Aslı’yı kapitalist sağlık sistemi öldürdü

Covid-19 krizinin ikincil etkileri artık somut olarak gündemimizde. Kapitalist sağlık sistemi salgınla mücadelede de, Covid dışı hastalıklarla mücadelede de büyük açıklar veriyor.

Kurtuluş Ovalı

COVID-19 resmi rakamlara göre bugün itibariyle 130 milyon insanı hasta ederken yaklaşık 3 milyon kişinin ölümüne sebep oldu. COVID-19 önlemleri açısından birçok ülke tam ve/veya kısmi kapanmalara giderken dünyadaki sağlık harcamalarının neredeyse %90’ının gerçekleştiği merkez kapitalist ülkelerde bile sağlık sistemleri pandemi öncesindeki birçok önleyici / koruyucu / tedavi edici hizmetlerine ara vermek zorunda kalmış durumda. Oysa ‘’salgının hastanede karşılanması”nın büyük bir hata olduğu tüm toplumsal hekimlerin ortak görüşü idi1.

Bu hizmetlerdeki aksamaya aslen COVID-19 pandemisiyle ilgili tıbbi mücadele ve müdahalenin, ülkelerin hemen hepsinde üçüncü basamak hastanelerde ve semptomatik tedaviye yönelik olarak başlatılmasının sebep olduğu düşünülmektedir. Yirmi beş gün yatak sırası beklediğini söyleyen Aslı Özkısırlar’ın ölüm haberi de pandeminin üçüncü dalgalanmasına girmemiz nedeniyle hastanelerde yer bulun(a)maması olarak okunabilir2.  Ancak sadece bu okuma eksik kalacaktır. 

Çünkü sadece bu okuma, daha fazla kar etme üzerine kurulmuş olan kapitalist üretim modeli nedeniyle hasta sayılarında azalma olmaması ve önleyici / koruyucu olmak yerine sermayenin gereksinimi doğrultusunda örgütlenmiş ve kurgulanmış olan sağlık sistemlerinin bozukluğunun üzerini örtecektir3.

Yaklaşık 70 yıl önce refah devleti veya sosyal güvenlik ağı uygulamalarının bir anlamda kapitalist sanayi toplumlarında, komünizm tehdidine karşı, bir tür sosyopolitik aşı olarak kullanıldığı merkez kapitalist ülkelerde ve ülkemizde son 20 yılda hem birinci basamak sağlık hizmetlerinin hem de sosyal güvenlik sistemlerinin sağlıkta dönüşüm adıyla yerle bir edilmesi sonrasına denk gelen COVID-19 krizi kapitalist sağlık sistemlerinin berbatlığını tekrar gözler önüne sermiştir.

Örneğin, kanser tanıları gecikmiş, kanser tanılı hastaların ameliyatlarında aksamalar olmuş, lohusalık çağı ölümlerde artış olmuş, çocukluk çağı aşılamalarında belirgin aksaklıklar oluşmuş, akıl ve ruh sağlığı hastalıkları ile alkol ve uyuşturucu madde kullanımı artmış, önlenebilir bir başka hastalık olan tüberkülozda 10 yıl geriye gidilmiştir. Burada COVID-19 krizinin sağlık açısından ikincil etkileri incelenecektir.

Kanser tanı ve tedavisinde gecikme

Temmuz ayı sonunda The Lancet dergisinde çıkan bir çalışma tanıdaki gecikmelerin kanser üzerindeki etkisini araştırmıştır4. Yazarlar COVID-19 salgınına yanıt olarak Mart 2020'de Birleşik Krallık'ta (UK) ulusal bir kilitlenme başlatıldığından beri, kanser taramasının askıya alınması ve rutin teşhis çalışmasının ertelenmesinin etkisini araştırmayı amaçlamışlardır. 

UK’de kanser tarama hizmetlerinin askıya alınmasıyla kilitlenmenin başlamasından bu yana hastaların tanıya giden yegane yolları olan pratisyen hekimler tarafından başlatılan şüpheli kanser sevk yolu kapanmıştır. Böyle olunca da tanıya giden yolda sorunlar oluşmaya başlamıştır. Yazarlar bu durumu göz önüne alarak kilitlenmelerin olası derecelerine göre üç farklı senaryo oluşturmuşlardır.

