Kemal Okuyan: Sıfır enflasyon, sıfır işsizlik mümkün, bu kanıtlanmış

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, gazeteci İsmail Saymaz'ın sorularını yanıtladı.

Haber Merkezi

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ekonomiden seçimlere, iktidardan muhalefete, solda birlik tartışmalarına kadar birçok konuya dair İsmail Saymaz'ın sorularını yanıtladı. 

Okuyan'ın açıklamalarından öne çıkan kısımlar şöyle:

'Birileri kazanıyorsa birileri kaybediyordur'

Baktığımız zaman burada sistematik bir ekonomik model yok. Bir kere bizim hep bir iddiamız var, eşitsizliğin var olduğu toplumlarda birileri kazanıyorsa birileri kaybediyordur. Kaybeden kim? Yoksullar. Zaten bütün AKP iktidarının öyküsüne baktığımız zaman orada korkunç kâr eden şirketler var.

Toplarsın toplumun küçük tasarruflarını, ya kendin kullanırsın, ya sanayiciye kredi olarak verirsin. Sanayici de oradan kâr eder, bir bölümü bankaya gider. Ama kabak kimin başına patlar? Halkın başına patlar. Çünkü hiçbir zaman mevduat sahibi küçük tasarruf edenin aslında reel geliri artmaz. Bu olsa bankacılık sistemi olmaz.

Asıl yaralanan hiç tasarrufu olmayan vatandaş olacak. Bir kesimin birikimi yok. 'Hazine'den ödeyeceğiz' diyorlar.

Toplumda küçük birikimleri alıp büyüğe aktarıyorsun. Buna mecbur muyuz?

Bankacılığın kâr etmesi nedir? Toplumu söğüşlemek. İstedikleri kadar parlatsınlar. Böyle bir mekanizmayı doğal kabul edersek o zaman tartışmaya başlarız. Faizi savunacak bir parti değil TKP.

'Türkiye sanayisizleşti'

[Saymaz'ın "Peki düşük faiz ekonomisi bu yolla Türkiye’nin kalkınmasına yardım eder mi?" sorusu üzerine] Hayır etmez. Çünkü AKP zihniyet olarak, öncesi iyiydi demiyorum zaten sürekliliği var Özal’dan beri. Özal öncesi de iyiydi diyorum o da başka bir öykü, ama şöyle bakarsak; Diyoruz ya Türkiye’nin ihracatı ithalat bağımlısı. Niye oldu bu? En çok tartışılan “tuvalet kâğıdı” mevzusuydu. Türkiye’de kağıt fabrikalarını kapatan AKP. Türkiye kâğıt üretemiyor.

Şimdi bir sürü endüstride Türkiye hem kırılgan hem de asimetrik. Bir çok alanda sanayisizleşti Türkiye.

Dolayısıyla buradan çıkış için çok köklü bir değişim gerekli. Bu; ilk önce kaynak, sonra zihniyet gerektirir. Bu ancak Türkiye’de kamucu bir iktidarla mümkün. Aynı şarkıyı söylüyor muhalefet ve Erdoğan, “üretim ekonomisi”. İyi de nedir bu? Ama bu kapitalist ekonomide, “düzen iktisatçıları”nın büyüme fetişizmidir.

'Komünistler kalkınmacıdır, sanayileşmecidir'

Komünistlerse kalkınmacıdır, sanayileşmecidir. Neden? Çünkü kendi kendimize yeter olmamız lâzım, tamam dünyaya kapatamazsın hiçbir şekilde, ama temel endüstrilerinde güçlü olacaksın, tarımında yeterli olacaksın. Buna devlet öncülük etmeyecek, devlete ait olacak. Özel sektörün içine girdiği her şey batar.

Esnaflığı, küçük işletmeciliği falan kastetmiyorum ama temel endüstrilerde, temel sektörde, hele hele finansta özel sektör demek, ülkenin temellerine dinamit konması demek. Şimdi bu “üretim ekonomisi”ni nasıl becerecekler bugünkü sistemde? TÜSİAD’la Erdoğan arasında gerilim var, muhalefet TÜSİAD’a “konuşsana konuşsana” diyor. 

'Lâf sokarken bile birbirlerine hizmet ediyorlar'

Bugünkü bu düzenlemeler ne oldu? Mesela bankalara yükleniyordu Erdoğan öncesinde, şimdi açıklamalar geliyor bankalardan “çok doğru yaptılar” diye. Niye? Bankaların üzerindeki yükü alıyor Erdoğan. Bankaların döviz riski azalıyor bu operasyonda. Gene kaybeden halkımız, gene kazanan sermaye. Bunlar birbirlerine lâf soktuklarında birbirlerine hizmet ediyorlar.

