Sosyalist veya komünist solun işlevi, hep sağa çekmeye eğilimli bir CHP siyasetini merkeze veya sola çekmek değildir.
Latince "quo vadis" ("nereye gidiyorsun") deyiminin CHP'nin şimdiki durumu açısından anlamlı bir soru olduğu açık; ancak buna anlamlı yanıt(lar) verilebileceğinden o kadar emin olamıyoruz.
Kuşkusuz bu soru CHP'nin sadece bugünüyle ilişkilendirilmeyebilir. 1946 sonrasındaki tarihi sapma(lar) da sorunun kapsamına alınabilir. 1970'lerde İdris Küçükömer okumaları üzerinden CHP'nin tarihi mirasıyla hesaplaşmaya girişen B. Ecevit dönemi de kapsanmak zorunda kalınabilir. 12 Eylül 1980 rejiminin, iç ve dış sermaye ve dünya hegemon gücünün ortaklığıyla Türkiye'ye biçtiği yeni rolü, SHP-CHP çizgisinin hem yeterince kavrayamadığı hem de düzenle uyumu tercih ettiği yorumları yapılabilir.
Bütün bu yalpalamalara rağmen 1946-2010 aralığının kesintisiz sağa kayma dönemlerinden oluştuğu söylenemez. Arada ciddi toparlanma girişimleri vardır. Örnek olarak 1959 yılında 14. Kurultay'da kabul edilen "İlk Hedefler Beyannamesi" verilebilir. Bu Beyanname'deki öneriler önemli ölçüde 1961 Anayasası metnine de yansıyacaktır. Ama 2010 sonrasındaki Kılıçdaroğlu dönemi için bir "kesintisiz sağa kayma" dönemi nitelendirmesi abartılı olmayacaktır. O kadar ki, bu dönemin sonunda Altılı Masa'nın Mutabakat Metni'nde Türkiye'nin gördüğü en ilerici anayasa olan 1961 Anayasasının bile tarihin çöplüğüne atılıp, hatta Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924 Anayasası bile yok sayılıp, Cumhuriyet öncesinin 1921 Anayasasına sarılınması, CHP'nin kendi şanlı tarihinin inkârı anlamına gelmiştir.
Cumhuriyet birikimi karşıtlığında dinci siyaset ile ayrılıkçı Kürt siyasetinin ortaklaşması yeni bir durum değil; ama şimdilerde daha fazla altı çiziliyor. İkinci Cumhuriyetçi liberallerin bu değirmene su taşıması, büyük bir gayretkeşlikle bu tutumun ideolojik akıl hocalığını yapması konusu da zaten ötedenberi malumumuz. Burada yeni olan, "Altılı Masa" sürecinde Kılıçdaroğlu CHP'sinin de bu gerici buluşmada saf tutması oldu. 1921 Anayasına dönüş, CHP ve onun kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde gerçekleştirilen Cumhuriyet'in Kuruluş Dönemi Devrimlerini yok saymak anlamındadır. Cumhuriyet'in kurucu partisinin, Türkiye sağından Kuruluş Dönemi Devrimleri ve özellikle laiklik ilkesini uygulamaya geçirmesi bakımından adeta özür dilemek ("helalleşmenin" bir anlamı da buydu) durumuna gelmesi, bu arada dinci sağın savunduğu "özgürlükçü laiklik" geriliğine savrulması, CHP adına tarihi bir utanç olmuştur.
Bütün bunların sadece CHP Genel Başkanının kendisini adaylaştırma adına verdiği ödünlerden ibaret olmasından daha kötüsü, bu sağa sapmanın içselleştirilmiş bir durum olmasıdır. Üstelik bu sapmadan sadece CHP Genel Başkanı sorumlu tutulamaz; bu süreçte ona tam destek veren veya tüm yetkilerini ona devreden Parti üst yönetimleri de aynı derecede sorumludur.
CHP için Seçenekler
Birinci seçenek bu çizginin devamıdır. Bu devam senaryosunun da iki varyantı olabilir. Birincisi K. Kılıçdaroğlu ile devamdır. Sonbahar Kurultayından bu seçenek galip çıkabilir. Ama Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra kartlar yeniden karılacaktır; çizgi devam ettirilse bile aktörler değişebilecektir.
