Kentin imgeleri: İnsan Hakları Anıtı

'İnsan Hakları Anıtı tutuklandı. Ve anıt tarihinin en uzun soluklu eylemlerinden birinin de merkez üssü oldu.'

Ebru Kıdıman

Türkiye Cumhuriyeti bir asırlık tarihi boyunca pek çok ironik ve ikonik tutuklamaya şahit oldu. Gazeteciler, akademisyenler, yazarlar, mizahçılar, sanatçılar, on sekizine gelmeden idama gönderilenler ve pek çokları… Ama belki de dünya tarihinde modern hukuka geçiş sonrasının en sıra dışı tutuklamasının -ki bu bir tutuklama içeriği olmasa da hükümetin kendilerini eleştiren herkese göz dağı vermek için yaptığı bir “eylem”di- bir heykelin, Ankara’nın göbeğinde, kent yaşantısına değen herkesin yolunun düştüğü Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı’nın tutuklanması olduğunu dile getirmek hiç de abartılı olmaz sanırım.

Yüksel Caddesi’ndeki yerini 1990 yılında alan heykelin künyesine geçmeden kısa bir açıklamayla heykele ismini veren konu, daha doğrusu sanatçının ilham aldığı başlık hakkında bilgi vermenin ve heykelin neden pek çok toplumsal olayda ikonlaştığına açıklık getirmenin yerinde olacağı fikrindeyim.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilmiş, daha sonrasında resmi gazete aracılığı ile geçerliliği resmileşmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu; insanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkelerin halkları arasında, bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla, tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder. Otuz temel madde ile insanca yaşama olanaklarını, eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarının dili, dini ırkı ne olursa olsun herkes için geçerli olduğunu çok gecikmeli de olsa tüm dünyaya duyurmuştur.

                                           İnsan Hakları Anıtı, Metin Yurdanur, 1990

Metin Yurdanur’un 1990 yılında Çankaya Belediyesine armağan ettiği bronz döküm tekniği ile gerçekleştirilen heykeli “İnsan Hakları Beyannamesini Okuyan Kadın” nam-ı diğer “İnsan Hakları Anıtı” yaklaşık yüz seksen santimetre yüksekliğinde mermer bir kaide üzerine yerleştirilmiş, oturmuş, elinde temsili insan hakları beyannamesini okuyan bir kadın şeklinde modellenmiştir. Sanatçı bu eseri için verdiği bir röportajda “Tüm eserlerim gibi bu heykelimin sahibi de insanlıktır… Eserlerimizin barış dolu bir dünyada yer almasını isteriz” açıklamasını yapıyor. Ne yazık ki barış bir söylem olarak kalıyor, çünkü bu kendi halinde gibi görünen heykel insanlığa dair çok kutsal bir olguyu temsil ediyor, insan olmayı, insanca yaşamayı… Heykelimiz 10 Aralık 1990 tarihinde yerleşkesine geldikten sonra pek çok insanca olgunun içinde bulunduğu sloganla kendine ve insanlığa aitliğinin temsili oluyor. Haklarının elinden alındığı hatta hiç verilmediği bir toplumun buluşma noktası oluyor. Haksız da sayılmaz. O çürümüş düzenin, tüm dünyaca kabul görmüş hakların aslında nasıl da düzen içinde inisiyatife maruz kaldığının bilincinde olan kişilerin önünde toplanıp açıklamalarını yapıp, yürüyüş başlangıç noktası oluyor uzun yıllarca.

Ta ki, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden beş gün sonra ilan edilen OHAL’e kadar. Bu süreçte neler yaşandı? Nerdeyse 2 yıl süren OHAL’de 160 bin kişi hakkında gözaltına alınma kararı alındı, 228.137 kişi tutuklandı, 116 bin kişi kamu görevinden ihraç edildi.

22 Mayıs 2017’de görevlerini geri almak isteyen iki eğitimci anıtın önünde açlık grevine başladı. Ertesi gün ise tarihin en garip tutukluluk süreci başlatıldı, İnsan Hakları Anıtı tutuklandı! Ve anıt tarihinin en uzun soluklu eylemlerinden birinin de merkez üssü oldu. O dönem valilik tarafından yapılan açıklamada anıtın etrafının “güvenlik” gerekçesi ile kapatıldığı belirtilmişti çünkü Türkiye’de OHAL devam ediyordu. Ancak anıtın etrafı çelik konstrüksiyon barikatlarla bir yılı aşkın kapalı olmasına rağmen eylemler ve gösteriler devam etti. Eylemciler barikatları devirip anıtın önüne geçtiler ancak her şey keyfi uygulamalarla devam etti. Ertesi gün barikatlar çift sıra haline gelmişti. Tüm bunlara rağmen heykelin önünde her gün eyleme devam edildi, polisin saldırıları sosyal medya da yayınlandı, eylemciler sabah gözaltına alınıp akşam serbest bırakıldı. Keyfi uygulamalar sürdürüldü, tutuklamalar devam etti. Hem insanların hem anıtın... Hatta bir süre heykelin fotoğrafının çekilmesine dahi izin verilmedi polis memurları tarafından. Ancak geriye tarihin ilk tutuklanan anıtına dair pek çok kare kaldı.

Heykelin tutukluluk süresi bir yılı buldu. Barikatlar kalktıktan sonra bile düzinelerce polis memurunun başında beklediği küçük bir karakola döndü Yüksel Caddesi. Bu kareler de Türkiye’de insan haklarını ne halde olduğunun bir göstergesi haline geldi. İnsan Hakları Anıtı barış dolu temennilerle ince ince işlenmesine emek gösterilmesine rağmen... Ablukalar kalktı, OHAL bitti barikatlar indirildi, düzinelerce polisten birkaç tane de olsa “güvenlik tedbiri” amaçlı bırakıldı Yüksel Caddesi’ne. Ama eylemler bitmedi. Gezi’nin ruhu hâlâ Ankara sokaklarında beton duvarlardan yankılanacak sloganlarını bekliyor Yüksel Caddesi’nde. O haklar elde edilinceye dek…

O günlerin gelişini beklerken Ankara’nın dar sokaklarından ilerleyip yaşanmış anıların saklandığı sahaf raflarının arasından öğrencilerin ucuz kitap peşinde koşturduğu Olgunlar’a çıkalım. Ve bir sonraki yazıda anlatmak üzere yerin metrelerce altında “emek karası"nı anlatan bir başka heykele çevirelim rotamızı.