Bugün iktidarın “Disney Atatürkçülüğü”nün karşısında apolitik bir Atatürkçülükten başka bir şey yoktur ve bu yokluk hali Türkiye siyasetinde çok büyük bir boşluk yaratmaktadır.

Bir anomali hali: Atatürkçülüğün yokluğu

Disney Plus’ın baskılar neticesinde Atatürk dizisini yayınlamaktan vazgeçmesinin içeriye yansımalarından biri dinci gericiliğin görkemli bir riyakârlık müsameresine girişmesi oldu. Varoluşlarının temel nedeni Cumhuriyet’in kurucu felsefesiyle hesaplaşmak, 1923 paradigmasını yıkmak ve fiili bir şeriat rejimi inşa etmek olanlar ansızın Atatürkçü kesildi, başkalarının Atatürkçülüğünü beğenmez oldu, muhalefeti Atatürk’e sahip çıkmamakla ve ikiyüzlülükle suçladı. 

Pragmatizmi ilkesizlik seviyesinde olan ve iktidarını devam ettirmek için her şeyi mubah gören bir zihniyetin bunu yapması şaşırtıcı değil elbette. Ancak şaşırılması ve üzerine düşünülmesi gereken bir mesele var: İslamcılar böyle kolayca ve pervazsız bir şekilde bir günde Atatürkçü olabilir ve buradan bir hegemonya üretebilirken, nasıl olmaktadır da bu riyakârlık müsameresi güçlü bir şekilde ifşa edilememekte, bu hegemonyayı kıracak bir karşı söylem, bir karşı duruş sergilenememektedir?

Bu sorunun yanıtının ülkenin içerisinde bulunduğu “anomali” ile ilgili olduğu düşünülebilir. Türkiye bir yandan neredeyse toplumun yarısını oluşturacak bir şekilde geniş kesimlerin kendisini Atatürkçü, cumhuriyetçi, laik, seküler vs. olarak gördüğü ama öte yandan bunun siyasete yansımadığı, siyasal alanda buna dair bir mücadelenin yaşanmadığı, bunları savunmaya ve iktidara getirmeye dair bir iradenin mevcut olmadığı tuhaf bir dönemden geçmektedir. 

Evet, bugün Türkiye’de kendisine Atatürkçü diyen milyonlar vardır ama bu Atatürkçülük “Atam” fetişizminden, nostaljiden, sosyal medyada fotoğraf, video paylaşımından ve ulusal günlerde bankaların çektikleri reklam filmlerine bakıp duygulanmaktan öteye gitmemektedir. Kendisine Atatürkçü diyerek bunun üzerinden siyaset yapan, hegemonya kurmaya çalışan, iktidar perspektifine sahip olan bir siyasi özne, bir siyasi aktör ise yoktur ve bunun nedenleri üzerine kafa yorulması gerekmektedir. 

Her şeyden önce bugün Atatürkçülük ideolojik ve teorik olarak sahipsizdir; onu dört başı mamur bir şekilde doktrinleştirmeye, güncellemeye, dünyayı anlamaya ve anlamlandırmaya yarayan bir teori haline getirmeye çalışan bir aydınlar topluluğundan, bir fikri odaktan söz etmek mümkün değildir. Bu ise Türkiye’nin 90’lı yıllarda yaşadığı aydın kırımı ile ilgilidir.

90’lı yıllar boyunca Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi yüzü sola dönük, Atatürkçü ya da doktriner ifadesiyle Kemalist aydınlar katledilmiş, bu kırım politikalarıyla adeta İslamcılık ve liberalizm için düşünsel bir “saha temizliği” yapılmıştır. Bugün kendisine Atatürkçü diyenlerin elinde ise bir ahmaklaştırma makinesi olarak Sözcü gazetesinden ve okuduğunuzda daha da cahilleşeceğiniz Uğur Dündar, Yılmaz Özdil gibi tüccarlardan başka bir şey kalmamıştır. Cumhuriyet gazetesinin ve oradaki birkaç yazarın ideolojik/teorik bir hat tutmaya çalıştıkları doğrudur ama onların da görece olarak etkileri az ve toplumsallıkları zayıftır.

Atatürkçülüğün siyasal alanda özerk ve etkili bir güç olamamasının diğer nedeni elbette ki CHP’dir. CHP’nin bugün altı okla –hamasetten beslenen bir milliyetçilik-dışında uzaktan yakından alakası yoktur. CHP cumhuriyetin ve 1923 paradigmasının çökertilmesine seyirci kalmıştır, ekonomide devletçi ve halkçı bir perspektifi yoktur, laikliğin adını anmamaktadır ve inkılapçılık/devrimcilik bu sözcüklerin düzen içi anlamlarıyla dahi CHP için söz konusu değildir. Ama hal böyleyken kendisine Atatürkçü diyen kitleler bir tür çaresizlik içerisinde ve oyum boşa gitmesin düşüncesiyle her seçimde “tıpış tıpış” sandığa gitmekte ve CHP’ye oy vermektedirler. Yani CHP başka birçok şeyin olduğu gibi Atatürkçülüğün bağımsız bir siyasi güç haline gelmesinin de önündeki en büyük engeldir.  

