Opera dinlemek isteyenler için düzenlediğim aşağıdaki besteci ve operaları ile ilgili bilgiler, 1998 tarihinde yayınlanan ve operayı tarihsel bir çizgide ele alan bir radyo programımın metinlerinden derlenmiştir. Operaları dinlemek için verilen link sadece örnek amaçlıdır. Dileyen, internet ortamında, o günün ulaşılması mümkün olmayan koşullarından daha fazla bilgi ve birden çok yorum bulabilecektir.
İlk operadan başlayarak farklı ülkelerdeki opera hareketlerine yer verirken; kilise müziklerinin yapıldığı dönemlerden, etekleri yaylı hanımların ve pudralı perukaların takıldığı dönemlere uzandık, saraylarda dinlenen o muhteşem konserlere ve ihtişamlı salonlardaki çağdaş operalara doğru yol aldık. Dizimizin bu bölümünde 18.yy’ın sonlarında müzikte pudralı peruka çağının son bulmasına neden olduğu öne sürülen ve müziğiyle yeni bir çağı haber veren bir besteciye Ludwig Van Beethoven’a Fidelio Operası ile yer vereceğiz.
Dönemin İtalya’daki etkilerini ise Cherubini-Medea Operası ve Gioacchino Antonio Rossini‘nin sevilen operaları ile gözlemleyeceğiz.
Ludwig Van Beethoven ve Fidelio Operası:
16 Aralık 1770’de Bonn’da doğan ve 26 Mart 1827’de Viyana’da ölen Beethoven, Mozart gibi “harika çocuk” sıfatını 8 yaşında verdiği ilk konseriyle hak etmişti. Beethoven, 18.yy’ın ikinci yarısından 19.yy’ın ortalarına kadar süren Viyana Klasikleri Dönemi'nin Haydn ve Mozart’tan sonra anılan üçüncü ismidir. Müzik tarihinde klasik anlayıştan romantizme geçişin sırrının Beethoven’ın notalarında saklı olduğu, belirtilir. Müziğinde Klasik anlayışın izlerini taşıyan Beethoven aynı zamanda romantizme de yer vererek böylece yepyeni bir çağın da habercisidir. Müzik tarihi özellikle: Handel, Bach, Haydn, Mozart ve Beethoven’ın formda kesinlik ve anlamda derinlik açısından müzik sanatına başka bir yön verdiğini ve yepyeni bir amaca yönelişi yarattıklarını kaydeder.
İtalyan sanatının hakimiyetinden kurtularak Alman ve Viyana sanatının özgün motiflerini kurmaya çalışan Beethoven, bu dönemde çağdaşları gibi opera alanında istediği verimi elde edememiş opera tarihine tek opera bırakmıştır. Üç kez şekil bulan operanın üç perde halinde düzenlenmiş ilk versiyonu Viyana’da 20 Kasım 1805 yılında sahnelenmiştir. Eser 1806 yılında iki perdeye indirilmiş haliyle sahnelendirilmiş ancak son şeklini bundan sekiz yıl sonra 1814’de almıştır. Beethoven “Beni çok üzen çocuğum” diye bahsettiği Fidelio operasına dört kez uvertür yazmıştır. Bu üvertürler: Fidelio, diğerleri “Birinci Leonore”, “İkinci Leonore” ve “Üçüncü Leonore” olarak anılır. Yapıtın günümüzdeki sunuluşunda başta “Fidelio”, ikinci perdenin iki sahnesi arasında ise “Üçüncü Leonore” çalınır. Ancak yine de bu uvertürün eserin tam olarak neresinde çalınması gerektiği konusunda müzik çevrelerince kesin bir anlaşmaya varılamamıştır. Fransızca “Ouverture” kelimesinden gelen ve bir müzik biçimi olan uvertür: Açılış, giriş müziği, opera perdesi açılmadan önceki sunuş müziği, müzikli sahne yapıtlarına giriş olarak bestelenen senfonik parçalar olarak, tanımlanabilir. Beethoven’ın Fidelio operası için yazdığı uvertürleri öylesine sanat değeri yüksek parçalardır, dramatik etkileri öylesine güçlüdür ki bazı müzikçilere göre konser eserleri niteliği taşıdıklarından ayrı icra edilmeleri gerekmektedir. Fidelio Operası’nı dinlemeden önce Fidelio Uvertürü ile 3 numaralı Leonore uvertürüne yer verelim.
