Ak Türk’ün Kara Mizahı

Tam 230 kiloydu. Rahatsızlanıp gittiği doktoru, iyi bir tedavinin yapılabilmesi için röntgen çektirmesi gerektiğini söyleyerek öneride bulundu: “Çok kilolusun. Bizdeki röngten en fazla 200 kiloluk kişiler için uygun. Sen iyisi mi bir hayvanat bahçesine git. Orada iri hayvanlar için kullanılan röntgenle çektir filmlerini”.

Ne kadar komik değil mi? Arkadaş sohbetlerinde çok kişiyi güldürecek, Serdar Turgut’un ya da Selahatin Duman’ın yazılarına konu olabilecek türden bir olay bu. Sıradışı özelliklerinden ötürü kendilerine ancak hayvanlar dünyasında yer biçtiğimiz çok insan vardır böyle. Ebatlarından, enlerinden, boylarından, hallerinden, tutumlarından, aldıkları kararlarından, kimi uygulamalarından ötürü onları hayvanlar aleminin canlılarına benzetiriz. Hakaret niyeti taşımayarak komiklikler çıkarırız bu yakıştırmalardan. ET filminin popüler olduğu dönemlerde, Türkiye politikasının en nüktedan adamı Erdal İnönü’ye ET adını takmışlardı, bilirsiniz.. Partisinin, o zamanki adı DYP olan şimdiki DP ile yaptığı koalisyon ortaklığı sırasındaki uyumu yüzünden, bir ara erkeklerin iktidarsızlık sorununu çözen aletten yola çıkılarak, “İktidarın Mutluluk Çubuğu” bile denmişti İnönü için. Bu tür benzetmelerle, çelişik olanı, temalar arasındaki şaşırtıcı çarpıtmayı ya da çelişkiyi görüp gülümsememiz çok doğal.

Tersi de mümkün. Berber koltuğuna oturmuş saçını kestiren bir maymun gördüğümüzde de güleriz. Maymun, oradaki varlığıyla insan için tasarlanmış bir mekanda, insanlara özgü bir ihtiyacı giderirken komik bir görüntü vermiştir çünkü.

Okur okumaz en azından tebessüm ettiğinize inandığım yazının girişinde sözünü ettiğim olay, mizahı başkalarının acılarını hesaba katmadan anlatma ya da aktarma sananlar için elbette çok iyi bir malzemedir. Tek bir şişman adamdır buradaki malzeme. Daha doğrusu öyle olduğunu sanırız. Bu yüzden aklımıza fıkrayı duyan şişmanların incineceği gelmez. Çünkü insanı en bencil kılan olgudur mizah. Kahkahamızdan daha önemli hiç bir şey yoktur, eğer bir şeyi gülünç bulduysak.İnsanın, “gülmeyi tuz kadar sakınarak kullanın”diyen Platon’a hak veresi geliyor bazen.

O 230 kiloluk adam, yani 51 yaşındaki Alman vatandaşı Thomas Lessmann, doktorunun sözlerinden o kadar incindi ki, röntgen çektirmeyi reddetti. 13 gün sonra, strese bağlı olduğu söylenen bir krizle evinde öldü. Lessman, kimileri için bir mizah malzemesiydi oysa. Trajedinin de malzemesi olacağı akla gelmezdi herhalde. Serdar Turgut’a Rojin’le ilgili “esprisinden” ötürü gösterdiğimiz tepkinin altında, adıgeçenin herhangi bir empati çabası göstermeden, etnik/cinsel malzemeyi uluorta kullanması yatıyordu. Ötekileştirmeye ucu en açık malzemeyi sunmayı mizah diye yutturmasına kızmakta haklıydık. Turgut’un mizahtan anladığı buydu. Başkalarının kendilerine sorun olan özelliklerini mizah değil alay konusu yapıyor oluşunu insani bulmamıştık. Lessman, Türkiye’de yaşasaydı, Serdar Turgut’un, bir türlü kafamızın basmadığı o Kara Mizah’ının malzemesi olacaktı rahatlıkla.

