoktur.
  5. İyimser bir havanın olduğu bir tür dinamizm mesajı vermektedir.
  6. Popülizm vurgusu içermektedir.
  7. Rant odaklıdır. Büyük paraların ödendiği maket projelerinde, üretim maliyeti düşüktür. Aradaki farkın kimlere gittiği, projenin asıl anlamı olabilir.

Bu maketlerin hiçbirisinde insanlığın aktüel yaşamına dair işaret yoktur. Şu soru önemli: Yetkililer, bu eserleri(!) sipariş ederken, yerel sanat danışmanları tarafından tavsiye edilen neleri realize etmek istediler? Bana göre, zanaatkarlara bir şey teklif etmektense, kendilerini insanların elinde olabilecek bir şeyden korumaya çalışıyorlardır. Sanırım bu, insanların hayal güçlerinden korkmalarıdır. Bir sanat eserini, insanlığın hayal gücüne bırakmak istemiyorlar. İstemiyorlar, çünkü akılları sıra, halkın hiçbir şeyi hayal etmek zorunda kalmadan, bir işi anlaması gerektiğini düşünüyorlar. Ve kendi ortalama zekalarıyla, şehri kimin yönettiğini kamuya anlatmaya çalışmaktalar.

'Maketler, figüratif, taklitçi bir sanat paradigmasıdır'

Bu çekici kent maketlerinin hiçbiri kendisini izleyicinin hayal gücüne bırakmaz: Her şey gerçektir ve nesneler, aktüel ölçeklerinden daha büyüktür. Büyüklük, kahramanlıkla ilgilidir, kahramanlık öyküsü ise Baklava ve Karpuz (ya da her ne ise) olmaktadır. Kahramanlık, dikkat edilirse, sanayi ya da sporda dahi değildir. Maketler, figüratif, taklitçi bir sanat paradigmasıdır; halk gördüğünü rahatlıkla anlamaktadır. Bu tip maketler tarihsel bir göndermeden yoksundur, ikonik görüntüleri, gönderdiği anlamı gizlemektedir. Geçmişin geleceğe projekte edilmesi, tarih hakkında düşünmemizi engeller. Bu sözcüğün tam anlamıyla kitsch’dir. Sanat, günlük yaşamı konu edinmenin aksine, onun bir uzantısı olursa, Harold Rosenberg’in zamanında ustaca belirttiği gibi, metaya dönüşür ve kitsch haline gelir.

Fırat Arapoğlu sanat tarihçisi, eleştirmen ve bağımsız küratör olarak çalışmaktadır. Kendisi Altınbaş Üniversitesi’nde İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyal Bilimler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yürütüyor.