Çocuk kitapları ne için vardır?

Çocuklar için yazılan pek çok eserin içinde kendine yer bulan “pedagoji”yle bir derdimiz olmalı. Yoksa yarına güzel bir miras bırakmak zor olacak.

Nihal Ünver

Çocukların yetişkinler dünyasında hayatı oldukça zorlu. Geçici bir süre çocuk oluyor insan hayatında. O geçici süre boyunca da önünde her zaman bu yollardan geçmiş yetişkinler oluyor. Bu yetişkinlerse kısa bir süre sonra kendilerine benzeyecek olan yavrularına en iyiyi vermek için ellerinden geleni yapıyorlar. Kabaca böyle bir şey işte çocukluk. Ama bazen zorlandığımız “arızalı” durumlar ortaya çıkıyor. Öyle çok kaynak ve istekli uzman kişi var ki bu “arıza”yı düzeltmek isteyen… Elbette ki biz yetişkinler için kaynaklar, bir şeyler öğrenmek için…

Bağlama geldik işte. Bir şeyler öğrenmek için şahane kaynaklardır kitaplar. Nokta. Peki çocuk kitapları her zaman öğretici olmalı mıdır? Çocuk kitapları ne için vardır?

Modern zamanlardan önce çocuklara özgü bir yayın anlayışından söz etmemiz mümkün değil. Çocukluk henüz “müstakil bir alan” olarak görülmez. Sonraları çocukla ilgili bir şey yayınlandığında ise ilk karşımıza çıkanlar dini yayınlar oluyor. Din öğretilerini yaymak üzere basılan kitaplar… Daha sonra da ders kitapları geliyor. Ne zamanki modern zamanlarda çocukluk bir özerk alan oluyor o zaman onlar için edebiyat üretimi başlıyor. Ama pedagoji hep var, hep edebiyatın içine yerleştirilmiş (gibi). Gibi, çünkü içine böyle şeyler yerleştirilince o metin edebiyat olmaktan çıkıyor. Bir ders, bir görüş taşıyor, ama sanat değil.

Tolga Binbay’ın “Çocuklarla Komünist Bir Yazarın Peşinde” yazısını okumuşsunuzdur. Çok da güzel bir konuya değinmiş. Çocuk kitaplarının değerli bir yazarı Gianni Rodari’yi anlatmış, onun kalemini ve kimliğini. Dünyanın en kıymetli mirası. Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, çocuklar için yeniden yeniden basılmış her eseri için gözlerimin parladığı, yüreğimin kabardığı yazarlar. Bu isimlerin tümü dönemin mücadelelerinin içinde yer almış, komünist kimlikleri her zaman yakalarında çiçek gibi taşımış isimler. Ama onları bugün hâlâ okuyor ve okutuyorsak, bunu sebebi iyi edebiyattan başka bir şey değil. Ne onların siyasi kimlikleri ne de yaşam mücadeleleri… Ancak bu denli özenli ve aşılmaz miraslar bırakmalarının en büyük kaynağı da yaşama ve insana bakış açıları, verdikleri değerdir. İnsanın yaşam kaynağının gözüne koymalarıdır. “Pedagojik” bir amaçla yazmaları değildir.

Pedagojiden çıkıp edebiyata dönersek, bu değerli yazarların kalemi pedagoji taşımadığı için kıymetlidir. Çocuk yazınında, çocuklar için bir şeyler kaleme almak isteyen herkes ister istemez bir “öğretme” rolüne kaptırıyor kendini.  Bu çok istemsizce, sorgulamadan gelişen bir refleks oldu. Günümüz edebiyatında çokça rastladığımız bir durum. Okul öncesi ve ilköğretim kademesinde daha çok geçerli. Lisede pek mümkün değil. Çünkü lise, yetişkin edebiyatının sınırlarında gezinilen gelişkin bir alan, müdahale ve yönlendirme mümkün değil, olmamalı da zaten. Küçük yaş grubunda ise sadece ebeveyn ve eğitimcinin yönlendirilmesiyle ilerleyen bir okuma izleğini mecbur kılan bir alandayız. Bu yaş grubunda hem yazanlar açısından hem de seçenler açısından çocuğun bir şeyler öğrenme kaygısı baskın çıkıyor.

