"Bizde ya da başka ülkelerde burjuva demokratik devrimin tamamlanıp tamamlanmadığı, arkaik bir sorudur. Sadece teorik anlamda değil, pratik/siyasal mücadele açısından da çağdışı kalmıştır."
Bizim Osman Çutsay, ara sıra da olsa yapıyor, arayı açmasa ne iyi olur. Oralardan aklı başında insanlarla konuşuyor, görüşüyor, yazıya döküp gönderiyor. Eskiden mülakat derdik, şimdi ülkemizde on binlerce emekçinin sürünmeye devam edeceği bir işe girmesinin önünde en kaba haksızlığın simgesine dönüşmüş uygulamanın da adı olduğu için kullanırken çekiniyor ya da vazgeçiyoruz, onun yerine röportaj mı demeli, görüşme mi, öyle bir çalışma yapıp göndermiş ve burada 14 Eylül günü yayımlanmıştı. O günlerde herhangi bir şey yazabilecek durumda değildim; yazamadım. Hemen sonra, 16 Eylül günü, Cemil Fuat Hendek’in o söyleşiden yola çıkan ve devrimci tartışmalar için örnek alınacak bir üslupla yazılmış, ama çok yerli yerinde dokunuşlar içeren bir yazısını okudum. Onun yazısının yeterince aydınlatıcı olmasının yanında sosyalistler arasındaki tartışmanın adabına ilişkin kurallara uyduğunu belirtmeliyim. Yine de, yıllardır benim yazdıklarımı okuyanlar bilirler, demokrasi neyim konu edildiğinde hiçbir doğru kelam beni kesmez, daha doğrusunu, daha acımasızını ararım. Bu yazı, huyum çıksın mı denir, o takıntımın ürünüdür. Takıntı dediysem, yanlış anlaşılmasın, her devrimcinin başında böyle bir takıntının var olmasını dilerim. Sağaltıcıdır.
Cemil Fuat dostumuz, "burjuva demokratik devrimleri" ile ilgili olarak bazı sorular ortaya atıyordu:
- "Ne zaman tamamlanır?
- Tamamlanması için bir ülkenin toplumsal yaşamında, alt ve üst yapılarda hangi dönüşümlerin gerçekleşmesi gerektiği üzerine bağlayıcı bir kurallar manzumesi var mıdır?
- Bu dönüşümlerin kalem kalem saptanarak bir çetele tutulması olanaklı mıdır?
- İddia sahiplerinin tamamlanmadığını düşündükleri dönüşümler burjuvazinin gündeminde gerçekten 'olmazsa olmaz' bir yer tutmakta mıdır?
- Tüm dünyada bu dönüşümlerin tam ve eksiksiz olarak tamamlandığı ülkeler hangileridir?”
Madem bu sorularla başladık, önce onların her biriyle ilgili en kısa yanıtlarla devam edelim.
Birincisi, burjuva demokratik devrimler hiçbir zaman tamamlanmaz. Bunun nedenleri sonraki soruların yanıtlarında gizlidir. Gizli dediğim, sıra onlara gelince anlaşılacaktır.
İkincisi, burjuva demokratik devrimlerinin tamamlanmasına ilişkin olarak herhangi bir ölçüt ya da, soruda yer aldığı biçimiyle, “bir kurallar manzumesi” yoktur. Bu konuda herhangi bir genelgeçer teorik/politik saptamadan söz edilemeyeceği gibi tarih boyunca inandırıcılık ve kabul edilebilirlik kazanmış bir gerçekleşme de ortaya çıkmış değildir.
Üçüncü soru, bir öncekiyle birlikte ele alınmalıdır ve yanıtı, hiç uzatmadan, hayırdır. Şöyle de anlatılabilir: Var mı yok mu ya da gerçekleşti mi gerçekleşmedi mi türünden bir çetele tutulabilmesi için, tutarlı bir ölçütler bütününün ya da “kurallar manzumesi”nin varlığı gerekir. Oysa, burjuva demokratik devrimleri söz konusu olduğunda böyle bir önceden belirlenmiş kurallar ya da hedefler manzumesi söz konusu değildir. Kurallar da hedefler de verili duruma ve burjuvazinin gücü ile tarihsel ve güncel korkularına bağlı olarak değişir.