Başkalarının fiziksel, dinsel,cinsel, ruhsal, etnik farklılıklarının mizaha konu olması, güldürse de, insani değildir elbette. Bencillik dedik ama en insani eylemimiz değil mi mizah? İnsani kaygılar güdülerek yapılması gerekmez mi?

Mizaha başka malzeme mi yok ayrıca? Ortak nefreti toplamış birine karşı kullanılacak mizah malzemesini hedeflenen kişiden bulup çıkarır dileyen. Uganda’nın sürgündeki eski cumhurbaşkanı kendisini deviren diktatör İdi Amin’in ölüm haberini aldığında Amin için şunları söylemişti: “Afrikalı bir ananın doğurduğu en büyük hayvan”.

Rojin’i dağa kaldırmak “esprisi”nden daha yaratıcı, daha vurucu değil mi sizce de?

Mizahın acıları azaltmada yararı var mı peki? Serdar Turgut buna evet der muhtemelen ama onun anladığından farklı olduğunu vurgulayarak belirtiyorum, elbette var. İnsan kendi acılarından kendisi için mizah çıkartarak kurtulabilir. Serdar Turgut’un baskasının acılarına ilişkin yaptığı mizah bu türden değildir. Yahudi yazar Leslie Epstein’in Yahudiler Kralı adlı kitabı kara mizahın baş yapıtı sayılır benim için. Epstein, bu kitabında “soykırım”la dalgasını geçerek Nazileri alay konusu yapar. Bu kitaptaki mizahı mağdurların mizahı olarak gördüm ben. Mağdurun, kendisini küçültmek için kullanılan etnik, dini, cinsi özellikleriyle kendi kendine “dalga” geçmesi, onları mizah malzemesi yapması, bu özellikleri kullanarak kendisine saldıran ırkçının ya da önyargılının elinden önemli bir silahı alması demekti. Kendisinin de mizah konusu yaptığı özelliklerinden incinmediğini, bu nedenle ırkçı bir tema olarak kullanılmasından da etkilenmeyeceğini ifade etmekti bu. Yahudi’nin toplama kampında yaşadığı vahşeti, Yahudi olmayan biri mizaha döktüğünde, bu mizahın yahudilerce anlaşılması, kabullenilmesi herhalde beklenmezdi. Başkalarının acılarını mizah konusu yapmak, o başkalarından yana olarak yapıldı iddiasını taşısa bile, dışarıdan bir bakışın ürünüdür sonuçta. Buradaki gerçek niyeti anlamak Yahudi için kolay olmazdı. Turgut’un kavrayamadığı buydu.

Türkiye bir mizah cennetidir ama kimi yaşananlar mizah mıdır, yoksa gerçek midir anlamak zordur. Özgen Acar yazmış meğer geçen yıl. Çok çok yıllar önce Doğu illerinden birinde görevli vali, çarşaflı kadın sayısının çokluğu karşısında çareyi, “bundan böyle genelev kadınları çarşı iznine, kara çarşafla çıkacak” diye genelge yayınlamakta bulmuş. Kentte bir hafta içinde tek bir çarşaflı kadın kalmamış böylelikle. Nasıl? Komik mi?

Mizahın anında gerçeğe dönüştüğü, gerçeğin mizahla karıştığı bir ülkedir Türkiye.

Kara Mizah yapayım derken baltayı taşa vuran Serdar Turgut için değil,herkes için zordur Türkiye’de mizah yapmak. Turgut’unki kendi ayağına kurşun sıkmaktı, o ayrı mesele ama gerçekten zordur mizahçının işi Türkiye’de. Çünkü, mizahçının rakibi bir başka mizahçı olmamıştır hiç bir zaman ülkemizde. Cem Yılmaz’ın rakibi, “biz sağcı parti değiliz” diyen DP lideri Cindoruk’tur örneğin.

Kolay mizah yapmak da mümkün tabii. Milli, cinsi, dini, fiziki konuları karıştırmadan yapılabilir pekala.

Hatırlayın şu Doğu’da görev yapan o valiyi. Gülün.

Fıkra gibi çünkü.