Atatürkçülüğün siyasal alandaki yokluğunun başka bir nedeni solun yokluğudur. Türkiye’de tarihsel olarak bakıldığında Atatürkçülüğün devletin ve elitlerin ideolojisi olmaktan çıkıp toplumla ve halkla buluşmasının aracısı sosyalist sol olmuştur. Sosyalistler 1960’lı yıllarda Atatürkçülüğü yeniden yorumlamış, güncellemiş ve onu dönemin anti-emperyalist ruhunun nirengi noktası haline getirerek kitlelerle buluşturmuştur. Atatürkçülük de bir meşruiyet zemini olarak solun popülerleşmesini ve toplumsallaşmasını kolaylaştırmıştır. Bugün ise sosyalist sol zayıftır, ülkede güçlü bir anti-emperyalist mücadele, güçlü bir emek ve öğrenci hareketi yoktur. Bağımsızlıkçı, yurtsever, anti-emperyalist ve ilerici bir solun siyasette güçlü bir aktör olarak yer almadığı bir dönemde, soldan etkilenip bu saydıklarımızla ilişkilenen bir Atatürkçülük de söz konusu olamamakta, solu popülerleştirecek bir Atatürkçülüğün yokluğunda her ikisinin zayıflığı karşılıklı olarak bir tür kısırdöngü yaratmaktadır.  

Bugün bir siyasi güç olarak Atatürkçülüğün yokluğunda cumhuriyetin kazanımlarını sahiplenmenin, o kazanımlardan geriye düşmeme ve laikliği savunma mücadelesinin öznesi elbette ki sosyalistler olmalıdır. Öte yandan sosyalistlerin Atatürkçü olmadığı, kendilerini böyle sunamayacakları ve bunun üzerinden siyaset yapmayacakları da açıktır. Sosyalistler sosyalistlik yapacaktır. Bugün sosyalist solun öncelikli görevi sermaye düzeni ile siyasal İslam, yani emeğin sömürüsü ile dinin sömürüsü arasındaki bağlantıyı ifşa ederek sınıf mücadelesi ile laiklik mücadelesini bir araya getirmek, bunun üzerinden toplumsallaşmak, bir güç, bir özne haline gelmektir. 

Atatürkçülerin ise ister bağımsız bir odak olarak isterse de sosyalistlerle birlikte hareket ederek yüzlerini sola dönmekten, soldan bir Atatürkçülüğü yeniden inşa etmekten, sol-Kemalizm’i yeniden diriltmekten başka çareleri yoktur. Atatürkçüler ile sosyalistler belki her konuda anlaşamayacaklardır, zaman zaman da kavga edeceklerdir ama büyümelerinin koşullarından biri siyaset sahnesinde birlikte var olmaları, birbirlerinin varlığından beslenmeleri, bağımsızlık, yurtseverlik, kamuculuk, halkçılık, laiklik gibi başlıklarda birbirleriyle ortaklaşabilmeleridir. 

Bugün iktidarın “Disney Atatürkçülüğü”nün karşısında tıpkı onun gibi müsamereden öteye gitmeyen, apolitik bir Atatürkçülükten başka bir şey yoktur ve bu yokluk hali Türkiye siyasetinde çok büyük bir boşluk yaratmakta, toplumun doğru bir şekilde politize olmasını, toplumsal dinamiklerin harekete geçmesini, kitlelerin sol değerlerle buluşmasını engellemekte, dahası faşizmin yeni bir versiyonunun “seküler milliyetçilik” adı altında kendisine çoğunluğu genç bir kitle tabanı bulmasına yol açmaktadır.

Peki iktidarıyla muhalefetiyle düzen siyasetinin çoklu bir kriz konjonktürüne doğru gittiği ve toplumun yeni arayışlara açık olduğu bu dönem, milyonların kendisine Atatürkçü dediği ama Atatürkçülüğün bir güç olarak siyaset sahnesinde yer almadığı bu tuhaflığın ortadan kalkmasının zeminini oluşturabilir mi? 

Bu sorunun yanıtı teorik olarak “evet”tir ama asıl yanıtı böyle bir iradenin açığa çıkıp çıkmaması verecektir.