Kamu bankalarında Kovid-19 fırsatçılığı

Koronavirüs tedbirleri kapsamında 'evde kal' çağrıları yapılırken, kamu bankalarındaki emekçilere tam gün mesaiye ek olarak hafta sonu da mesai dayatılıyor. Konuya ilişkin bir kamu bankası çalışanıyla yapılan görüşmeyi okurlarımızın bilgisine sunuyoruz.

soL - Patronların Ensesindeyiz

2019 yılının sonlarında Çin’de başlayıp tüm dünyaya yayılan ve 2020 başında DSÖ tarafından pandemi ilan edilen ve binlerce insanın ölümüne neden olan koronavirüs salgınına karşı teyakkuza geçen tüm dünya gibi ülkemizde de bir dizi tedbir ardı ardına ilan edilirken bu tedbirlere rahmet okutacak uygulamalar da eksik olmuyor. Üstelik aynı tedbirleri ilan eden siyasi iradeye bağlı Kamu Bankaları tarafından.

Banka çalışanları arasında büyük tepkiye yol açan ve basına da yansıyan tam gün mesaiye ek olarak hafta sonu mesai uygulaması hakkında bir kamu bankası çalışanı ile yapılan görüşmeyi okurlarımızın bilgisine sunuyoruz.

“Evde kal”, “Hayat eve sığar”, “kendi Ohal’ini ilan et” gibi ironisi gittikçe artan söylemlerin dilden düşmediği salgın günlerinde bir banka emekçisi olarak siz evde kalabiliyor musunuz?

Bir kamu bankası çalışanı olarak öncelikle “evde kal” çağrısının karşılığı maalesef ki bizim hayatlarımızda yok. Türkiye Bankalar Birliği’nin mesai saatlerinin kısıtlanmasına dönük tavsiye kararına rağmen, kamu bankaları normal mesai saatlerini sürdürmeye devam ediyor. Hatta açıklanan “destek” paketlerinin yarattığı aşırı iş yükü nedeni ile hafta sonu bile çalışmaya zorlanıyoruz. Genel müdürlük çalışanlarının aksine izin kullanımları şube personelinde kısıtlanarak uygulanıyor. Bir kişinin bile hastalanmasının tüm şube çalışanlarının aileleri ile birlikte karantinaya alınması anlamına geleceği gerçeği görmezden geliniyor. Zaten bu tarz vakaların yaşandığı pek çok şubenin olduğu haberlere de yansımaya başladı. Ne yazık ki önümüzdeki günlerde bu tür haberleri daha çok duyacağız gibi görünüyor.

Peki, banka emekçilerinin çalışma koşullarında hem halk sağlığı hem de çalışma koşulları açısından gerekli hassasiyet gösteriliyor mu?

Bankaların eldiven, maske gibi koruyucu ekipmanı temin etmesi (ki bunun çok yetersiz olduğu ve personelin kendi imkânları ile buna ilave yapmaya çalıştığı bir gerçek), bankoların önüne koruyucu levha koymaları gibi uygulamalar olsa da, bunlar çok yetersiz. Özelikle, hâlâ hedef baskısı ile çalıştırılan pazarlama personeli ile müşteri arasında sosyal mesafenin sağlanabileceği koşullar yok. Müşterilerden bir sürü belgeye imza atmasını sağlamaya çalışmak da bu mesafenin sağlanmasını imkânsız kılıyor.

Bankaların aldığı fiziksel önlemler, müşteri yoğunluğu söz konusu olduğunda maalesef bir anlam taşımamaya başlıyor. Zira “müşterilerin şubeye kısıtlı sayıda alınması” uygulaması, oluşturduğu görüntünün kamu bankalarına “yakışmadığı” gerekçesi ile iptal edildi. Daha doğrusu şube müdürlerinin inisiyatiflerine bırakıldı. Şikâyete maruz kalmamak, üst yönetime hesap vermemek adına bazı şube müdürleri kendileri de dâhil olmak üzere personelinin sağlığını hiçe saymaya başladı. Bu tarz uygulamalara karşı gelinmesin diye “Siz aslansınız, kaplansınız, bu günlerde halkımızın bize ihtiyacı var” söylemleri ile personel yatıştırılmaya çalışılıyor. Oysa bizlerin günde en az 50, hatta bazen çok daha fazla kişi ile muhatap olduğumuz ve dolayısı ile hastalık kapma/yayma potansiyelimiz düşünüldüğünde, bütün bu uygulamaların halk sağlığını tehlikeye attığı çok açık.

