Adalet Ağaoğlu yaklaşık iki hafta önce yaşama veda etti. Ardından çokça yazıldı; öte yandan yaşarken de hakkında çokça konuşulan bir yazardı Adalet Hanım. Özellikle AKP’li yıllardaki “siyasal konumlanışı” kendisinin ve edebiyatının çift-kutuplu bir biçimde ele alınışına yol açtı. Liberal, dinci ve milliyetçi ittifak Cumhuriyet’i aşındırıp onun temsil ettiği aydınlanmacılık, laiklik gibi değerleri itibarsızlaştırdıkça bunun meşruiyetini sağlamak için kendilerini solda konumlandıran aydınlardan her defasında destek aldı. Adalet Hanım da pişmanlığını daha sonraları itiraf etmiş olsa da örgütsüz pek çok aydınımız gibi “zokayı yutmuştu”. Özellikle ’80 sonrası şekillenen ideolojik atmosfer düşünüldüğünde, darbe öncesinin kalbi solda atan pek çok yazar ve sanatçının geçirdiği dönüşüm meseleye sınıfsal bakan komünistler açısından şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. Adalet Ağaoğlu da söz konusu dönüşüme direnemeyen, öte yandan özellikle 70’li yıllarda yazdıklarıyla edebiyatımız açısından önemli bir yazar olarak anılmayı hak ediyor.
Edebiyatının Anahatları
1929 yılında Ankara’nın Nallıhan ilçesinde dünyaya gelir Adalet Ağaoğlu. Bu noktada genç Cumhuriyet’in başkentini unutmamak gereklidir. Siyasal kopuşun ve kültürel dönüşümün en şiddetli yaşandığı devrim sonrasının Ankara’sı toplumsal altüst oluşun da en şiddetli hissedildiği mekânlardan biridir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki dönüşümü, tek partili rejimin inşa etmeye çalıştığı ulus devleti öğrenim hayatının tüm aşamalarında hisseden Ağaoğlu, kurulan yeni ülkenin yaşadığı dönüşümler sonucunda deneyimlediği çelişkileri ve çatışmaları öğrencilik yıllarında gözlemler. İlkokulu Nallıhan’da bitiren Ağaoğlu, 1938 yılında ailesiyle birlikte kent merkezine yerleşir ve Ankara Kız Lisesi’nden, 1950’de de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olur. 1970’te özerkliğine el konulduğu gerekçesiyle TRT’den istifa edene kadar bu kurumda çalışır ve pek çok radyo ve tiyatro oyunu kaleme alır. Roman, öykü, deneme ve anı türünde yayımladıkları 1970 sonrasına denk gelir. 1973’te yayımladığı Dar Zamanlar Üçlemesi’nin ilk kitabı Ölmeye Yatmak’ı 1976’da Fikrimin İnce Gülü takip edecek, 1979’da yayımlanan Bir Düğün Gecesi ve 1987’deki Hayır ile üçlemenin tamamlandığı zannedilirken, 2014’te yayımlanan Dert Dinleme Uzmanı üçlemeyi dörtlemeye evriltecektir. “Askerî kuvvetleri tahkir ve tezyif” suçlamasıyla darbe sonrasında açılacak davadan aklanacak Ağaoğlu’nun yazarlığındaki kırılma da darbe sonrasına denk düşecektir.