Bu çizginin ikinci varyantı, E. İmamoğlu ile devam senaryosudur. Eğer bu Kurultayda ortaya çıkmayacaksa (ki bize göre, şartların zorlamasıyla, İmamoğlu aday olmayacak, İBBB adaylığını tercih edecektir), daha sonra gündeme gelecektir. İmamoğlu'nun Temmuz sonunda haftalık Oksijen Gazetesi'ne yazdığı "Türkiye için Yeniden" başlıklı yazı, kendisini mevcut CHP çizgisinin en yakın takipçisi olarak tanımladığını ele vermektedir. "Toplumun yenilenme, değişim ve dönüşüm arzusunun gerisinde kaldık" türünden süslü, genellikle içi boş ve her kalıba dökülebilen (amorf) ifadeleri bir yana bırakır ve doğru bir içerik analizi yaparsanız, "helalleşme" yerine "toplumsal kucaklaşma"nın geçtiğini; "Cumhuriyetin kurucu değerlerini yeniden yorumlamak" ifadesiyle aslında tıpkı "özgürlükçü/kapsayıcı laiklik" örneğindeki gibi Cumhuriyet devrimlerinin özünün boşaltılmasına devam edileceğini çıkarabilirsiniz.
Gerçi İmamoğlu metninde "emeği öncelemek" gibi bir ifade de var; ama sermaye düzeninin eleştirisine dair hiçbir ifade yok. Sermayeyi eleştirmeden emeği nasıl önceleyeceksiniz peki? "Kucaklaştırarak" mı? Öte yandan, yazısının başında "zorluklar" başlığı altında mevcut durumdaki başlangıç güçlüklerinden söz eden İmamoğlu açısından, AKP'nin 21 yıldır yürüttüğü Cumhuriyet rejimi yıkıcılığı; devleti, eğitimi ve toplumu Nakşibendilik tarikatı üzerinden dincileştirme çabaları herhangi bir zorluk çıkarıcı unsur olarak sayılmaya bile değer bulunmamaktadır. (Yani "laiklik tehlike altında değildir" hâlâ, müsterih olunuz). Gene AKP döneminde özelleştirmelerle KİT'ler başta olmak üzere kamu varlıklarının talanının da herhangi bir "zorluk" taşıması imkânı yoktur. Zaten metinde geçen "kamuculuk" kavramı da, "yoksulluğa karşı kamucu politikalar" dar çerçevesine sıkıştırılmış olduğu için yani salt "sosyal yardımları" ima ettiği için zinhar (ve Allah korusun!) CHP'nin "devletçilik" ilkesiyle bir ilişkisi yoktur.
Zorba rejimlerden bahsedilip AKP de buraya yakın konumlandırılmaktadır ama bağımsız medyanın kolunun kanadının kırılması operasyonları, rejimin dinci-faşist karakteri, vs. es geçilmektedir. Dünyadaki "jeopolitik fırtına"dan bir diğer zorluk olarak bahsederken görmezden gelinen asıl "zorluğun" emperyalizmin yeniden savaş kıştırtıcılığına soyunması olduğunu, ama bunun iç ve dış sermayeye (ve NATO çevrelerine) güven vermek üzere konumlanan bir siyasetçinin kavram çerçevesinde yeri olamayacağını not edelim.
Özgür Özel'in de adı genel başkanlık adaylığı için geçiyor olmakla birlikte, kendisinin farklı bir programı/çizgiyi temsil ettiğine dair yazılı bir belge henüz ortada yoktur. Ancak Kılıçdaroğlu'nun çizgisinin sorumluluğunu taşıyanlar arasında yer aldığı açıktır.
Peki gerçek ikinci seçenek nedir? Görünür durumda, sözcülüğünü İlhan Cihaner'in yaptığı hareket ile Örsan Kunter Öymen'in sözcüsü olduğu hareket, CHP içi muhalefetin ana unsurları olarak gözükmektedir. Delege tabanları güçlü olmasa da bu hareketler, farklılıklarına rağmen, "CHP'nin kurucu ilkelerine dönüş ve emekten yana bir ekonomik/sosyal program ve bağımsızlık" çizgisini temsil etmek bakımından nesnel olarak CHP'nin solunda yer alıyorlar. İlerde birleşirler mi bilemem ama şu an itibariyle CHP'nin içinde ideolojik/siyasi ve programatik bir alternatifi temsil ediyorlar. O kadar ki, CHP'nin mevcut yönetiminin sonbahar Kurultayının gündemine demokratikleştirilmesi nihayet akla gelen bir tüzük değişikliği yanında alelacele bir program değişikliğini (ne yönde değişiklik?) de alması, bir ön alma telaşını da göstermektedir.
Aykırı bir Sonuç
Sosyalist veya komünist solun işlevi, hep sağa çekmeye eğilimli bir CHP siyasetini merkeze veya sola çekmek değildir. Sosyalistler, adı üstünde, toplumu sosyalizme doğru yürütmek üzere siyaset yaparlar. Sistemle barışık ve emek-sermaye uyumunu (yani sömürü ilişkilerinin devamını) gözeten merkez veya merkez sol siyasetlerle bir yakınlıkları yoktur ve olamaz. Buna rağmen, sosyalist siyasetin ağırlığının artması herkese iyi gelecektir.