Bu yazı “Poland’s “Lublin Triangle” Will Create Lots of Trouble for Russia-Belarus Relations” başlığıyla Andrew Korybko tarafından kaleme alınmış olup Global Research'te 3 Ağustos 2020 tarihinde yayımlanmıştır.
Yazının orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Çeviri: Ekin Görkem
Polonya’nın eskilerde kalmış Avrupa’nın büyük güçlerinden olma statüsünü yeniden kazanma hırsı, Polonya, Litvanya ve Ukrayna arasında sözde “Lublin Üçgeninin” kurulmasıyla yeni bir ivme kazandı. Bu birlik, fiilen Varşova’nın öncülüğünü yaptığı Üç Denizler İnisiyatifi’nin çekirdeği olarak Polonya-Litvanya milletler topluluğunu ihya etmeyi hedefliyor. Bu da özellikle yüz yıllardır Polonya evreninin bir parçası olagelmiş aksi müttefik Belarus ile stratejik ortaklığı bakımından Doğu Avrupa’daki Rusya varlığı için bolca sorun yaratmaya şimdiden aday.
'Belarus Kapışması'
Belarus, bir süredir Rusya ve Batı arasında cereyan eden Yeni Soğuk Savaş’taki gizli rekabetin en yeni cephesi olarak kendini gösteriyor. Yazar, “Belarus Kendi Renkli Devrim Kalkışması İçin Rusya’yı Suçlarken Amerika’nın Talimatını Yerine Getiriyor” isimli makalesinde geçtiğimiz ay bu konuyu uzun uzadıya irdelemişti. Bu analizin yayımlanmasını müteakip iki hafta içerisinde, Minsk yönetimi eski Sovyet Cumhuriyeti’nin istikrarını bozmak üzere gizli bir operasyonun parçası oldukları iddiasıyla ertesi haftaki başkanlık seçimleri öncesinde 33 Rusu tutuklattı. Bu hususi provokasyon elbette önceden tahmin edilemeyebilirdi, ancak yazarın bu yazıda açıkladığı ve son beş yıldır yakından takip ettiği üzere Belarus devletinin Rusya’ya karşı genel düşmanca eğilimi düşünüldüğünde bu tarz bir olayın gerçekleşmesi çok da sıra dışı olmamıştı.
'Üç Denizler İnisiyatifi'
Yeniden seçimi Lukaşenko’nun kazanacağı konusunda pek az şüphe var; ve görünen o ki, son provokasyon onun seçim sonrasındaki Batı yanlısı tutumunu hızlandırmak üzere “kamuoyu nezdinde makul” bir gerekçe olarak kullanılacak. Kendisi bunu jeopolitik bir vakum içerisinde yapmıyor, zira Polonya son yıllarda kendisini Rusya karşısında güvenilir bir Amerikan destekli karşı ağırlık unsuru olarak sunmakla Belarus nezdinde çekiciliğini yükseltme yolunda büyük adımlar attı. Bu, en başta öncülüğünü kendisinin üstlendiği “Üç Denizler İnisiyatifi” (TSI) aracılığıyla yapıldı. Bu inisiyatife biçilen vizyon da iki savaş arasındaki Polonya lideri Pilsudski’ye ait “Intermarium” projesini tamamlama işlevinden başka bir şey değildi. Bu proje, Almanya ve zamanın SSCB’si arasında kalan; jeostratejik bir bütün olarak alt unsurlarının toplamından daha büyük bir öneme sahip olan; Avrupa’da, merkezinde Polonya’nın durduğu yeni bir güç kurmaya dayanan bir müttefik devletler ağı oluşturma amacına işaret ediyor.
Günümüzün 'Intermarium'u
ABD TSI’yi destekliyor, çünkü bu projeye o iki Büyük Güç arasında yer alan kusursuz bir Amerikan yanlısı yuvar gözüyle bakıyor; özellikle Nord Stream II aracılığıyla yakın zamanda gerçekleşen enerji güdümlü uzlaşmalarını hesaba katarak…
Merkez ve Doğu Avrupa bölgesinde bu ikisi arasında kalan çok sayıdaki daha küçük ve orta ölçekli devletler, Almanların ve Rusların niyetleri hakkında tarihsel kuşkular taşıdığından, bunların hükümetleri ister istemez dışarıdan gelen bir “dengeleyici” güç arama ihtiyacı içinde kendini buluyor. Bu ülkelerin toplumları da tarihsel olaylar ve ana akım medya anlatısı üzerindeki baskın ABD kontrolü sayesinde Amerika’nın bu rolü üstlenmesine onay vermeye koşullanmış durumda; zira bu durumun ortak çıkarları olduğuna inanmaya yönlendirilmişler. Geçtiğimiz ay içerisinde, birbiriyle ilişkili üç gelişme Belarus için mevcut rekabet bağlamı içerisinde TSI’in cazibesini artırmış durumda.