[Garanti Bankası Yönetim Kurulu Başkanı’nın 'Yeni uygulama Haziney'e yük getirebilir' açıklaması hakkında] O açıklama tamamen itiraf, açıkça söylüyor “güzel yaptınız, bizi de rahatlattınız." Düne kadar “siz faizcisiniz” diye hükümet banklara sallıyordu. Bu operasyonda ne oldu? Her durumda bunlar kazanıyor.

'Koç'u savunan solcu olursa, Malatya'da halay çeken de olur'

Şimdi Koç’a laf söyleyince bazı solcular da itiraz ediyor. İşte o "AKP’ye eleştirelmiş”, “Gezi’de şöyle yapmış” vs. Bunun Malatya’daki halay çekenlerden ne farkı var? Bunu diyenler “solcusu”, “okumuş” olanı, bu durumda Malatya’da da halay çekerler.

[“Halkın nefes alabileceği bir sonuç çıkacak mı?” sorusuna] Nedir halkın nefes alması? Enflasyon, hayat pahalılığı dizginlenir, reel ücretteki gerilemeyi biraz durdururlar. Bunun olabilmesi için, bu asgari ücret meselesine gireceğim. Mesela biz TKP olarak bir rakam telâffuz etmedik, yanlış bulduk [Saymaz: DİSK etti 5 bin 200 dedi] Ne fark eder? 10 bin olsaydı ne olacaktı?

Şu büyük bir palavra: Daha adil bir bölüşüm. Bu kapitalizmin mantığına aykırı, sermaye dediğimiz şey birilerinin kişisel varlığı değil ki? Sermaye büyümeden yapamaz, genişlemeden yapamaz. Bunun için de işçileri sömürecek. Bu “bir para topladık bunu biraz daha adil dağıtalım” diye bir şey değil ki. Dolayısıyla asgari ücreti bu sistemde 10 bine çıkarıldığında bile, bunu başka bir yerden geri almak zorundalar. Bu kapitalistler dünyanın en kötü insanları oldukları için değil, sistem bu. E biz de diyoruz ki bu sistemi sorgulamak zorundayız.

Diyorlar “bu insanı küstürmeyelim, fabrikaları var.” Neden küstürmeyelim? Doğa yasası mı? Niye? Efendim “bu çalışmış zekiymiş...” Ne yani yoksullar aptal mı? Şimdi bu mekanizma işlemeye devam ediyor.

'İşten çıkarmalar başladı'

Özel sektörde işten çıkarmalar başladı. Patronların Ensesindeyiz'e bir sürü ihbar geliyor. Asgari ücret artışı gerekçe gösterilerek çıkartmaları yapıyorlar. Şimdi ne olacak? Bir takım mekanizmalar bulmaya çalışacaklar “asgari ücretin altında nasıl ücret veririm” diye. Bildik yöntemler var zaten. Bunu kabul edecek yedek iş gücü ordusu var ülkede. Buna ek olarak başka bir mekanizma işliyor Türkiye’de, asgari ücretin üstünde ücret alanların maaşlarında böyle bir oranda artış olamayacak. Dolayısıyla aslında Türkiye’de altında ve üstünde alanlarla [asgari ücret] ortalama ücret haline gelecek, buraya doğru gidiyoruz.

'Binde 3’ü yüzde 58,6’yı tutuyor'

Mevduat sahiplerinin binde 3’ü yüzde 58,6’yı tutuyor elinde. Bunlar kazanacak, ne anladık bu işten? Bu bölüşüm sorunu değil, bu bayağı bir sistem sorunudur. Adil bölüşüm olmaz kapitalizmde; “Elon Musk birazcık para versin, Afrika’daki açlık çözülsün” yahu kapitalizmin mantığında bu yok. Hayır kurumları işletirler ama bu başka bir hikâye. Ama kapitalizm adil bölüşüme gidemez.

'Erdoğan cesaretini muhalefetten alıyor'

Türkiye toplumu [Erdoğan’ın] daha önceki girişimlerini reddetmişti. Gezi’den bahsetmiyorum sadece, toplum dedi ki “Kırmızı çizgimiz var burayı geçemezsin Erdoğan”. Bu kırmızı çizgi laiklik, yaşam tarzı, “AKP deli gömleğini giymemek”ti. Sonra ne oldu, muhalefet bu başlıkta ağır bir yenilgi almış Erdoğan’a “kazandın” dedi. Muhalefet dedi ki “laiklik meselesinde AKP kazandı” dedi. Mesele şu: Erdoğan’ın en zorlandığı konuyu muhalefet altın tepside “al istediğin gibi oyna” diye teslim etti. Sonuç ne oldu? Ekonomi; dinsel kurallar, hukuk; dinsel kurallar, eğitim; gitti...