Özellikle romanlarını iki farklı kurgu tarzında inşa eder Adalet Ağaoğlu. Bunlardan ilki, anlatı zamanı ve geçmiş zamanın üst üste oturtulduğu bir inşa sürecine denk düşer. Genellikle kısa olan anlatı zamanının içerisine spesifik bir durumu yerleştirmeyi tercih eder; odakta olan roman karakterlerinin eylemlerinden oluşan söz konusu durum durağan bir seyir izler, anlatının genelinde büyük bir önemi olmamakla birlikte oldukça işlevseldir. Romanın anahattı, bu görece önemsiz olayın üzerine oturduğu anlatı zamanı basamak yapılarak romana taşınır. Genellikle son derece uzun olan geçmiş zamana geçişler, anlatı zamanı ve onun üzerinde taşınan yaşantılar aracılığıyla sağlanır. Romanın dokusuna taşınan geçmiş yaşantılarla metnin inşası gerçekleştirilir. Ağaoğlu’nun “Eylülist yazının” yükselişe geçtiği darbe sonrası dönemin edebiyatına dahil olmayan yapıtları bu kurgu tarzını takip eder. Dünyadaki pek çok akrabası gibi “Eylülist yazının” da edebî metni bağlamından kopardığını, bilinç akışından üstkurmacaya, pastişten metinlerarasılığa kadar farklı teknikleri bir amaç haline getirdiğini biliyoruz. Her ne kadar Ağaoğlu’nun edebiyatı bu kategoriye indirgenemeyecek olsa da bu yazıda bahsi geçmeyecek Ruh Üşümesi ve Romantik Bir Viyana Yazı gibi romanlardaki kurmaca-üstkurmaca ilişkisi Ağaoğlu’nun ikinci kurgu tarzını yansıtır.
Karakterlerini içinde yer aldıkları tarihsel bağlamın ideolojik koşullarıyla okura kavratan Ağaoğlu, özellikle toplumda kadının ve aydının konumunu dert edinir. Cumhuriyet’in tarihiyle ve kendi kimliklerini oluşturan toplumsal ve siyasal değerlerle yüzleştirdiği roman karakterlerine sorular sordurtur. 1984’te yayımlanan Üç Beş Kişi’nin Murat ile Kısmet’i, 1980’de yayımlanan Yazsonu’nun Meriç, Memet, Fuat, Nevin, Hasan ve Doğan’ının olduğu kadar Dar Zamanlar’ın Ömer, Aysel, Tezel ve Ayşen’i de söz konusu yüzleşmenin aktörleridir. Ağaoğlu “meselesi olan” karakterlerden çok, gerçek kimlikleri ve benlikleri toplumsal ve siyasal değerler altında yok olan bireyler yaratmayı tercih eder. Dar Zamanlar, roman karakterlerinin düşünce dünyalarında köklü bir hesaplaşmaya gitmelerini tarihsel koşulların belirleyiciliğinde ele almasıyla özellikle 90’larda ve 2000’lerde yazdıklarına kıyasla öne çıkar.
Dar Zamanlar Üçlemesi
Her ne kadar 2014’te yayımladığı Dert Dinleme Uzmanı ile üçleme bir dörtlemeye evrilmiş olsa da 1973 ile 1987 yılları arasında yayımlanan üç kitap Dar Zamanlar’ın temelini oluşturmaktadır. Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi ve Hayır araya giren başka yapıtlara karşın birbirini tamamlayan ve takip eden üç metin olarak okunabileceği gibi, ayrı ayrı olarak da ele alınabilecek özelliklere sahiptir. Üçlemenin ilk kitabı bir esnafın kızı olan Aysel’in doçentliğe yükselerek “sınıf atlamasına” tanıklık ederken Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki aydın bir genç kadının portresini çizer. Bir otel odasında ve anlatı zamanı olarak kısa bir zaman aralığında geçen roman Aysel’in geçmişe dönüşleri ve zaman içinde mekik dokumalarıyla derinlik kazanır. Edebiyatımızda o güne kadar alışılmamış bir portre olarak okura sunulan Aysel, ilerici fikirleri ve geleneksel toplumun baskıları arasında kalıp bunalıma girmiş bir figürdür.
Bir düğüne davetli konukların içsesleri eşliğinde anlatılan öykü Bir Düğün Gecesi’nin omurgasını oluşturur. Her bir içsesin tanığı ve aktarıcısı olan başkahraman Ömer, Ölmeye Yatmak’ın Aysel’inin kocasıdır. Aysel’in kendisini aldattığının farkında olan Ömer düğünün gelini ve Aysel’in yeğeni Ayşen’e olan ilgisini dizginlemeye çalışmaktadır. Kadın-erkek arasındaki yozlaşmaya yüz tutmuş ilişkiler Ölmeye Yatmak’ta olduğu gibi Bir Düğün Gecesi’nin de merkezinde yer alır. Sevgisiz, yalnız, özgürlüğüne düşkün karakterler ikinci romanda öne çıkar. İntihar laytmotifi orta sınıfa mensup bir aydının ağzından “İntihar etmeyeceksek içelim bari!” repliğiyle romana nüfuz eder ve roman faili meçhul bir silah sesiyle sona erer.