Üç denizlere doğru üç adım
İlk olarak, Başkan Duda, dünya üzerinde Trump’ın en sadık müttefiklerinden biri ve gururlu bir Polonya milliyetçisi, yazarın “Polonya’nın Geleceği Parlak ama Parıltısı Sönüyor” isimli makalesinde tahlil ettiği üzere yeniden seçimi son derece küçük bir oy farkıyla ucu ucuna kazandı. Bu, iktidardaki Avro-Realistlerin, -Berlin tarafından kontrol edilen “muhalefetin” muhtemelen yapacağı gibi Almanya’yı memnun etmek üzere “uzlaşmak” yerine- ABD destekli TSI planlarına devam etmesini güvence altına aldı. İkinci olarak, Polonya; kendisi, Litvanya ve Ukrayna arasında, TSI’in çekirdeği olarak fiilen Polonya-Litvanya milletler birliğini ihya etmeyi amaçlayan bölgesel işbirliği için “Lublin Üçgeni” denen platformu kurdu. Hiç tesadüfi olmayarak, Belarus bunun kurulmasından yalnızca günler sonra Polonya ile “bölgesel girişimleri” görüştü. Son olarak Trump, Polonya’ya 1000 asker daha yollamayı taahhüt etti.
Bunların hepsi bir arada düşünüldüğünde, tam da Belarus’un Rusya’yı dengeleyecek araçlar aradığı bir zamanda, Polonya’nın geçmişte kalan Büyük Güç statüsünü yeniden kazanma hırsının yeni bir ivme kazandığı açığa çıkıyor. Başkan Duda’nın ikinci döneminde muhtemel ki muhafazakar-milliyetçi parti ülkenin bölgede ısınma turlarını devam ettirecek. Lublin Üçgeni isminin sembolik olarak Polonya-Litvanya milletler birliğini oluşturan 1569 tarihli Lublin Birliği’nden gelmesi bunun bir göstergesi. Polonya’ya 1000 ABD askeri daha gönderilirken Almanya’dan 12 bin tanesinin çekilmesi ise ABD’nin, Avrupa’daki 21.yüzyıl hedefleri bakımından Varşova’yı Berlin’den daha önemli bir ortak olarak gördüğüne dair güçlü bir işaret. Bu durum da ABD destekli TSI’in çeperinde bulunması ve bir zamanlar Polonya dünyasının bir parçası olması sebebiyle Belarus’un genel önemini daha da artırıyor.
Kartlar arasında Belarus 'CEPA'sı da var mı?
Lublin Üçgeni’nin TSI’in çekirdeği olduğu ve Amerika’nın Rusya karşısındaki jeostratejik hedefleriyle tam bir örtüşme içerisinde Polonya’nın kapsama alanını tüm Orta ve Doğu Avrupa hattına yaymadan önce onun eski milletler birliği toprakları üzerindeki etki alanını ihya etmeyi hedeflediği varsayımında; kaçınılmaz şekilde bu planların uygulanabilirliği için Belarus’un kusursuz bir örnek vaka teşkil ettiğini görürüz. Seçimler sonrasında Polonya-Amerika ittifakı, eski Sovyet Cumhuriyeti topraklarını Rus etki alanından koparmak istiyor ve bunu tıpkı Avrasya Birliği üyesi dostları Ermenistan’a birkaç yıl önce yaptıkları gibi AB ile bir “Kapsamlı ve Güçlendirilmiş Ortaklı Antlaşması” (CEPA) imzalamaya teşvik etme yoluyla yapıyorlar. Bunu, Rusya’yı kendi ekonomisini korumak için acil kısıtlamalar uygulamak üzere provoke etme ihtimalinin bilincinde olarak yapıyorlar ve böylece kendi çıkarlarına hizmet edecek bir yuvar oluşturuyorlar.
Avrasya Birliği'ni mahvetmek
Halen paylaştıkları “Birlik Devleti” üyelikleri sebebiyle Rusya ile Belarus arasında pratik olarak bir sınır bulunmuyor. Bu durumda olası bir CEPA aracılığıyla Minsk üzerinden ülkeye giren AB mallarındaki patlamadan etkilenmemek için Moskova kendi işletmelerini koruma zorunluluğu hissedecektir. Bu senaryo, Ermenistan için hiçbir zaman geçerli olmadı, zira denize kıyısı olmayan bu minik ülke herhangi bir AB üyesi devletle sınırdaş değildi, hele Orta ve Doğu Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Polonya ile hiç… Ancak Belarus’un durumu tamamen farklı. Buradaki stratejinin Lukaşenko’yu ülkesinin ilişkilerini Batıyla kapsamlı bir şekilde geliştirmeye yöneltmek, bunu da öncelikle ekonomik bakımdan ve ABD destekli Polonya’yı Belarus’un öncelikli ortağı olarak bu yönde sunarak yapmak ve böylece Rusya’yı bu gerginlik düzeyini yavaş yavaş yükseltmeye teşvik etmek olduğu anlaşılıyor. Bu da neticede Belarus’un kendi iradesiyle ya da Rusya’nın fiili olarak üyeliğini askıya alması aracılığıyla Avrasya Birliği’ni terk etmesi için bir bahane olarak kullanılabilecek.