Beethoven’ın 1803’de orta yaş döneminde yazmaya başladığı Fidelio Operası ne yazık ki bestecinin sağırlık yıllarının da başlangıcına rastlar. Bestecinin bu dönemdeki eserlerini, çenesiyle piyanonun tuşları arasına yerleştirdiği bir çubuk yardımıyla, titreşimlerden yararlanarak yazdığı bilinmektedir. Sağırlığını kabullenemeyen ve yıllarca gizlemeye çalışan Beethoven, hastalığı ortaya çıktığında bile konserler yönetir. Nihayet 1820’de Fidelio Operası'nın bir temsilini yönetmek isteyecek ancak sanatçılar ve orkestranın çaresizliğine dayanamayan tiyatro müdürü temsilin ortasında kendisini şöyle ikaz edecektir:”Beethoven rica ederim devam etmeyin.” Bunun üzerine Beethoven salonu terk edecek ve yaşamı boyunca o anı unutamadığını da günlüğüne kaydedecekti.
1789 Fransız Devrimi'nin etkilerinin görüldüğü Fidelio, bu ruhu taşıması bakımından bir dönüm noktası olarak nitelendirilir. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temalarını işleyen eserin başlangıcı bir Alman komik operası- Singspiel’ı anımsatır. Ancak ortalara doğru klasik bir trajediye dönüşür. Operanın konusu, J.N.Boully’nin “Leonore, ou l’Amour Conjugal” (Leonore; veya Evlilikte Aşk) adlı romanından alınmıştır. Karı-koca sevgisi ve özgürlük temalı bu eseri başka besteciler de eserlerinde kullanmışlardır. Operanın librettosunu Joseph Sonnleithner ve Georg Friedrich Treitschke birkaç kez yazmıştır. 18. yüzyılda Sevil kentinde tutuklu olarak bulunan İspanyol erkek mahkum Florestan ile onun eşi olan Leonore’nin birbirine olan aşkları ve Leonore’nin gizlice Fidelio ismi ile erkek kılığına bürünerek aşkını zindandan kurtarma çabası anlatılmaktadır.
Haksız olarak zindana atılan kocasının peşinden erkek kılığında bir gardiyan olarak zindana girmeyi başaran Leonore, kocasını kurtarmak için her şeyi göze alan fedakâr ve korkusuz bir eştir. Sonunda hak yerini bulur, eser Leonore’nin eşine kavuşması ve Florestan’ın özgür kalmasıyla sona erer.
Beethoven’ın Fidelio Operası'nda orkestraya neredeyse şarkılarla eşit ölçüde sorumluluk vermesi ve çalgısal biçimlere verdiği önemle Mozart operalarının önüne geçtiği, belirtilir.
Maria Luigi Cherubini ve Medea Operası :
Müzik Tarihi, 18.yy’ın sonundan 19.yy’a geçerken yeni bir dönemin de başlangıcını yaşamaktadır: Romantik Dönem. Klasiklerin kurallara dayalı müzik anlayışına ek olarak romantizm; içsel dünyaya ya da gerçek ötesine yöneliş şeklinde kendini gösterir. Sanatçıda yaratıcılığı, bireyselliği, biçimsel özgürlüğü ön plana çıkaran bu akım yeniçağı: 19.yy’ı da etkisi altına almıştır. Aslında kimi müzikçilere göre; Klasik Dönem'e imzasını atan Haydn, Mozart, Beethoven gibi çağdaşlar müzik biçimlerini öylesine yerli yerine oturtmuşlardır ki onlardan sonra gelenler biçimsel kaygıları bir kenara bırakmış, yalnızca duygu ve düşüncelerini dile getirmeye özenmişlerdir.