Siyaset dilinde dinsel referanslar her kullanıldığında bunun suç olduğunu toplumun önünde söylemek lazım, bunu bir tek TKP yapıyor. İmam hatipleri kapatalım diyoruz, bize en çok saldırı muhalefetten geliyor “siz böyle yaptıkça iktidar kullanıyor” diye. Susarsam neyi kullanıyor? Susunca seküler hale mi geliyor? Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye’de çok ciddi bir laik duyarlılık var, bu buhar olmadı ama kişiliksizleşti.

Herkes “demek ki böyleymiş, demek ki meşruymuş” diyor. Erdoğan cesaretini buradan alıyor, muhalefetse dinsel açıdan eleştiriyor.

'AKP artıklarından umut çıkmaz'

[Millet İttifakı konusu] TKP asla ve asla oradan çıkacak bir adayı desteklemez. TKP oradan çıkacak olan programı, stratejiyi biliyor. Bir restorasyon projesi var karşımızda ve AKP döneminden daha iyi olacağı iyimserliğini paylaşmıyoruz. Hatırlarsınız AKP’nin ilk yıllarında da bir iyimserlik çıktı. Biz dedik ki felâkete götürecek bu Türkiye’yi. O zaman bize çok kızıldı, “siz hep negatif bakıyorsunuz” diye. Kaç defa yiyeceğiz bu golü? Kaç defa sahte umutlarla hareket edeceğiz? Üstelik şimdi iyice saçmalaştı bu durum, AKP artıklarıyla umut vermeye çalılıyor.

'Bakanlık verseler de hayır'

[İsmail Saymaz: Davet etseler, “siz de bu programın solunu temsil edin” deseler?] Bakanlık verseler hayır. Bakanlıkta aksesuar oluruz. Hatta tarihte bu tür örnekler var, genellikle de en tehlikeli insanların en hoşuna gidecek şeyi, çalışma bakanlığını verirler böyle tuzaklara düşen sol partilere. Bu nedir? “İşçi sınıfını sen baskıla, sen uyut” demektir, kestaneleri ateşten alma görevi verilir.

[Saymaz: Milletvekilliliği de verilse, alan da açılsa siz hiçbir şekilde kabul etmeyeceksiniz?] Hayır. Bu sekter olduğumuz için falan değil. Bizim meselemiz şu: Toplum çok büyük bir yoksulluk baskısıyla karşılaştı. Biz bunu bu düzenin sorgulanması için kullanmak zorundayız. Madem bir bedel ödüyoruz, yoksulluk bir bedel, bunun sorgulanmasını sağlayalım. TKP’nin işi bu, bunun enerjisini yaratmak. Biz bu enerjiyi yaratmak yerine bir sahte çözüm, ülkeyi belki de daha büyük bir uçurumun eşiğine getirecek bir projeye ortak olmayız.

'AKP'nin ekmeğine yağ sürmeyiz'

[Saymaz: Ama AKP’nin varlığı sizin açınızdan daha öncelikli bir mesele değil mi?] AKP gitmeli. Bizim önceliklerimizden bir tanesi bu. Dolayısıyla onların ekmeğine yağ sürecek bir konumlanış almayacağız. 

[Seçimler için bir yöntem tartışmanız var mı? Bir yöntem tartışmamız yok, cumhurbaşkanlığı sistemine topyekün karşı bir partiyiz. Ama boykot için zemin yok. Çünkü halk çok önem veriyor. Burada birbirleriyle gerilimli görevlerimiz var. Birinci görev Erdoğan’ın gitmesi. Ama ikinci görevse bu sahte iyimserliğin karşısına dikilmek. Şimdi bu görevler birbirleriyle bir gerilim yaratıyor, ama komünistler bunu çözebilecek birikime sahip.

'Erdoğan’ın gitmesine engel olacak bir davranış içine girmeyiz'

Diyelim ki ilk turda bir aday gösterdik, ikinci tura iki aday kaldı. Bakacağız tabloya, belki diyeceğiz ki “Biz hiç kimseyi desteklemiyoruz ama Erdoğan’ın gitmesi lâzım, bu bir referanduma dönüşmüştür”. Biz bunu yaparken meselenin ne olduğunu anlatabilecek yeteneğe sahibiz. Ama son tahlilde Erdoğan’ın gitmesine engel olacak bir davranış içine girmeyiz. 

Çok önemli sonuçları olan bir psikolojik problem çıktı Türkiye’de. Nedir bu problem? Barış Terkoğlu “Erdoğan gitsin partisi, Türkiye’nin en büyük partisi” diyor, doğru. Şimdi bu parti gücünü koruduğu sürece bir noktada kimse bir şey dinlemek istemiyor. Erdoğan’dan kurtulalım basıncının hafiflemesi lazım.