Belarus açısından bakıldığında, geçimleri doğrudan ya da dolaylı olarak büyük ölçüde Rusya’ya bağlı olan yurttaşları açısından ölçülemez zorluklar doğurmaya gebe olduğundan, bu stratejinin son derece riskli olduğu açık. Diğer yandan, Lukaşenko bu etkilerin bazılarını hafifletmek üzere olası bir CEPA üzerinden geliştirilmiş bir AB Pazar erişimi ile birlikte ülkesinin ekonomisindeki özelleştirmeleri hızlandırabilir ve buna paralel olarak Batıdan acil bir ekonomik yardım talebinde bulunabilir. Buna rağmen, bu durum muhtemelen Belarus ekonomisi üzerinde Rusya’nın 1990’larda yaşadığı cinsten bir şok etkisi yaratacaktır. Lukaşenko’nun hükümeti bunun kadar acı verici ve uzun süren bir deneyim yaşamamak için elinden geleni ardına koymasa da bu böyle olacaktır. Tekraren, bu oldukça risklidir ve Belarus’un bunu yapması için hiçbir objektif sebep yoktur. Bu yalnızca Lukaşenko’nun kişisel seçimi olacaktır.
Bilgi savaşı
Lukaşenko, bu dramatik eksende ilerlemesi halinde, muhtemelen bunu kendi toplumuna şöyle sunacaktır: Rusya, Belarusluları kendisiyle eşit görmemek suretiyle onlara kötü muamele etmekle ve onların egemenliğini Rusların öncülük ettiği Birlik Devletine feda etmeye zorlamakla kalmamış, ayrıca Belarus’u “büyük bir Donbas’a” çevirme riskine rağmen sahte paralı asker skandalı aracılığıyla etkin şekilde iç işlerine burnunu sokmaya da çalışmıştır. Bu olumsuz anlatıyı karşılayan olumlu unsur ise “kayda değer şekilde Rusya’ya karşı duracak iradeye sahip” bir Polonya olacaktır. Ne de olsa aynı büyük stratejik hedefleri paylaştıkları, birbirleriyle ve Lublin Üçgeni’nin Litvanyalı ve Ukraynalı komşularıyla ortak bir tarihe sahip oldukları için bu durum Belarus’u “doğal ortak” haline getirmektedir…
Karadağ modeli
Hükümetlerinin Rusya’ya karşı Amerika/Polonya yanlısı eksenine barışçıl protestolarda bulunmak ve/veya sosyal medya ve benzeri araçlarla düşüncelerini açıklamak yoluyla etkin şekilde muhalefet eden Belaruslular pekala “Rus/GRU ajanları” olmakla itham edilebilir ve olabilecek en sert biçimlerde cezalandırılabilirler. Lukaşenko için asıl önemli olan muhalefeti anti demokratik yollarla bastırışını meşrulaştırmak için “Rus kartını” oynamaktan başka bir şey olmadığından, bu suçlamaların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı da çok önemli olmayacaktır. Lukaşenko bir zamanlar bazı Batı devletleri tarafından “Avrupa’nın son diktatörü” olarak adice alaya alınırdı. Şimdi kendisine onlar tarafından kol kanat geriliyor; tıpkı Karadağ’ın benzer şekilde kendi anti-Rus provokasyonlarını sahneleyen “diktatörü” Djukanoviç gibi… Aynı modeli takip ettiğinden onu da aralarına kabul edeceklerdir.
Sonuç yerine
“Belarus Kapışmasının” Rusya için pek iyi gittiği söylenemez; zira Lukaşenko, halkının kardeş komşusu yerine geçmişte yüz yıllar boyu kendisini işgal altında tutan komşusundan yana bir eksen tutturmuş görünüyor. Eğer Polonya’nın öncülüğünü yaptığı ve ABD’nin desteklediği TSI’ın ayrılmaz bir çekirdeği niteliğindeki Lublin Üçgeni yakın zamanda kurulmuş olmasaydı, bunu bu kadar kolay gerçekleştiremeyecekti. Bu, ülkesi için Rusya’nın Avrasya Birliğini “dengeleyecek” güvenilir bir araç olarak sunuluyor. Tarihteki bütün benzerlerinde olduğu gibi, önümüzdeki hafta yapılacak seçimlerden bir süre sonra bu yol tercih edilirse ve bu durum kendi kazancı için geleneksel Rus hamisi ile olası Polonyalı hamisini birbirine düşürmekten ibaret değilse; Belarus’un ciddi geri tepmeler yaşaması kaçınılmaz. Nitekim Yanukoviç de aynısını yapabileceğini düşünmüştü, ancak bu kendisi için hiç de iyi sonuçlanmamıştı.