Darbeden yedi yıl sonra yayımlanan Hayır ilk iki romandan farklı bir anlatıma ve sese sahiptir. Ömer’le evliliği biten Aysel, Ömer’in yeğeni Ayşen’le evlenmesiyle içe dönmüştür. Sevgilisi Engin’den de ayrılan Aysel’in yıllardır arzu ettiği özgürlük ellerinde olmakla birlikte, hissettiği yalnızlık “dünya meselelerine” daha çok kafa yormasına yol açar. Beklendiği bir ödül törenine gitmeyen Aysel, yakınlarını meraka düşürür. Ortadan kaybolmuş görünen Aysel, romanın hayali figürü ve geleceğin ideal insanı Yenins ile sisler içinde görülür ve Hayır belirsizlikler içinde biter. Hayır’ın anlatı zamanı da ilk iki romanda olduğu gibi dar bir aralığı kapsar. Romanın anamekânı bir kuaför salonudur ve akışı kahramanın anılarında yaptığı yolculuklara ek olarak hayalleriyle de derinleşir. Cumhuriyet’in ideallerine sahip bireylerin anlatıldığı Ölmeye Yatmak ile açılan çevrim, sükûtu hayale uğramış kahramanların yarına dair idealleriyle kapanır.
Dar Zamanlar Cumhuriyet’in serüveninin toplumsal yaşamdaki yansımalarıyla aydınların hayal kırıklıklarını ve yaşamlarındaki değişimleri okura sunar. Öte yandan, yeni rejimin hedeflediği aydın profilinin siyasal ve toplumsal baskılar sonucunda uğradığı başarısızlığın da resmini çizer. Hayır’da tasarımı yapılan yarının ideal insanı ise inandırıcılıktan uzaktır. Adalet Ağaoğlu 1938’den 1980’lere uzanan süreçte çizdiği aydın karakterlerin kimliklerini sorgulamalarıyla dönemin siyasal ve toplumsal dönüşümlerini okura yansıtır.
İçerledik Çünkü Bizdendiniz
’80 sonrası, aydın için bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Toplumsal dönüşümün ideolojik meşruiyetini soldan alan egemenler, aydının çöküşüne yol açtılar ve onun nezdindeki büyük dönüşümü tamamladılar. Adalet Ağaoğlu da bu dönüşümden nasibini aldı. Karşıdevrim kurduğu baskıyla aydınları bunalttı ve kültür-sanat alanındaki kuşatma özellikle örgütsüz aydınları rahatlıkla ele geçirdi. Kimini yazarlık mesleğinin içine hapsederek, kimini demokrasi, insan hakları, sivil toplum gibi kavramlarla efsunlayarak. Adalet Ağaoğlu’nun mirasımızda ve belleğimizde elbette bir yeri var. Özellikle ’80 öncesi yazdıklarıyla bunu kesinlikle hak eden bir yazar Ağaoğlu. Öte yandan, 70’lerin ikinci yarısında TİP’in kültür-sanat bürosuna destek sunan, partinin alternatif plan çalışmalarına katkıda bulunan Adalet Hanım gibi bir aydının liberalizm tarafından bu kadar rahat kuşatılabilmiş olması genç kuşaklar açısından üzerinde düşünülmeyi, bundan dersler çıkarmayı zorunlu kılıyor. Ve biliyoruz, yarattığı ütopyaların peşinden koşan aydınımız sınıfıyla buluşacağı gün “büyük insanlık” için mücadele edilen toplumsal kurtuluş da gerçekleşmiş olacaktır.