Senaryo A’da 1 aya kadar, Senaryo B’de 3 aya kadar ve Senaryo C’de 6 aya kadar gecikme modellemeleri yapılmıştır. Üç farklı senaryoda, pandemi öncesi rakamlarla karşılaştırıldığında, teşhisten sonraki 5 yıla kadar meme kanserine bağlı ölümlerin sayısında %9.6'lık, kolorektal kansere bağlı ölümlerde %16.6’lık, akciğer kanserine bağlı ölümlerde %5.3’lük; ve özofagus kanserine bağlı ölümlerde %6’lık artış olacağı tahmin edilmiştir. Bu sonuçlara göre bu dört tümör için 5 yıl içinde en az 3291 fazladan ölümün yaşanacağı hesaplanmıştır. Bu kanserler nedeniyle kaybedilecek toplam ilave yaşam yılının ise en düşük 59 bin yıl olacağı tahmin edilmiştir.

COVID-19 pandemisine bağlı tanısal gecikmelerin bir sonucu olarak tüm dünyada önlenebilir kanser ölümlerinin sayısında önemli artışlar beklenmektedir. Biraz spekülatif gibi görünse de, bu çalışmanın sonuçlarının basit bir hesapla dünya nüfusuna yansımasının yapılması durumunda ise 5 yıl içinde tüm dünyada en az 3.7 milyon hastanın, aslında kurtarılabilecek iken, kanser nedeniyle fazladan öleceği tahmin edilebilinir.

Kapitalizmin son krizi COVID-19’un kanser hastaları üzerindeki yıkıcı ikincil etkileri başka çalışmalarda da incelenmiştir. Kanser semptomları olanların %45'inin salgının ilk dalgası sırasında, COVID-19'a yakalanma korkusu ve sağlık sistemine fazladan yük uygulamaktan kaçınmak gibi nedenlerle, hekimleri ile temasa geçmedikleri tahmin edilmektedir5. Sonuç olarak, Birleşik Krallık’ta şüpheli kanser sevkleri 2019'un aynı dönemine göre 350 bin azalmıştır. Geçen yıla göre de 40 binden daha az insan kanser tedavisine başlamıştır. Her ne kadar bu aşırı teşhis oranlarında azalmaya sebep olmuş olsa da, gecikmiş teşhis oranlarında da artma izleneceği kesindir. 

Üstelik bu durumun sadece COVID-19 pandemisinde sınıfta kaldığı belirtilen İngiltere, ABD gibi ülkeler haricinde COVID-19 açısından ''övülen'' ülkelerde de aynı olduğu görülmektedir. Örneğin, Avustralya'nın bir eyaletinde, pandeminin ilk 6 ayında yaklaşık 2500 kanser teşhisinin gözden kaçırıldığı tahmin edilmektedir.

İtalya'da Mart-Mayıs 2020 arasında gerçekleşen kilitlenmeden sonraki ilk çeyrekteki cerrahi aktivitenin değerlendirildiği bir çalışmada Haziran ve Eylül 2020 arasında akciğer kanseri için akciğer cerrahisi sayısında %36'lık bir düşüş olduğu gösterilmiştir6. Ayrıca, genellikle tarama ile veya tesadüfen saptanan en erken evre akciğer kanseri hastalarında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir azalma saptanmıştır.

İngitere’de Mayıs ayında yapılan bir başka araştırmada ise tüm kanser ameliyatlarının altı ay ertelenmesi durumunda hastanede kurtarılan her on COVID-19 hastası için dört kanser hastasının ölebileceği belirtilmiştir. Aynı araştırmaya göre ameliyatlarda olan üç aylık bir gecikmenin beş yıllık sağkalımı kesin olan, aslında tam kür sağlanan olarak kabul edilebilinir, 5 binden fazla kişinin erken ölümüne sebep olacağı iddia edilmiştir7

Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Sistemi'nde (NHS) şu anda ameliyat için bekleme listelerinde 4,6 milyondan fazla kişinin olduğu ve 300 bin kişinin 12 aydan uzun süredir bekleme listesinde yer aldığı belirtilmiştir. Bu bekleme süresi salgın öncesine göre 100 kat daha fazladır.

