Asıl kötü haber de şu ki, sosyalist iktidar perspektifi solu mesafe ayarı tuzağından çıkartır, ama her zaman başka ana akımların makyajcısı olan liberalizmin böyle bir şansı yoktur.
Köşe yazılarından dizi yapmak okur-dostu bir iş değil. Hele günümüzde, her gün göz attığımız çok sayıda materyali ek okumalara gerek kalmaksızın anlamak, yargımızı oluşturmak istiyoruz. Haklıyız… Ama bir devam yazısı yazmaktan uzak durayım diye geçen haftaya gönderme yapmadan da edemeyeceğim.
Geçen hafta bu köşede kabaca şunu anlatmaya çalıştım: Türkiye solunun Kemalizm’le tarihsel sınavında, sorun çoğu zaman bir “mesafe tayini” olarak yaşanmıştır: Ne kadar, ne zaman, hangi koşullarda yakın veya uzak olunacak?
Bu sorunun içine yerleştirildiği bir siyasi iktidar mücadelesi bağlamının oluşturulabildiğini ise göremeyiz. Mustafa Suphi ve yoldaşları kısa ve sonu yalnızca trajik bir katliamla değil ağır bir yenilgiyle gelen bir deneme yaptılar. Behice Boran ve yoldaşları sosyalist devrim teziyle güçlü bir teorik zemin oluştururken bunu pratikte güçlü bir mücadeleye evriltemediler. Bunların dışında sol nice kahramanca ve kararlı direnişe, nice ısrarlı ve becerikli örgütlenme hamlesine imza attı. Binlerce insanın yaşamını feda edecek ölçüde devrime bağlanması da, 1970’lerde işçi sınıfının politik partisiyle ileri bağlar kurması da asla hafife alınamaz. Ancak büyük emekler ve bedeller, sosyalist iktidar hedefine değil demokrasinin genişletilmesine ve kurtarılmasına bağlanınca buruk bir yerde kaldık. Geçen hafta dedim ya; sol bizim ülkemizde devrimi düşlemeden güçlenemezdi, güçlenemez!
Cumhuriyet devriminin kazanımları uzun süre Türkiye kapitalizminin içinde kötürümleştirilerek bir yerlerde tutuldu. Bu koşullarda sol mesafe ayarını yapmakta zorlanmış, kısırlığı aşamamıştır. Solun liberal kolu ise Kemalizm ve Cumhuriyet alerjisi köprüsünden karşıdevrimle yan yana geldi. Öyle ki, Abdullah Öcalan’ın, çözüm sürecinin düşünsel altyapısına eklediği, Kemalizm’i olumlayan yapıtaşlarından samimi olarak kimse etkilenmedi. Liberaller bile o açılımları pragmatik ve reel politik bulmuş, teorik konumlanışlarında Cumhuriyet-karşıtlığını sürdürmüşlerdir. Zira burjuva modernitesinin yine burjuva ama demokratik bir alternatifi olamazdı. Sosyalizmi hedeflemeyenler, en azından tarihin bir dönemecinden itibaren modernleşmeye, burjuva devrimciliğine, cumhuriyetçiliğe de düşman olurlar.
Hangi dönemeç? Lenin’in, emperyalizm çağını burjuvazinin devrimci barutunu yitirmesi ve toptan gericilik olarak damgalayışı, çoğu zaman, açık veya örtük biçimde “reel politik” bir söylem sayılmış ve sosyalizme yönelmeyen demokratikleşme programlarında ısrar edilmiştir. Oysa Lenin çok haklıydı! Türkiye’de de kapitalizmin 1923’e önce yabancılaşması, sonra düşmanlaşması bu tezin teyididir.
Sözcüğün olumsuz anlamıyla pragmatik davranan, soluyla sağıyla liberaller oldu. Şeriatçılar müttefik olarak artık onları tercih etmez olunca değişti işler. Üstelik burjuvazinin -eskilerin tabiriyle- önce gardıroba kapatıp sonra milli günlerde reklam metni yazarlarına havale edip kurtulmak istediği Kemalizm, hiç olmadık biçimde topluma yayılıyordu. Öyle resmi bayram kutlamasına da benzemiyordu bu yeni olgu. Doruk noktası 2013 Gezi patlamasıdır. Bu halk hareketinin kimlikçiliğe, sivil toplumculuğa sığdırılması denenmiş, ama temel referansının Cumhuriyet kazanımları olduğu gerçeği örtülememiştir.
Uzatmayayım, liberal cephede bir dönem Kemalizm’in sonu kutlandı, buna post-Kemalizm dendi. Ama hayat doğrulamayınca “sonranın-sonrası” konuşulur oldu. Cumhuriyetçilik bir süre burjuva düzeninin bir unsuruydu. Şimdi burjuva karşıdevrimine direnişin motifi haline geldi. Bu değişim liberal bir zihin egzersizini zorunlu hale getirdi. “Post-post-Kemalizm” tartışması bunun tezahürüdür. Şimdi düşünme sırası liberallerdedir; toplumsal dokuya yayılan Kemalizm’e ne mesafede duracaklardır?
Solun deneyiminden ders çıkartılması mümkün. Mesele mesafe ayarı değil. Cumhuriyetçilikle sosyalizmin kuracakları devrimci formül, “solun Kemalist sapması” ve “Kemalistlerin vesayetçiliği” şablonlarıyla mahkûm edilemez, şurasını beğenip burasına kulp takarak yaklaşmaktan bir sonuç alınamaz. Asıl kötü haber de şu ki, sosyalist iktidar perspektifi solu mesafe ayarı tuzağından çıkartır, ama her zaman başka ana akımların makyajcısı olan liberalizmin böyle bir şansı yoktur.