İtalya’da romantik-opera sanatı deyince ilk akla gelen isimlerin başında Maria Luigi Cherubini gelir. 14 Eylül 1760’da Floransa’da doğan besteci ilk müzik derslerini babasından almıştır. 18 yaşına geldiğinde dönemin en büyük kontrpuan öğretmeni Sarti ile çalışma şansı bulması bestecinin Fransız müziğinde de kimlik edinmesinde önemli bir neden olmuştur. Her ne kadar Cherubini, ilk operalarında İtalyan ve Alman tarzının etkisinde kalsa da sonraki çalışmalarıyla Fransız operasının ağır ve ciddi üslubunu yaratmıştır. Bir armoni ve kontrpuan ustası olarak bilinen Cherubini’nin operalarında solo sesler yerine, koro ve orkestrayı ön plana çıkarması, operaya yeni bir anlam kazandırmıştır. Opera tarihine 29 opera bırakan bestecinin Medea Operası konusunu Grek mitolojisinden alır ve ilk kez 13 Mart 1797 yılında sahnelenmiştir.
Eserin librettosunu François-Benoit Hoffman hazırlamıştır.
Gioacchino Antonio Rossini :Tancredi Operası, Cezayir’de Bir İtalyan Kızı Operası, Kül Kedisi Operası , Sevil Berberi Operası ve Guillaume Tell Operası
İtalya’da romantik opera türünün ilk örneklerini veren bestecilerden biri de Gioacchino Antonio Rossini’dir. 1792–1868 yılları arasında yaşamış olan İtalyan besteci, opera tarihine 40’dan fazla opera bırakmıştır. Bir tiyatro orkestrasında trompet çalan babası ve opera sanatçısı olan annesi sayesinde küçük yaşta değerli hocalardan müzik eğitimi alan Rossini 21 yaşına geldiğinde bestelediği 10 operası vardır. Rossini, biçimden ayrılmaz içgüdüsü ve müzikal kişiliğinin eşsiz gücü sayesinde İtalyan operasına yepyeni bir kimlik kazandırmıştır. Rossini’yi ilk uluslararası üne ulaştıran operası, opera-seria: ciddi-opera türünde yazdığı Tancredi Operası'dır. Voltaire'nin Tancrède oyunundan (1760) alınan hikâye, Fransız Devrimi'nin ideallerini barındırır. Yurtseverlik ve özgürlük idealleri; aile çatışmaları üzerinden duygularını yaşamak için mücadele eden Tancredi ve Amenaide adlı iki genç sevgilinin hikayesi ile aktarılır. Rossini’nin ilk kez 1813 yılında Venedik’de sahnelenen Tancredi Operası'na ve eserden bir aryaya yer verelim: “Oh! Patria!…Di tanti palpiti” (Sevgili güzel ülkem…)
Rossini’nin, 19.yy İtalyan operasında, Tancredi’den sonraki en büyük başarısı L’Italiana in Algeria: Cezayir’de Bir İtalyan Kızı Operası'dır. İlk kez 22 Mayıs1813’de sahnelenen eser konusunu librettist Angelo Anelli ile besteci Luigi Masco’nun beraber yazdığı ve 1803 yılında Milano’da oynanan aynı adlı eserden almıştır. İki perdelik opera-buffa’da(komik opera) olaylar: Karısından kurtulmak isteyen Cezayir Beyi Mustafa’nın uşağı Lindora ile karısını evlendirmek istemesi ve uşağının sevgilisi Isabelle’e aşık olması üzerine gelişir. Ancak Cezayir Beyi Mustafa’nın Isabelle ile evlilik planları yaptığı bir sırada uşak Lindora ve sevgilisi Isabella kaçarlar. Mustafa da karısından kendisini affetmesini ister. Rossini’nin Cezayir’de Bir İtalyan Kızı Operası oynandığı dönemde çok büyük ilgi görmüştür. Esere ve eserin birinci perdesinden İsabella’ın, gözyaşları içinde kaderine kahrederek, aşığı Lindora’yı Mustafa’nın elinden kurtarmak için çabasını haykıran aryasına; “Cruda sorte! Amor tiranno!” :“Acımasız kader! Zalim Aşk!” ve eserin ikinci perdesinden İsabella’nın bu kez Cezayir'deki tutsak İtalyanların bağışlanıp yurtlarına dönmesi için yurtsever duygularını dile getirdiği aryasına yer verelim: “ Pensa alla patria” (Yurdunu düşün!)