Görüldüğü üzere kapitalizm her zaman olduğu gibi ölümleri önlemek üzere değil ölüm sayılarını azaltmak üzere kurgulanmış bir sistem olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu da salgının kapitalizmin tarihsel iflasının bir başka kanıtıdır.

2 yaş altı çocuklarda aşılama oranlarında azalma, 5 yaş altı çocuk ölüm sayılarında artma ve doğum sonrası kadın ölümlerinde artma

Amerikan Hastalık Önleme ve Tedavi Merkezi Haftalık Morbidite ve Mortalite Raporu’na (CDC-MMWR) göre ABD'de son dört yılın verileri ile karşılaştırıldığında 2020 Mayıs ayında, yani pandeminin ilk dalgalanmasında, 2 yaş altı çocuklarda aşılama %50'ye yakın oranda düşmüştür8

Dünya Sağlık Örgütü’nün 129 fakir ve orta gelirli ülkede yaptığı bir araştırmaya göre de bu ülkelerin 68’inde, pandemi döneminde aşı hizmetlerinde belirgin aksaklık yaşanmış ve bunun 80 milyon bebeği ölümcül olan önlenebilir hastalıklar olan difteri, kızamık ve çocuk felci gibi hastalıklara yakalanma riskine sokabileceği belirtilmiştir9. Bunun sebebi hem aşı sevkleri için gerekli olan finansmanın COVID nedeniyle sağlanmasında eksiklik, ebeveynlerin hastalığa yakalanmaktan korktukları için aşılama hizmetlerine başvurmamaları ve de en önemlisi sağlık çalışanlarının başka görevlerde görevlendirildikleri için aşılama hizmetlerinde aksaklık olması olarak açıklanmıştır. DSÖ böyle devam edilmesi durumunda ölümcül salgınının bir diğeriyle değişme riskinin olduğunu belirtmiştir. 

77 ülkede yaz boyunca yapılan bir UNICEF anketine göre de ülkelerin yaklaşık %68'inin çocuklar ve bağışıklama hizmetleri için sağlık kontrollerinde bozulma bildirdiğini ortaya koymuştur10. Buna ek olarak, ülkelerin %63'ü doğum öncesi muayenelerde aksamalar ve %59'u doğum sonrası bakımda aksamalar bildirmiştir.

Mayıs ayında, Johns Hopkins Üniversitesi tarafından yapılan farklı oranlarda sağlık sisteminde bozulma ve çocuk beslenmelerinde azalma şeklindeki bir modellemede, COVID-19 nedeniyle yaşanacak aksamalara bağlı olarak günde yaklaşık 6 bin fazladan çocuğun ölebileceği gösterilmiştir11

Bu çalışmadaki en az şiddetli senaryonun bile altı ay içinde 253 bin ek 5 yaş altı çocuk ölümü ve 12 bin ek anne ölümüyle sonuçlanacağı, en ciddi senaryo modellemesinde ise 1.1 milyon ek 5 yaş altı çocuk ölümü ve 56 bin ek anne ölümü ile sonuçlanacağı ortaya konulmuştur. Bu ek ölümler, 118 ülkede her ay 5 yaş altı çocuk ölümlerinde %10 ile %45'lik bir artışı ve anne ölümlerinde her ay %8 ile %39'luk bir artışa denk düşmektedir.  

COVID-19 salgınının sağlık hizmetleri üzerinde ve buna ikincil olarak hamilelik sonuçları üzerindeki etkisini inceleyen bir çalışmada pandemi öncesine göre pandemi sürecinde ölü doğumda 1.3 kat ve anne ölümlerinde 1.4 kat artış belirlenmiştir12. Bu araştırmaya göre küresel olarak maternal ve fetal sonuçlar, COVID-19 salgını sırasında anne ölümlerinde, ölü doğumlarda, rüptüre ektopik gebeliklerde ve maternal depresyonda artışla kötüleşmiştir.

