Patronların Ensesindeyiz bir süredir ülkenin belli başlı sektörlerindeki vurgun hikayelerine odaklanıyor. Bu bağlamda “gerçek öykü” isimli dosyalar hazırlıyor. Bunlardan sonuncusu “Şehir hastanelerinin gerçek öyküsü”.
Patronların Ensesindeyiz, dosya ile ilgili farklı şehir hastanelerinde görev yapan hekimlerle konuştu.
Hazırlanan bu dosya haberin başında Şehir Hastaneleri’nin kuruluş öyküsü, sağlıkta dönüşümün tarihçesi ve Şehir Hastaneleri’nde yaşanan sorunlara yer veriliyor. Sizce bu anlatılanlar gerçeği yansıtıyor mu? Şehir Hastaneleri’ndeki sorunlar gerçekten dosyada anlatıldığı kadar yakıcı mı?
ME: Tabi ki, dosyada yer alanlar genel anlamıyla gerçeği yansıtıyor. Sorunların yakıcılığına dair yaşadığımız bazı olayları paylaşabilirim. Mesela, hastanenin kendi içinde bir kalite standardı var, bu kurallar tamamen hekimleri zora sokacak şekilde işletiliyor. Serviste yatan hastalar konsültasyon için polikliniklere gidebilecek durumda ise oralarda görülüp değerlendiriliyordu. Kalite birimi en son olarak yatan hiçbir hastanın polikliniğe taşınmayacağını, hekimlerin hastayı yerinde görmesi gerektiğine karar verdi. Bazı durumlarda ise bu imkânsız, mesela göz hastalıkları muayenesi özelliklidir ve cihazlar servislere taşınamaz. Bu durumlarda da hastanın taşınmasında hekimler yine angarya şekilde taşımada görev almak zorunda kalıyor.
Nöbetlerde 3-4 kata, tek temizlik personeli verdikleri oluyor. Temizlik personeli birimde tek başına çalışıyorsa onun molası süresince tıbbi işlemler öncesinde yapılması gereken temizlik ve dolayısıyla işlem aksayabiliyor. İnsanlar işlerine yetişemiyorlar, doğal olarak hemşire doktor ve şefleriyle hep sıkıntı yaşayıp çalıştıkları birim değişikliği ya da işten çıkarılmaya varan sorunlar yaşıyorlar. Bir keresinde yine az kişiyle çalıştıklarını bildiğimiz eczaneden acil tıbbi müdahale gerekebilecek olan hasta için acil olarak istediğimiz bir ilacı ‘yemek molasında olmaları’ gerekçesiyle alamadık.
Bir diğer sorun da yapılan işe yetecek malzeme olmaması bence. Mesela, günde en az 15-20 kez yapılan bir cerrahi operasyon için, ki bu bazen 30-40’lara çıkabiliyor, bu işlem için kullanılan steril cerrahi set sayısı 10 kadar. Öğleden sonraki operasyonlarda sterilizasyondan gelmesi bekleniyor, çok sıkışılırsa acil işlem için ayrılan setlerin veya başka operasyonlar için hazırlanan setlerin ikiye bölünerek kullanıldığı günler oluyor. Bu setlerin hepsi de aslında şehir hastanesine taşınan hastaneden ödünç alınmış setler. Yeni hiçbir set alınmamış bu hastaneye.
AR: Sağlıkta dönüşüm adı ile anılan politikalar bütününün kamucu sağlık anlayışını nasıl yıktığını ve bunun yerine piyasacı sağlığı adım adım nasıl yerleştirdiğini tüm meslek gruplarından sağlık emekçileri olarak yaşayarak gördük. Basamaklandırılmış sağlık hizmeti sunumu, koruyucu hekimlik, insanı yalnız fiziksel sağlığı ile değil sosyal yaşam içinde yerleşik bir varlık olarak gören sağlık anlayışı her adımda verilen mücadeleye karşın gözlerimizin önünde yok edildi diyebiliriz. Şehir Hastaneleri, kamuculuktan piyasacılığa uzanan bu yolda son durakların en önemlilerindendir. Bu doğrultuda, dosya haberde anlatılanlar tam anlamıyla gerçeği yansıtıyor. Bununla birlikte, Şehir Hastaneleri’nde yaşanan sorunlar, aksaklıklar dosyada ana hatlarıyla anlatılanın çok daha ötesinde boyutlardadır. Şehir Hastaneleri modeli ülkeye yayıldıkça bu sorunlar bütününün daha da derinleşeceğini kolaylıkla öngörebiliriz. Sağlık emekçileri, topluma vadedilenin tam tersine, inanılmaz bir işlevsizlik içinde çalışmaya zorlanıyor. Bu düzensiz çalışma ortamının oluşmasının en büyük nedenlerinden biri insan sağlığının değil, şirket kârlarının planlama merkezinde yer almasıdır. Günlük mesaimizde karşılaştığımız hemen her sorunun altında sağlık sunumunun değil faturalamanın öncelenmesi yatıyor. Hastanın sağlığına değil, hastaneye getireceği kâra odaklanılıyor. Her şey buna göre planlanıyor.