Ama aslında pedagojiden en çok kaçınmamız gereken yaş grubu da inadına bu grup oluyor. Çünkü resimli kitaplar dönemi yani okul öncesi ve ilkokul dönemi, çocukların ilk sanat tanışmasına kaynaklık ediyor. Resimli kitaplar özellikle bu anlamda müthiş önemli bir hale geliyor. Doğru yaş grubuna, doğru teknikle hazırlanmış resimler kitapla yeni tanışan çocuğun ruhunu besliyor. Renkli Kütüphane programının ikincisinde yazar Hafize Çınar Güner’le bu konuyu uzunca konuşup ilk dönem kitaplarının sanatsal ve edebi açıdan çocukların hayatında önemli bir yere sahip olduğuna dair güzel bir sohbet gerçekleştirmiştik. Edebiyat da sanata dahil tabii ki… Resme eşlik eden metnin de yaş grubuna uygun olarak hazırlanmış olması gerekiyor. Burada her zaman “çocuğa görelik” kavramı ön plana çıkıyor. Yaşına, algısına ve gelişkinliğine göre değerlendirme yani. Çocuğa görelik çoğunlukla “çocuğun seviyesine inme” ile karıştırılıyor ve üretilen eserde de çocuğun “anlayabilmesi” için içeriğin basitleştirilmesi yoluna gidiliyor. Bu da çocuk yazının niteliksiz, öğreten ve basit metinlerden ibaret olmasına yol açıyor. Çocuğun dil ve başka becerileri henüz tam gelişmemiş olması, aslında gelişkinlik anlamında önde giden zihinlerinin azımsanması buna sebep olabilir mi?

Yine aynı noktaya dönüyoruz: Pedagoji. Kendisi çıkaramayacağı için biz öğretelim ona. Sistemler, iklim krizleri, çöpler, savaşlar… Ne çok şey var çocuklara öğretmek istediğimiz. İyi edebiyatın sağduyu, yaşamdan zevk alma, doğruyu ve yanlışı ayırt etme, analiz etme gibi yetenekleri zaten kendiliğinden verdiği unutuluyor çocuk edebiyatı söz konusu olunca. Oysa bütün bu kötü senaryoları ortaya dökmeden; insana, kendi dışındaki yaşamlara saygı duymayı “çocukça” oyunlu ve neşeli bir kurgu içinde anlatmak olanaklı. Bunun için de renkli ve kaygısız metinler çocukların başucu kitabı olabilir. Köyün kendi yaşıtı diğer sakinlerinin alaycı dedikodularına aldırmayıp kedisine yılda üç kez doğum günü yapan ya da sebze tarhındaki tohumları gagalayıp çıkardıklarını düşündüğü için önce tavuklarını azarlayan ama sonrasında bunu yapanların başkaları olduğunu öğrendiğinde gidip onlardan özür dileyen bir hayvan sever... Sizce bu hikâye çocuklara çok şey anlatmaz mı? Her çocuğun okuduğunda kendinde bir şeyler bulacağı, yakın hissedeceği ve sırf bu nedenle de okumayı daha çok arzulayacağı metinler var bir de. Anne babasıyla masada yemek yerken ayağını masaya vurmayı engelleyemeyen bir çocuğun başına gelenler, yaşadığı deneyim. Veya yine oyunlarını oynarken oraya buraya durmadan atlayan, koşan çocuğun dizindeki onlarca renk geçişli morluklarını bir kahramanlık madalyası gibi gururla taşıması… O defalarca çarpmanın ancak bir tekinde ağlaması… Hangisinde mi? Eve girmek zorunda kaldığında ayak parmağını kapının eşiğine çarptığında… Çok tanıdık değil mi? Çocuk için de o kadar tanıdık, o kadar yakın… Bu örnekler dünya çocuk edebiyatının usta kalemlerinden çıkma. Biri oldukça renkli kalemiyle hem yazan hem de çizen usta bir sanatçı: Sven Nordqvist. Diğeri de sade kalemiyle gündelik hayatı olduğu gibi aktaran Asa Lind. Biz yetişkinler de hayatımızı bize yansıtan metinleri severiz öyle değil mi? Ama güzel kelimelerle yansıtanları, öyle parmak sallayanları değil. İşte böyle. Aslında bunca söze de gerek yokmuş ya. Biz yetişkin kitap okurları edebi olarak neleri önemsiyorsak, çocuklar da öyle.

Sevdalı Bulut başucumuzda dursun. Bulut’un Ayşe kıza aşkı, imkânsız olmayan aşkı yani, bir de Ayşe kızın toprağını vermemek için verdiği mücadele… Ama pedagoji olmasın, “siyasal pedagoji” hiç olmasın. Varsın çevrecilik de olmasın mümkünse. Çevreciliği bizden öğrensinler, yaşamdan… Biz çöpümüzü önce bir ayıralım, oradan öğrenirler zaten. Yaşamımızda mücadele varsa, onu da öğrenirler. Ama bu arada hayallerini zorlayıp olmadık varlıklarla, olmadık âlemlerde gezinmesini sağlayacak ve kıkırdatacak iyi edebiyat gerçekten yeterli olacaktır.