'Sadaka ile sadakat sözcükleri aynı kökenden gelir. Kurulan bu sadaka mekanizması sayesinde milyonların devletleşmiş partiye sadakatinin maddi zemini yaratılıyor.'

Sadaka ve sadakat: Yoksulluğu yönetmek

Pazartesi günkü kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada Erdoğan’ın verdiği “müjde”lerden biri Türkiye Aile Destek Programı’nın uzatılması kararıydı. Buna göre Mayıs 2022-Haziran 2023 arasında uygulamaya konulan ve milyonlarca kişiyi kapsayan program bu sene de devam edecekti.

Peki nedir bu program, ne işe yaramaktadır?

14-28 Mayıs seçimlerinin sonuçlarına dair yapılan tartışmalarda yaşanan krize rağmen alt sınıfların neden Erdoğan’dan desteğini çekmediği ve AKP’nin oylarının neden çözülmediği sorusu sıkça sorulmuştu. İşte o tartışmalarda ilk kez akademisyen Nail Dertli’nin dikkat çektiği Aile Destek Programı’na yakından bakmak bu sorulara yanıt verebilmek açısından son derece önemli. Dertli’ye göre bu program Türkiye’deki sosyal yardım rejimi açısından bakıldığında “istisnai” bir nitelik taşımaktadır. Çünkü “sosyal yardımları hak edenler/etmeyenler” ayrımındaki klasikleşmiş kriterler bu programda değiştirilmiştir.

Normalde sosyal yardımlar yapılırken engelliler, yaşlılar ve kadınlar “hak eden yoksul” kategorisine yerleştirilir; bedenen çalışabilen yetişkinler, özellikle erkekler ise bu kategoride değildir. Ayrıca aylık bağlanması gibi nakdi yardımlarda sigortalı bir işte çalışanlar kategori dışı bırakılır. İşte istisna tam olarak buradadır, sözünü ettiğimiz programda hak eden/etmeyen ayrımında bir değişikliğe gidilmiştir.

Dertli bunu şöyle anlatıyor:

“Ne ilginçtir ki, Haziran 2022-Mayıs 2023 döneminde en fazla 12 aylık süre için yaşama geçirilen ve hane içindeki kişi başına gelire göre aylık 850 TL ile 1250 TL arasında yardım sunulan bu programda ilk kez geçmişte hak etmeyen yoksul kategorisinde değerlendirilen yetişkinler ve sigortalı bir işte çalışanlar (memur, noter veya muhtar hariç) kapsama alınmıştır. Böylece çalışan yoksullar (işçi ya da esnaf) ve emekliler için seçim öncesi istisnai bir yardım programı oluşturulmuş ve Aile Destek Programı ile 2022 yılında 3 milyon tekil haneye toplam 13 milyar TL yardım yapılmış.”

İlk kez çalışanların da dâhil edildiği ve Erdoğan’ın uzatılacağını duyurduğu programdan yeni Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş da övgüyle söz etmektedir. Bakanın 16 Haziran’da yaptığı açıklamaya göre sadece bu yılın haziran ayında program kapsamında yoksul ailelere 4.5 milyar TL yardım yapılmıştır ve programın başlamasından beri yapılan ödeme tutarı 35 milyar TL’ye ulaşmıştır, programdan yararlanan aile sayısı ise tam 3.5 milyon kişidir.

Aile üyelerinin gelirlerine göre kişi başına 850 TL ile 1250 TL arasında yapılan bu ödemeler ilk bakışta cüzi bir miktar gibi görünse de derin bir yoksulluğun yaşandığı şu konjonktürde milyonlarca kişi için son derece önemli bir ek gelire tekabül etmektedir. Üstelik buna bir de “Çocuk Destek Bileşeni” adı altında evdeki çocuk sayısına göre 350 TL ile 650 TL arasında değişen bir yardım ve 110 TL ile 221 TL arasında bir elektrik tüketim desteği eklenmektedir. Bugüne kadar 6.3 milyon çocuk için yapılan ödeme 7.7 milyar TL’yi bulmuştur.

Ancak “istisna durumu” bununla sınırlı değildir. Dertli, bir başka programdan daha söz etmektedir ve bunun adı da “Ulusal Aile Ziyaretleri Programı”dır.  Program doğrultusunda her ilde valinin ya da vali yardımcısının yönetiminde o ilin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (SYDV) müdüründen ve Sosyal Hizmet Merkezleri’ni temsil eden bakanlık il müdüründen oluşan bir komisyon kurulmuş, aileler sayısı 1003’ü bulan Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakıfları’nın 4067 personeli üzerinden ziyaret edilmiştir. Ziyaret edilen hane sayısı ise 3.3 milyondur ki bunun son derece önemli bir sayı olduğu açıktır.