Görüldüğü gibi kapitalist üretim tarzının yarattığı pandemi sadece bugünü değil geleceğimiz olan çocuklarımızı da tehdit etmektedir.

Tüberküloz ve tüberküloz nedenli ölüm oranlarında artış

Önlenebilir bir başka hastalık olan Tüberküloz, 2019'da 10 milyon insanı etkileyen ve 1.4 milyon kişinin ölümüne neden olan toplumsal bir katildi. Şimdi de COVID-19 ve Tüberküloz ölümcül ikili bir tehdit oluşturuyor. Sınıfsal eşitsizlikler ve yoksunluk/yoksulluktan beslenen bu her iki hastalıktan Tüberküloz salgını, COVID-19 salgını nedeniyle kötüye gitmiş ve çoğu ülkede tüberküloz bildirimlerinde büyük düşüşler izlenmiştir13

COVID-19 salgınında üç aylık bir kilitlenme ve 10 aylık uzun süreli düzelmenin 2020 ile 2025 arasında 6,3 milyon ek tüberküloz vakasına ve bu süre zarfında 1,4 milyon ek tüberküloz nedenli ölüme neden olabileceğini göstermektedir14. Bu rakamlar, tüberküloz ile mücadelede en az 5-8 yıllık bir gerileme anlamına gelmektedir.

Dikkatin ve kaynakların tüberkülozdan uzaklaştırılması, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde hastalığın tanı ve tedavisi üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olabilir. Küresel tüberküloz tespitinde %25'lik bir düşüşün tüberküloz prevalansında %13 artışa yol açacağı tahmin edilmektedir15

Stop-TB Ortaklığı'nın Mart ayında paylaştığı bilgilere göre dünyadaki toplam tüberküloz olgularının %60’ını Bangladeş, Hindistan, Endonezya, Myanmar, Pakistan, Filipinler, Güney Afrika, Tacikistan ve Ukrayna’daki tüberküloz hastaları oluşturmaktadır16. 2020 yılında bu dokuz ülkede tüberküloz tanı ve tedavisinde ortalama %23 (%14 ile %41 arası) azalma görülmüştür. Bu durum dünyayı verem ile savaşta 12 yıl önceki tanı ve tedavi düzeyine geriletmiştir.

Türk Toraks Derneği’nin ‘’En Büyük Pandemi: Bitmeyen Tüberküloz Salgını’’ başlıklı basın bildirisine göre COVID-19 salgını, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tüberküloz kontrolünü olumsuz yönde etkilemiştir17. Bildirinin bir bölümünü ülkemizdeki durumu gözler önüne sermektedir;

‘’Verem Savaş Dispanserleri’nde yapılan muayene sayısı, korumaya alınan kişi sayısı, yapılan temaslı muayene sayısı ve bakteriyolojik inceleme sayıları yaklaşık %40 düzeyinde azalırken yeni kayıt edilen tüberkülozlu hasta sayısı %26 oranında azalmıştır. Ülkemizdeki 2020 yılı tüberküloz verileri henüz açıklanmadığı için, COVID-19’un tüberküloz hastalığına etkisinin boyutlarını henüz tam olarak bilinmemektedir. COVID-19 salgını nedeniyle, hastalar sağlık kurumlarına ya geç başvurmakta ya da hiç başvurmamaktadırlar. Tüberküloz hastalarına yeterli zaman ayrılamıyor olması, tüberküloz ile ilgili sağlık personelinin filyasyon için görevlendirilmesi, tüberküloz laboratuvar işlemlerinin sayısındaki düşüş, hastaların yeterince takip edilememesi önemli sorunların başında gelmektedir.’’