'İlkelerde anlaşıyoruz'

[Sol ittifak konusu] Bir seçim ittifakı değil aslında yaptığımız şey. Biz seçimleri de içine alan bir mücadele stratejisi örüyoruz, ve burada hakikaten EMEP ve SOL Parti’yle bir mesafe aldık. İlkeler etrafında anlaşıyoruz, anti-emperyalizm, sınıf ekseni, laiklik... Böyle bir program dahilinde kimi kapsayabiliyorsak kapsarız. 

Biz bir çağrı yapmaya çalışıyoruz. O çağrı bir ilkeler manzumesi olacak. O ilkelerin sulandırılmasına, delinmesine itirazımız var. Türkiye solunun görevlerini yerine getirebilmesi için bağımsız olması gerekiyor. Başkalarının gölgesine sığınarak, başkalarının yardımıyla, bir sığıntı olarak siyasal alan açma Türkiye soluna zarar vermiştir. Türkiye solu başka güçlerin gölgesinde büyüme alışkanlığını terk etmelidir.

'İşçi sınıfı adayını çıkarmalıdır'

[Saymaz: Aday da gösterecek misiniz?] Mutlaka Türkiye’de işçi sınıfını temsil eden, hele hele şu koşullarda, bir aday çıkartılmalıdır. Henüz bir ortaklık sağlayabilmiş değiliz, ama partimizin görüşü, Türkiye’de bir devrimci aday çıkmalıdır. Kişisel siyaset yapmayacak, işçi sınıfını temsil eden, gerçekten işçi sınıfının içinden gelen, diploması gerçek bir aday. Ama programı savunan, kişisel “ben şunu yapacağım sizler için” demeyen, başka bir siyaset tarzıyla çıkan bir enerji verecek adayın çıkması gerekir.

Düzen değişikliği! Bu heyecan yaratıyor. Buradaki problem şu, toplumun çok geniş bir kesimi bunun olup olamayacağına dair tereddüt yaşıyor. Biz son yıllarda “doğru söylemiyorsunuz” diyen bir kişiyle bile karşılaşmadık. “Sizin sözünüz doğru, böyle bir sistem ne güzel olur” diyorlar. 

Bu sistem yıkılmalıdır. Nokta.

Türkiye’nin tarımı kendi kendine yeterli hale getirilebilir planlı bir ekonomiyle. Türkiye endüstriyel açıdan da büyük ölçüde kendi kaynaklarıyla kalkınabilecek bir ülke. Türkiye örnek bir sosyalist ülke olur.

Bugünkü eşitsizlikler meşru ve doğal değil. Hep şunu söylüyoruz, niye bu bankalar var, niye özel şahısların elinde sanayimiz? Türkiye’nin kötülüklerinin kaynağı beş müteahhitte değil, bir sistem var, o sistemden nemalanan bir topluluk var.

Toplumun büyük kısmının zaten bankada parası yok, dediğin gibi, emekliyse maaş almaya gidiyor, emekli değilse borcu var. Niye büyük mevduatı olan kişiler var? Niye bu kadar az sayıda kişinin bu kadar korkunç parası var?

Zenginliklerin üzerine üstüne küçük bir azınlık çökmüş, o sorgulanmıyor, “bütün kötülükler Saray’dan kaynaklanıyor” ya da “daha adil bölüşelim”... Neyi bölüşeceğiz? Gördük işte asgari ücretin başına geleni, kaşıkla verip kepçeyle alırlar, altın kural. Onun için bunun sorgulanması lâzım.

Eşitsizliklerin kaynağı ne? Fabrikaların, büyük tarım alanlarının, madenlerin, mağazaların özel sektörde olması. İş cinayetlerinin de suçlusu budur, yoksulluğunda, işsizliğinde.

Diyoruz herkese, 0 enflasyon, 0 işsizlik mümkün sosyalizmde, bu kanıtlanmış. Hayat pahalılığı, işsizlik bir kural değildir, niye kural olsun? İşsizliğin kural olması mantıklı mı? İnsanların daha az çalışmaya ihtiyacı var, niye çalışma saatleri artıyor, böyle saçmalık olabilir mi? İnsanlık ileriye gidecek bilimsel açıdan, teknoloji gelişecek, makinalaşma olacak ama çalışma saatleri artacak. Böyle bir dangalaklık olabilir mi? Kötü yönetimle falan ilgili değil, sistem böyle, çünkü çalışma saatlerinin artması patronların işine geliyor. Sömürüyorlar. 8 saatlik iş günü hayal oldu, 10 saat, 11 saat... İşçilerin eğlenmeye ne hakkı var, ne zamanı var, ne parası var. Böyle bir ülke olduk. Bunu niye kabul edelim? Bu sistem yıkılmalıdır. Nokta.