Rossini’nin müzikli sahne sanatıyla ilgili çalışmaları 1810’dan 1830’a, 30 yıllık bir dönemde ele alınır. Bestecinin komik operaları 18.yy İtalya’sında sürekli gelişen bu buffa tarzının en başarılı örnekleri olarak gösterilir. Rossini’nin İtalyan ciddi operaları ise, çağdaşları için bir model niteliğindedir. Bestecinin Fransız operaları da Paris müzik dünyasında rekabet yaratmıştır. Rossini çalışmasına başlamadan önce eserini yorumlayacak sanatçılarla anlaşır ve yirmi gün kadar kısa bir süre içinde de tamamlardı. Böylece opera tarihine 40’dan fazla eser bırakmıştır. İtalyan operasına yeni bir kimlik kazandıran ve “İtalyanların Mozartı” diye anılan besteci, ilk çalışmalarının başarı kazanmasının ardından 1815 yılında zamanın ünlü şarkıcılarının çalıştığı Neapolitan Theatres’la bir kontrat imzaladı. Buna göre her sezon için iki opera yazacaktı. Bu kadar kısa sürede beste yapmak Rossini için o kadar da zor olmamıştı çünkü olağanüstü bir doğaçlama yeteneğine sahipti.
Rossini’nin en tanınmış operalarından biri olan Il barbiere di Siviglia: Sevil Berberi ilk kez 20 Şubat 1816 yılında Roma’da sahnelenmiştir. İtalyanca librettosu Cesare Sterbini tarafından hazırlanan eseri Rossini, 10 gün gibi kısa bir sürede bestelemiştir. Sevil Berberi'nin daha önce kaleme alınması nedeniyle Rossini, eserin yeterli ilgi göremeyeceğinden korkuyordu. Oysa ilk temsilde alkışların bir türlü dinmediği eser, müzik tarihine “Rossini Cresendoları” na yer verdiği bir başyapıt olarak geçecektir. Kısa cümlelerin tekrarlandığı, telaffuzun değiştiği ve orkestranın gücünü giderek arttırarak dinamizmi kuvvetlendiren bir tekniktir bu. Ayrıca Rossini Sevil Berberi’nde “Cavatina arya” yani operada kolay, yalın, akılda kalır arya türünü de kullanmıştır.
Rossini’nin operalarının gösterişli, süslü tarzı, bundan sonra yazacağı La Cenerentola Operası'nda yine kendini göstermiştir. Dilimize Kül Kedisi ya da Sindirella olarak geçen eserin librettosunu Jacopo Ferretti, Sindirella masalından esinlenerek yazmıştır. İki perdelik eser ilk kez 1817 yılında Roma’da sahnelenmiştir. Opera sahnelerinde Sevil Berberi kadar çok sahnelenmese de Kül Kedisi, Sevil Berberi Operası'yla kıyaslanacak kadar çok beğenilmektedir.
1810 yılında ilk operasını yazan Rossini'nin 1820‘li yıllarda, gelenekselleşmiş opera anlayışında değişimler olacaktı. Süslü söyleyiş tarzını yapaylıktan kurtarmak için dramatik etkiye ağırlık verilmesi gerektiği üzerinde duracak ve bundan sonraki çalışmalarında buna dikkat edecekti. Eserlerin orkestrasyonunda değişimler yanında koroya da daha çok yer verecekti. Rossini böylece, Buffa (komik opera) türüne zengin ve özgür bir yapı kazandırmış, şarkıya büyük ağırlık vermiş ve solo aryaları azaltarak uzun ve toplu sahneleri geliştirmiştir.
Guillaume Tell Operası bestecinin son operasıdır. Rossini 20 yılda 40’dan çok opera yazmış ve 37 yaşına geldiğinde artık opera yazmamaya karar vermiştir. İlk kez 3 Ağustos 1829’da Paris’de sahnelenen Guillaume Tell, Grand Opera türündedir. Oyuncu kadrosu, sahneleri, dekorları, korosu ve bale sanatçılarıyla görkemli operalar için kullanılan bu tür, en az dört perde olarak düzenlenmektedir. Rossini’nin Fransızlar için bestelediği Guillaume Tell uzunluğu nedeniyle çok eleştirilmiş olsa da opera tarihinde önemli bir yere sahiptir. Konusunu Friedrich Schiller’in Wilhelm Tell adlı lirik dramından alan Guillaume Tell, 14.yy başlarında İsviçre’deki bağımsızlık savaşını ve ok atmadaki becerisiyle ünlenen Tell ile oğlu Jemmy’nin yürekliliğini işlemektedir.