Ayrıca destek paketlerinin duyurulduğu gibi herkesi kapsamaması, bazı spesifik koşulları gerektirmesi, banka emekçileri ile halkı karşı karşıya getiriyor. Sağlıksız ortamlarda çalışma zorunluluğu, bunu evdekilere geçirme ihtimalinin varlığı, bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebilecek kadar yoğun mesai saatlerinin yanı sıra banka emekçileri bir de kendi sorumlukları olmamasına karşın insanların kötü muamelesine, şikâyetlerine maruz bırakılıyorlar. Bankanın en alt düzeyden en üst düzeye kadar tüm yöneticileri bir şikâyet gelmesin diye personeli daha fazla ezmeye ve sömürmeye devam ediyor.

Bu arada hedef ve performans kalemlerinde revizyona gidilmemesi ve hala Bölge ve Genel Müdürlük tarafından neyi ne kadar sattığının denetlenmeye çalışılması inanılır gibi değil. Ayrıca şimdi yeni bir hedef daha var gibi görünüyor. “Destek paketini kaç kişiye sattığın”. Sistemsel olarak uygun düzenlemelerin henüz yapılmaması nedeni ile normal tahsis süreçlerini yürütmek zorunda kalan banka emekçileri taleplere yetişemiyor. İzindekiler geri çağırılıyor, hafta sonu çalışmak zorunda bırakılıyor. Hem de bu çalışmayı bir fazla mesai olarak görmemeleri, gönüllü yapmaları konusunda kendilerine “motivasyon” mesajları iletiliyor.

'İNSANLAR BOŞ UMUTLARLA BANKA KAPILARINA YIĞILIYOR'

O halde banka emekçilerinin daha fazla ve daha kötü koşullarda çalışmaya zorlandıkları bu süreçte açıklanan her türlü finansal desteğin esas muhatapları kimlerdir?

Bu konu sosyal medyada da sıkça tartışılıyor. Açıklanan destek paketleri gerçekte sınırlı bir kesimi kapsıyor. Ama herkesi kapsıyormuş gibi lanse ediliyor. Mevcut sermaye düzeni kendi doğasına uygun davranıyor. Binlerce emekçinin hayatı pahasına parayı ve sermayeyi öne koyuyor.

Banka emekçileri bütün bunlar olurken arada kalıyor. Yalnızlaşıyor. Psikolojik bunalıma giriyor. Kendilerinin ölüme gönderilen piyonlar olduğunu düşünmeye başlıyor. En zoru da evdekilere ve iletişimde oldukları onlarca insana hastalık bulaştırma ihtimalinin yarattığı stres.

Sunulan destek paketlerinin gerçek yüzü ile lanse edilen yüzü arasında muazzama bir açı var. Paketten yararlanmak için istenilen şartlara sahip olmayan binlerce insan bir umutla geldiği banka kapısından geri dönmek zorunda kalırken tepkisini de kendisiyle aynı kadere sahip banka emekçisine yöneltmek gibi bir çaresizliğin içinde kalıyor. Dolayısıyla sabah akşam “evde kal Türkiye” nidalarıyla politika ürettiğini sanan siyasi irade, çaresizlik içinde insanları boş umutlarla banka kapılarına yığarak bizzat salgın için de uygun koşulları yaratmış oluyor.

Keza memleket salgın tehlikesi ile karşı karşıya iken kamu finans sektörünün sunduğu sözüm ona destek paketleri gerçekte ihtiyacı olana kesime kamusal destek sunma adına değil selden kütük kapma anlayışına dayanıyor. Bunun biz kamu emekçilerine yansıması ise ne kadar zamanda ne kadar destek paketi satıldığı oluyor. Şaşırtıcı değil elbette. Dara düşenden azami kâr elde etme anlayışı bu düzenin karakteristiğinde var. Banka çalışanları da tüm emekçiler gibi köle değil, hakları, umutları ve talepleri olan insanlar.

Son soru olarak peki bu deneyimlediğiniz koşullara karşı ne yapılabilir?

Biraz önce de söylediğim gibi bizler bu salgın kaosunda giderek daha fazla yalnızlaştırılıyor, sağlıklarımız ile iş/işsizlik arasında tercih yapmak zorunda bırakılmaya çalışıyoruz. Ama bu bir tercih olamaz. Kamunun sağlığını hiçe sayan, bizi kendi hükümranlıkları sürsün diye gözden çıkaranlara karşı ayakta kalmak ve bunun için de konuşmak, paylaşmak, dayanışmak ve bir arada durmak zorundayız. Nihayetinde bizler de insanız ve vazgeçmeyeceğimiz haklarımız var.