Bu sorunların başında hastaneye ulaşımın zorluğu, hasta güvenliği, yetki karmaşasının geldiği söyleniyor. Sizce bunlar Şehir Hastaneleri’nin temel sağlık hizmeti sunmasına bir engel teşkil ediyor mu?
ME: Ne yazık ki ediyor. Ve bu sorunlar hastalara yansımasın diye biz çabalıyoruz. Ulaşımla ilgili örnekler vereyim. Başka bir kuledeki tek bir konsültasyon hastası için asansör ve hastane içi köprü geçişleri kullandığımız yol ve muayene süresi ile birlikte bir saati geçkin zaman harcanabiliyor. Binalar öyle ki, bir kat dahi çıkmak için asansör kullanıyorsun, çünkü yangın merdivenleri ve bina içi merdiven kapıları kapalı. Bir kat açık iniyorsun aşağı kat kapalı mesela. Aşırı kullanışsız. Kuleler arasında, özellikle gece nöbetlerinde kendi araçlarıyla başka kuleye konsültasyon hastasını görmeye giden hekim arkadaşlar oluyor. Bir sağlık kurumunda her türlü her birime ulaşımın kolaylaştırılmış olması gerekir.
Yetki karmaşası da işlerin yürümesinde ciddi engel. Kan merkezinde kanamalı bir hastam için kan beklerken katta taşıma personeli olmaması ve bekleyemeyeceğimizi ifade ederek doktor kartımı göstererek kanı kendim almak istedim. Taşıma talebi olmadan veremeyiz dediler. Oysa hasta operasyon öncesinde çok kanayan bir vakaydı. Her yere imza atıp kan ürünlerini aldım ama hastanın ihtiyaç duyduğu bazı örnekleri cihaz eritirken patlattı. Hastanenin 4 kulesinin ortak kullandığı kan merkezinde belli sayıda plazma eritme cihazı var. En son kan örneklerini uygun ısıya getirmek için vücut ısımızı kullanmak zorunda kaldık.
Mesela “şikâyet talebi oluşturma” diye farklı bir mobbing tarzı var. Bakanlığın ihaleyle verdiği ve devrettiği birimleri yani özel şirket personelini ve birimini şikâyet edebiliyorsunuz. Ama Kızılay’a ait kan merkezi birimini ve bakanlığın kendi bünyesindeki laboratuvarları şikâyet edemiyorsunuz. Bu da özel şirket personelleri üzerinde ayrı bir baskı oluyor. Kendileri “şu kadar şikâyet talebim var, işte teşekkür talebi açar mısınız?” diyerek bizlerden ricaları oluyor ki şefleri gözünde iyi bir yere gelsinler.
AR: Şehir Hastaneleri, ulaşımın yok denecek kadar az olduğu bölgelere, insanlardan uzağa inşa ediliyor. Zaten düzensiz ve yetersiz olan toplu taşıma, hastanın kurumlara ulaşmasını zorlaştırıyor. Hastanın sağlık hakkına ulaşmasındaki engel ne yazık ki taşıma ile de sınırlı değil: Lüks otel görüntüsü ile hazırlanmış geniş holler, bitmek bilmeyen uzunlukta koridorlar, verimsizce tasarlanmış bina blokları hastaların içinde kayboldukları labirentlere dönüşüyor. Bunun yanında, bu tasarım seçiminin rastgele olduğunu asla söyleyemeyiz. Şehir Hastaneleri, insanları içine hapseden alışveriş merkezleri ile aynı mantıkla tasarlanıyor. Bu nedenledir ki ihalelerin verildiği şirketler genellikle alışveriş merkezleri yapan şirketler oluyor. Tüm bu keşmekeş, düzensizlik, plansızlık içinde hasta güvenliğinden bahsetmek neredeyse imkânsız… Ekipman ve personel yetersizliği hastaların işlemlerinin, tedavilerinin çoğu zaman aksamasına neden oluyor. Hemen her gün geç gelen ilaçlar, yapılamayan tetkikler, uygulanamayan tedaviler oluyor. Sağlık emekçileri kendi beden ve akıl sağlıkları pahasına bu aksaklıkların üstesinden gelmeye çalışsa da bu düzensizlik içinde yeterli sağlık hizmeti sunmak mümkün değil. Çoğu mesai günümüz görev tanımı karmaşasından doğan verimsizlik içinde geçiyor. Kullanılan bilgi yönetim sisteminin çoğu zaman sorun doğurduğunu, hastalara verilmesi gereken zaman ve emeğin elektronik ortamda harcandığını görüyoruz. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, son teknoloji cihazlarla, kocaman kapasitesi ile, harika bir sağlık hizmeti sunacağı iddia edilen Şehir Hastaneleri, hayli işlevsiz düzensizlik yumakları olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik, şirketlere verilen yatan hasta garantisini sağlayabilmek için kapatılan hastanelerin sunabildiği sağlık hizmetinin çok çok altında bir hizmet üretimi söz konusu….
