Seçimden sonra tartışmamız, geleceği açmak için konuşmamız gerekenler arasında bunlar da var. Düzeni değiştirebilmek için…

Seçimden sonraya kalanlar ve bir kitap

Sözün bittiği yer denir ya; 14 ve 28 Mayıs seçimleri hakkında da tam oradayız. 

Bana sorarsanız, daraltılmış anlamıyla seçime dair konuşmanın anlamı yok derim. Ama seçim denen vaka, toplumsal durumun çarpıtılmış bir fotoğrafıdır; ve toplumsal durumun ne yönde ve nasıl değiştirilebileceği ilerici siyasetin temel konusudur. Dolayısıyla konuşacağız, yazacağız, tartışacağız. Ama geride kalan birkaç haftanın üstünde tepinmek için değil, uzak bir geleceğe kayıt düşelim diye hiç değil, yakın geleceği kurmak için. 

Zaten tarihsel bir dönemeçten geçilirken, durup sadece o anı, yani bu örnekte “seçimde ne yapıldı, ne yapılmalıydı”yı irdelemek çok tuhaf olmaz mı? Seçim yalnızca, bol bol parayla, usulsüzlükle, adaletsizlikle, eşitsizlikle, medya bombardımanıyla, yalanla, barajla alabildiğine çarpık hale getirilmiş bir fotoğraftır. O haliyle, tereddüt etmeden geride bırakalım, derim. İşin geçmişten gelip geleceğe uzanan dinamik yanına gelince, tek dakika kaybetmeye tahammülü olmayan işler, bizi bekliyor. Yapmak için konuşmalı, konuşarak yapmalı…

Ben, bu Cumartesi “seçimden sonraya kalanlar” derken, bir kitabı konuşmak istiyorum. 

Aykurt Nuhoğlu’nun Çatlağın Arkası başlıklı anılarının yayın tarihi Mayıs 2023 diye not edilmiş kitabın künyesine. Daha erken bile olabilirdi. Seçim yüzünden, seçimden sonraya kaldı. Yazılama yayınevi adına kitaba kısa bir sunuş yazısını benim kaleme almış olmam, okuyucusuyla daha pek yeni buluşmakta olan bu çalışma hakkında ilk yazan kişi olmamı da açıklayacaktır. “İlk” derken, yayınlandıktan sonraki ilk diye belirtmeliyim. Kitabı daha taslak halindeyken okuyup duyuran Mine Kırıkkanat’a haksızlık olur yoksa:  Hem ben de, daha önceden haberdar olduğum çalışmanın tamamlandığını Kırıkkanat sayesinde öğrenmiştim. 

Çatlağın Arkası, AKP’nin alternatifi olarak sahne alan muhalefeti, onun merkezindeki Cumhuriyet Halk Partisi’ni zorunlu olarak konu alıyor. Kadıköy’ün bir önceki dönem belediye başkanlığını üstlenen Aykurt Beyin eleştirisinin içerik itibariyle hayli sert olacağını tahmin edersiniz. Seçimin öncesinde yayınlanması halinde kitap hakkında muhtemelen ağır bir hüküm verilebilirdi. “Muhalefete muhalefet etmek” diye bir suç var, barajlı siyaset dünyasında!

Böyle bir karar CHP’nin organik parçası olduğu ve aslında yazarın asıl gündemini tanımlayan “düzen eleştirisini” boşa düşürmeye hizmet ederdi. Nuhoğlu’nun aktardığı deneyimler ve çıkardığı dersler yerine, bunları ne maksatla yazdığı, Yazılama yayınevinin de niye şimdi bunları ortalığa saldığına takılıp kalabilirdi ilgili kamuoyu. Gerçi 28 Mayıs ertesinde muhalefetin içine yuvarlandığı didişme ortamını görünce insan tereddüde düşmüyor değil. At iziyle it izini birbirinden ayırt etmek düzen siyasetinde asla mümkün olmuyor. Ama bize ne! Yazarın derdi de, kitaba değer katan da “düzen eleştirisi” nasılsa…

Öyleyse bu nasıl düzendir? Bir kere, AKP karanlığını aydınlatacağı umut edilen CHP’nin de basbayağı ortak olduğu bir düzendir! 

Son yıllarda bunu çarpıcı biçimde sergileyen üç eser var. En azından ben üçüne denk geldim. İlki 2020’de gösterime giren, Ercan Kesal’ın senaryosunu yazıp yönettiği ve başrolünü de üstlendiği Nasipse Adayız filmiydi. İkincisi yine bir Kadıköylü yazar, Koray Işık’ın 2021 basım tarihli Abidin adlı kısa romanı oldu. Abidin’in alt başlığı “Bir Siyasi Parti Hikâyesi ve Başka Bazı Şeyler”di. Nota Bene Yayınlarından çıkan kitap, Kesal’ın filmi gibi, ismini vermeksizin CHP’deki adaylık süreçlerini konu almıştı. Işık kesinlikle, Kesal muhtemelen gerçek hayatta yaşananları neredeyse nakletmişlerdi, ama iki çalışma da tanım gereği “kurguydu.” Nuhoğlu’nun kitabı ise anı türüne giriyor. Kurgularda, kimi gerçek kişilere denk düştüğünü tahmin edebildiğimiz “parti büyükleri”, söz konusu anı türü olunca adıyla sanıyla arzı endam ediyorlar.