Dördüncü sorunun yanıtı da, öncekilere verdiğimiz yanıtlar göz önünde bulundurulursa, apaçık bir hayır olacaktır. Önceki yanıtları söylenmemiş sayarak devam edersek, şunları ekleyebiliriz: Tarihsel olarak “burjuva demokratik devrimler” olarak söyleyegeldiğimiz devrimler sırasında öne sürülen dönüşümlerin, burjuvazinin gündeminde “olmazsa olmaz” bir yer tuttuğuna ilişkin inandırıcı kanıtlardan yoksunuz. Bunun “yoktur” diye kestirip atmamak için yazılmış zorlama bir cümle olduğunu söyleyen çıkarsa, itiraz etmem.
Son soruya, burjuva demokratik dönüşümlerin eksiksiz olarak tamamlandığı ülkeler hangileridir, sorusuna gelince buna vereceğim yanıtın, böyle bir ülke yok, biçiminde olacağı ise anlaşılmış olmalıdır. Daha doğrusu, önceki sorulara verdiğim yanıtlar, bu son soruyu anlamsız kılmaktadır.
Toparlamaya çalışırsam, bizde ya da başka ülkelerde burjuva demokratik devrimin tamamlanıp tamamlanmadığı, arkaik bir sorudur. Sadece teorik anlamda değil, pratik/siyasal mücadele açısından da çağdışı kalmıştır. Behice Boran’dan hatırladığımız ve bu konuda sadece ülkemizde değil uluslararası düzeyde de ön açıcı diyebileceğimiz “esas itibariyle tamamlanmıştır” saptaması bile yetersizdir. Demek istediğim, burjuva demokratik devrimler tamamlanmak için yapılmaz. Daha doğrusu, toplumsal sınıflar açısından onların tamamlanıp tamamlanmadığına ilişkin kabul edilebilir ortak ölçüler yoktur. Daha da doğrusu, o devrimler sırasında emekçi sınıflara verilen sözler yahut onların da katıldığı haykırışların bir sınırı vardır ve bu sınır burjuvazinin kendi açısından haklı korkularıyla belirlenir.
Tamamlanıp tamamlanmadığı sorusu, burjuvazi açısından geçersizdir; ancak, emekçi sınıfların bu sorunun peşine düşmeleri için aynı şeyi söylemenin çok kolay görünmediği düşünülebilir. Devrimin burjuva demokratik içeriği, tarihsel olarak ve genellikle, ülkenin toplumsal yapısının, sisteminin, kurumlarının orta çağ karanlığından, toplumsal hayattaki ve üretimdeki kapitalizm öncesi ilişkilerden belli ölçülerde temizlenmesi anlamına gelmiştir. Örnek olsun, 1917’ye kadar Rusya’da, monarşi, topraktaki mülkiyet biçimi, kadınların durumu, ulusal baskı, vb. bunun göstergeleri arasındaydı. Geçmiş yüzyıllardan beri, bunlara ve benzerlerine ilişkin demokratik talepleri gerçekleştirme sözleriyle yola çıkan burjuva devrimlerinin önderleri, bu sözlerini tutmadılar. Tutamazlar; çünkü onlar “kutsal özel mülkiyet hakkı”na duydukları “saygı” ile sınırlanmışlardır. Ama işçi sınıfı, burjuva demokratik devrimin kazanımlarını pekiştirmek için daha ileri gitmek zorundaydı; öyle de yapmıştır.