Nail Dertli programın genişliğini ve kapsayıcılığını şöyle anlatıyor:

“Program kapsamında 2022 yılının son beş ayında 3,3 milyon hane ziyareti yapıldığına göre çalışmaların aynı tempoyla sürdürüldüğünü varsayarsak 2023’ün ilk 5 ayında da yaklaşık 3,3 milyon hane ziyaret edilmiştir. Bu toplamda seçim öncesi ziyaret edilen 6,6 milyon hane demek. Türkiye’de ortalama hane büyüklüğü 3,17. Ancak yoksul hanelerin daha kalabalık olduğunu biliyoruz. Yine de yaşlı nüfus içerisinde yoksulluğun yaygınlığını gözeterek ortalama 2 seçmenden hesaplarsak toplam 13,2 milyon seçmenle yapılan yüz yüze görüşmeler… Her biri yaklaşık yarım saat süren, üstelik yardım beklentisi, umudu yaratan yüz yüze görüşmelerden bahsediyoruz. AKP’lilerin SYDV’lerin mütevelli heyetlerinde ciddi bir ağırlığının olduğunu, üstelik SDYV’lerdeki 4067 saha personelinin de güvencesiz istihdam koşulları nedeniyle bu çarkın bir uzantısı olarak çalışmak durumunda kaldığını gözetirsek AKP, yoksullar arasındaki seçim çalışmasını kamu personelini de kullanarak geniş ölçüde yüz yüze örgütlemiş görünüyor.”

Vaziyet anlaşılıyor olmalı: Bir yanda giderek yaygınlaşan ve derinleşen bir yoksulluk, öte yandan bu yoksulluğun idaresine dair geliştirilen mekanizmalar var. Devlet, parti, vakıflar ve sadakalaştırılmış sosyal yardım ağlarından müteşekkil devasa bir yapı kentlerin çeperlerindeki, mahallelerdeki ve taşradaki yoksulluğu tutuyor, iktidar bu “sadaka kompleksi” sayesinde yoksulluğu yönetebiliyor, idare edebiliyor.

Sadaka ile sadakat sözcükleri aynı kökenden gelir. Kurulan bu sadaka mekanizması sayesinde milyonların devletleşmiş partiye sadakatinin maddi zemini yaratılıyor. İktidar bu sayede milyonlarca kişiyle yüz yüz temas kurabiliyor, onlara doğrudan para verebiliyor ve bunun karşılığında siyasi bağlanma tesis ediyor, rızayı buradan üretiyor. Eğer bir hegemonya aranacaksa tam da buraya bakmak, yoksul milyonların rızasının bu mekanizmalar sayesinde üretildiğini görmek gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta bu köşede yayınlanan “Faiz, devalüasyon, tağşiş: Lahmacunun çok görüldüğü hayatlar” adlı yazıda Türkiye’nin sermaye düzeninin neden süreklileşmiş bir şekilde devalüasyona, yani yerli paranın değer kaybına ihtiyaç duyduğunu anlatmış ve bunun halkın daha da yoksullaşması anlamına geldiğini söylemiştik.

24 Ocak Kararları ve 12 Eylül’le neoliberalizme adım atan Türkiye kapitalizmi ürettiği ürünleri ihraç ederken uluslararası pazarlarda rekabet edebilmek için hem emek maliyetlerinin ucuz olmasına hem de yerli paranın değerinin düşük olmasına ihtiyaç duyuyor. İşçiye ne kadar az para verirse ve ihraç ettiği ürün ne kadar ucuz olursa rekabet gücü de o kadar artıyor. İşte bunun için geniş halk kesimlerinin alım gücünün sürekli aşağıya çekilmesi, TL’nin değerinin düşürülmesi gerekiyor. Bunun için Mehmet Şimşek/Gaye Erkan ikilisi ilk iş olarak kuru serbest bıraktılar; bıraktılar ki zamlı ücretler daha çalışanların cebine girmeden dolar bazında erisin ve sermaye sınıfına ek külfet olmasın.

Sendikanın, grevin, boykotun, sokağın olmadığı bir konjonktürde, herhangi bir tepkinin gelmeyeceğini bildikleri için patronlar da daha dürüst, daha aleni bir şekilde daha fazla yoksulluk talep edebiliyorlar. Örneğin İstanbul Ticaret Odası Şekip Avdagiç’in keyfi gayet yerinde. 3 Temmuz’da Paris’te başlayan Texworld adlı tekstil fuarında konuşan Avdagiç şöyle diyor:

“Son dönemdeki gelişmelerin tekstil sektörüne olumlu yansıyacağına inanıyoruz. Döviz kurundaki son 3 haftalık düzeltme, tekstil sektörünün rakip ülkelere karşı fiyat avantajını yeniden yakalaması ve asgari ücrette artan maliyetler noktasında dengeleyici bir gelişme. Enflasyona paralel, piyasa gerçekleriyle örtüşen, öngörülebilir bir kur düzeyine ihtiyacımız var. İçinde bulunduğumuz son haftalarda dövizde ciddi bir artış yaşandı. Bunu kur dengesinin hızlı tesisi adına bir düzeltme hareketi olarak değerlendirebiliriz.”

Mesele belli: Türkiye kapitalizminin büyümesinin yolu halkın ekmeğinin küçülmesinden geçiyor, patron sınıfının daha çok zengin olması için halkın daha da yoksullaşması gerekiyor. Sermaye düzeninin bekasını tesis görevi ise kurulan sadaka mekanizmalarıyla iktidara düşüyor, düzene sadakat en çok buradan üretiliyor. Bunu görmeden, buraya müdahale etmeye dair bir strateji geliştirmeden, yoksullaştırılmış milyonlarla bağlantı ve iletişim mekanizmaları kurmadan siyaset adına yapılacak her şeyin baştan boşa düşeceği ise bir hakikat olarak karşımızda duruyor.