Çatlağın Arkası bizi 2019’a Aykurt Beyin yeniden adaylığının reddedildiği günlere götürüyor: “Edinilen bilgiye göre Nuhoğlu’yla ilgili ‘Birçok proje yapıyor ama kasasında para da olan tek belediye’ yorumuna, Genel Başkan Kılıçdaroğlu, ‘Kasasında parası varsa demek harcamıyor. Yeterli proje üretmiyor. Benim gözümde başarısız’ karşılığını verdi.” 

Bu düzende bir belediyenin, kaynağı halktan başka bir şey olmayan bütün parayı harcamış olması, daha iyisi borçlanma yoluyla elindekinden daha büyük bir parayı harcamış olması, en iyisi, daha da fazla parayı uluslararası finans kaynaklarından bulmuş olması makbul. Ekonomi böyle büyüyor! Belediye dediğin zaten bir holding. Büyükşehir belediyeleri de dev holdingler. Kâr amaçlı, piyasa kurallarına göre çalışan şirketlerden oluşuyorlar. Bunları kamusal rolleri açısından değerlendirmek demode sayılıyor. Veya sadece seçim propagandası. Nuhoğlu ekliyor: “Kurtla kuzu hikâyesi gibi; ne yaparsan yap, seni yiyeceğim diyordu yani. Görevi devretttikten sonra da, nerede bu paralar, bir şey bırakmadı söylemine yüklendiler.

Peki, bu düzende para nereye harcanmalıdır? Nereye harcanacağına kim karar vermelidir? 

Sorunun yanıtı hiç kuşkusuz Piyasa’dır. Büyük P ile Piyasa, üste çıkan firmalarıyla piyasadır. Bu düzende firma partiden önce gelir. Son seçim sonuçlarından hareketle ekonominin toplumsal davranışı belirleyen birincil faktör olduğu tezinin çöktüğünü düşünenlere gelsin: Adı AKP’yle, Erdoğan’la birlikte anılagelen Taşyapı Kadıköy Belediyesiyle davalık oluyor. “(…) işi mahkemeye taşıdık; ama iskânı iptal olmadı çünkü mahkeme kararında, bilirkişi raporuna göre, 7 bin metrekare fazlalık olduğu kabul edilmekle birlikte, gelecekte çıkacak yasal değişikliklerle sorunun çözülebileceği söyleniyordu. (…) Yetmedi, Taşyapı, Kadıköy Belediyesi’nin kendisini engellediği iddiasıyla dava açtı. Belediye olarak on beş ay gibi kısa bir sürede 102 milyon lira, faizleri de eklenince yaklaşık 130 milyon lira cezaya çarptırıldık (…) Uzun bir uğraş sonucunda davalar, Kadıköy Belediyesi’nin lehine sonuçlandı. (…) Kılıçdaroğlu bir sabah telefonla aradı; Taşyapı firmasının sahibi Emrullah Turanlı’nın kendisini ziyaret ettiğini söyledi (…)

Devamını okursunuz… Ama düzenin belediyeden, partiden, şirketten ibaret olduğunu zannetmemelisiniz. Adı geçen inşaat patronu mücadelesini basına da taşır. Her tarafı AKP medyası kuşatmış diye aklınıza geliyor, değil mi? Oysa düzen bir bütündür: “Sözcü, en fazla okurunun yaşadığı Kadıköy ilçesinin temsilcisi olarak benimle görüşmek yerine, Emrullah Turanlı’yla görüşerek onunla yaptığı röportajı tam sayfa yayımlamıştı. (…) Turanlı, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın programına çıkıp veryansın etti. Fatih Altaylı’yı arayıp söz hakkı istedim; onlar da oyalayıp cevap hakkı vermediler.” 

Devamını henüz okumayanlar, benim aktardıklarımdan hareketle, kitabı aldıklarında içindeki öfkenin ellerini yakacağını düşünebilirler. Öyle olmayacak. Kuşkusuz Ercan Kesal’ın filmindeki, Koray Işık’ın romanındaki güldürü unsuru yok burada. Gerçek yaşamın şaka kaldırma gücü daha az olur. Ama öyle ağır bir öfke de yok. Nuhoğlu cesur, sert ama sakin bir sergileme sunuyor bize. Düzenin yozlaşan mekanizmalarını ve insanlarını mahkûm ediyor elbette. Ama daha önemlisi, kendisi nasıl formüle ederdi bilmiyorum, ama belli ki, yaşanmışlıklardan alternatif bir siyaset felsefesi değilse bile, en azından ilerici yöneticiler için bir kamucu, ilkeli davranışlar modeli çıkarsamayı deniyor. 

Seçimden sonra tartışmamız, geleceği açmak için konuşmamız gerekenler arasında bunlar da var. Düzeni değiştirebilmek için…