Dosyanın genişçe bir bölümü bu KÖİ modelinin kaymağını yiyen şirketlere ayrılmış. Bu model hakkında ne düşünüyorsunuz? İngiltere’de duvara tosladığı söylenen bu modelde halen diretilmesinin sebebi sizce nedir?
ME: Aslında dışardan bakışta devlet hastanesi olarak bilinen ama her birimi başka başka şirketlere pay edilmiş bir proje. Her şirket kendi personel sayısını kendi belirliyor başhekimlikler talep etse de o şirket kazanç payını kendine ayırmak adına personel sayısı maksimumuz bu kadar diyebiliyor. Bu şekilde işlerin yürüyebileceğine inanmıyorum. Bunu görmüş olmalılar.
AR: KÖİ modeli, dosyada da ayrıntıları ile açıklandığı gibi, her zaman için kamu kaynaklarını özel sermayeye aktaran bir model olmuştur. Uzun yıllardır merkez Avrupa ülkelerinde uygulanan modelin hem kamu kaynaklarını tükettiğini hem de iddia edilenin tam tersine oldukça verimsiz ve halkın zararına olduğunu yaşayarak gördük. Ülkemizde AKP iktidarı ile doruk noktasına ulaşan yağmanın sürdürülebilmesi için KÖİ kisvesi altında, içeriği halka açıklanmayan sözleşmelerin düzenlenmesi ve kamunun, yani hepimizin, gittikçe daha çok zarara uğratılması en kolay yol olarak görülüyor. Bu yöntemin ısrarla sürdürülmesinin bir nedeni de devlet tarafından sağlanan sağlık hizmeti sunumunun giderek daraltılmak ve nihayet tümüyle özel sektöre bırakılmak istenmesidir. Yıllardır halkın kaynaklarını yağmalayanların en sonunda tüm yüzsüzlükleri ile “sağlık hizmeti vermek bizi zarara uğratıyor, devlet artık sağlık hizmeti vermeyecek” demesi hayli olası…
Sizce Şehir Hastaneleri’nin alternatifi ne olabilir? Kamucu bir sağlık anlayışı mümkün mü?
ME: Bir devlet hastanesi, hastaların en iyi şekilde hizmet alması ve çalışanlar için de en insancıl koşullarda çalışabilmesi için inşa edilmiş bir binaya sahip olmalı mesela. Çalışan sayısı ihtiyaca göre belirlenmeli, malzemeler, birimler arası koordinasyon tam olmalı. Aslında sorunları, yapılan yanlışları görüyoruz. İstenirse tabi ki çözüm mümkündür.
AR: Şehir Hastaneleri ile yapılmak istenen ne ise tam tersini yaparak tam tersi sonuçlar elde etmek mümkündür. Özel sermayeye açılan rant alanı yeniden kamuya verilmeli, hem fiziksel hem mecazi olarak tek elde toplanan sağlık hizmeti sunumu yaygınlaştırılmalı ve sağlık hizmeti sunumunun odağına kar oranları değil insan ve toplum sağlığı konmalıdır. Basamaklandırılmış sağlık hizmetinin yeniden uygulandığı ve koruyucu hekimlik anlayışının öncelendiği kamucu sağlık anlayışının yeniden sağlanması ancak bu politikaları bütünleyecek bir toplumsal yaşamın inşası ile yaşama geçer. Ücretsiz ve bütüncül sağlık hakkını kazanmak başta sağlık emekçileri olmak üzere tüm toplumun örgütlü mücadelesi ile mümkündür.