Bu verilerden hareketle pandemide bir milyondan fazla kişinin tüberküloz teşhisinin göz ardı edildiği söylenebilir ve kapitalizmin bu sayının artmasını önemsemeyeceği ortadadır. Birçok bilim insanı tüberküloz teşhisini yeniden canlandırmak için COVID-19'dan alınan derslerin bir fırsat olduğunu düşünmektedir. Ancak COVID-19'dan alınması gereken en önemli ders "üretim ilişkilerini değiştirmek ve sınıfsızlığa ilerlemek" olmalıdır ve bunun kapitalist düzende olmayacağı açıktır. Toplumsal hastalıklar toplumsal müdahaleler ile düzelebileceğinden kapitalizmin hüküm sürdüğü tüm coğrafyalarda bunun imkanı yoktur. 

İşsizlik ile birlikte gelen akıl ve ruh sağlığı hastalıklarında artış

Kapitalizmin önceki krizlerinde de işsizlikle ilişkili akıl ve ruh sağlığı hastalıklarında ve intihar oranlarında artış olduğu görülmüştür. Uluslararası Emek Organizasyonu’nun Mart 2020 tarihli raporuna göre pandemik kriz ile işsiz sayısında en düşük 5,3 milyon, en yüksek 24,7 milyon artış bekleniyordu18. Ocak ayında yayınladığı yedinci rapora göre ise küresel işsizlik 33 milyon artmıştır. 

Yapılan bir çalışmaya göre ILO'nun belirttiği işsizlikte yüksek artış senaryosuna göre işsizlik ile ilişkili intiharlarda yılda yaklaşık 9570 kadar bir artış beklenirken düşük artış senaryosunda ise işsizlik ile ilişkili intiharlarda yaklaşık 2135 artış bekleneceği belirtilmiştir19

Ekonomide küçülme ve kapitalist sağlık sistemlerinin COVID-19 salgınına odaklanması, akıl ve ruh sağlığı açısından sorunların sınıfsal dağılım göstereceği görülmektedir. 

Son söz

Bu bilimsel veriler ve örneklerin hepsinden yapılacak çıkarım bu örneklere sebep olanın, COVID-19’dan daha çok, kapitalizmin kendisinin olduğudur. Yeni tip koranavirüs pandemisinin tek başına bir sağlık sorunu olmadığı açıktır. Asıl sağlık sorunu salgınla mücadele ediyormuş gibi yapan kapitalizmin kendisidir.

Milyon başına düşen yatak ve sağlık emekçisi sayısı ile övünen ancak niteliği ve dağılımdaki eşitsizliği göz ardı eden, yıllardır sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenen, her seferinde toplumsallığı değil bireyselliği öne çıkaran kapitalist sağlık sistemleri pandemi döneminde sınıfta kalmıştır. Oysa sosyalist örgütlenmeye giden Küba ve Vietnam gibi ülkelerde emekçi sınıflar salgından çok iyi korunmuşlardır. Dünyada bin kişi başına düşen sağlık emekçisi sayısında lider olan Küba’da hastanelerdeki sağlık emekçilerinin örgütsel dağılımında bir sıkıntı yaşanmamıştır. Resmi verilere göre Vietnam’da son dört aydır COVID-19 nedenli ölüm gerçekleşmemiştir. Vietnam sağlık sisteminin örgütlenme modeli ile üçüncül temaslıları bile birinci basamak sağlık kurumlarında teste tutabilmiş ve geliştirdikleri karantina evleri ile yayılımı son 14 ayın altısında sıfıra indirmiştir.

Salgınla mücadele ediyormuş gibi yapan kapitalizm ise bir yandan da tüm emekçileri diğer önlenebilir hastalıklar ile mücadelede de yalnız bırakmıştır. Sermaye için her seferinde sınırsız kaynaklar sunarken emekçiler için, sağlık konusunda da, kaynaklarımız sınırlı özrünün arkasına sığınmış ve hem COVID-19 nedenli hem de başka hastalıklar nedenli emekçilerin daha çok hastalanıp daha çok ölmesine göz yummuştur. 

Hem COVID-19’dan hem de yukarıda belirtilen onun sebep olduğu ikincil durumlardan kurtulmanın tek yolu kapitalizmin kendisinden kurtulmaktan geçmektedir. Başka her türlü tedavi reçetesi pansuman bir çözüm olarak kalacaktır.