Nitekim, geçen yüzyılın büyük proleter devrimcileri de burjuva devrimleri ile sosyalist devrimler arasındaki bu tür bir bağlantıya dikkat çekmiş, önem vermişlerdir. Ancak, bu önem verişi daha sonraki demokrasi savaşçılığı aşamasına ulaştırmakla suçlanamayacak olanların başında gelen Lenin’in, sosyalist devrimin dördüncü yıldönümündeki şu sözleri bugün hâlâ, üstelik her zaman olduğundan daha çok yol göstericidir:
“Biz, burjuva demokratik devrimin sorunlarını, geçerken, asıl ve gerçekten proleter-devrimci eylemlerimizin bir ‘yan ürünü’ olarak çözdük. Her zaman, reformların, devrimci sınıf mücadelesinin bir yan ürünü olduğunu söyledik. Yine söyledik ve eylemlerimizle kanıtladık ki, burjuva demokratik reformlar, proleter, yani, sosyalist devrimin bir yan ürünüdür.”
Bu özet değerlendirmeden ne demokratik devrimi tamamlamak çıkar, ne de bu başarılıncaya kadar sosyalist devrimi ve sosyalizmi gündemin dışına atmak… Ama çıkmıştır; çıkarılmıştır demek daha doğru. “Aşamacılık” denebilecek bir sapmadır bu. Hemen her işte, her mücadelede, çıkılan her yolda varlığı doğal karşılanacak aşamaların bulunması, bunların birbirini izlemesi, kimi zaman biri bitince ötekinin başlaması, kimi zaman biri bitmeden bir sonrakinin belirli özelliklerinin ortaya çıkması, bütün bunlar, mümkündür. Mümkün olmanın ötesinde, pek çok iş ve eylemin gerçekleştirilmesi genellikle böyle anlatılabilecek bir seyir izler. “Aşamacılık” dediğimiz ise emekçi sınıfların toplumsal mücadelesinin birbirinden kesin sınırlar ile ayrılmış aşamalarının bulunduğu ve biri tamamlanmadan ötekinin gündeme getirilmesinin neredeyse ihanet nitelemesini hak edecek ağırlıkta bir yanılgı olduğu düşüncesidir. Bu düşüncenin en yıkıcı etkisi, işçi sınıfının öncülüğündeki emekçi yığınların devlet iktidarını ele geçirmesini öngören, adına sosyalist devrim dediğimiz mücadelenin ertelenmesi, git gide unutulması ve unutturulması ile ortaya çıkar.
Bitirmeden, demokrasi denen “şey”in yeterince anlaşılmayan bir özelliğine değinmek, sadece değinip bırakmak istiyorum. İleriki günlerde geliştirmek üzere…
Kapitalist sınıf açısından, demokrasinin, kendi demokrasisinin de denebilir, yirminci yüzyılda belirginleşen bir özelliğinden söz edebiliriz. Bunu geriye dönüş ya da geri dönüşü kolaylaştırma özelliği olarak adlandırmak mümkün. Geçen yüzyılda iki dünya savaşı, yıkıcı ekonomik bunalımlar, kapitalizmin mezar kazıcılarının kendi düzenlerinin sahneye çıkması ile sahneden çekilişinin birbirine çok yakın zamanlarda gerçeklik kazanması türünden sarsıcı olayların etkisiyle ortaya çıkan bu geriye dönüş özelliğinin kapitalist sınıfa doğrudan ve dolaylı iki önemli katkısı olmuştur. Doğrudan katkı, emekçi sınıfların “demokratik” sözcüğüyle adlandırılagelmiş kazanımlarının törpülenmesi, hatta büyük ölçüde geri alınmasıdır. Dolaylı katkı ise emekçi sınıfların saflarında gerçek, çağdaş, ileri ve benzeri sıfatlarla süslenerek demokrasinin yeniden kazanılması biçiminde dile getirilebilecek yanıltıcı bir hedefin yaratılmasıdır.
Oysa asıl geri kazanılması gereken, sosyalizmin, işçi sınıfı ve bütün emekçi sınıfların gerçek kurtuluşu olarak anlaşılması ve toplumsal mücadelelerin birincil hedefi konumuna yükseltilmesidir.