Kış azıcık geç geldi, doğalgaz ve elektrik faturalarının sevimsiz yüzü Ocak’ta kendini gösterdi. Su, elektrik, doğalgaz, telefon derken insanların sabit ödemeleri kira giderine yakın rakamlara ulaşıyor. Herkes şaşkın, yıllar önce temiz ve ucuz diye pazarlanan doğalgazdan kaçış sürüyor, büyük kentlerin birçoğunda hava kirliliği ciddi bir sağlık sorunu haline gelmiş durumda.
Temel ihtiyaçlardan söz ediyoruz. İnsanın evi olacak, ısınacak, suyu akacak, aydınlanacak. Üstüne eğitim ve sağlığı koyun. Bu temel ihtiyaçları karşılayamayan bir toplumsal sistemden hayır gelir mi?
Zaten gelmiyor. Halk süründürülüyor, bütün kaynaklar zenginlere aktarılıyor. Temel ihtiyaçların ticaret ve kâr konusu olduğu bu düzende devlet okullarında çalışan emekçilerin maaşlarının velilere ödetilmesine de, ailelerin ısınmak için çoluk-çocuk AVM’lerde dolanmasına da şaşırmıyoruz.
Vatandaşına sıcak ve aydınlık bir yuva sunmayan bir Türkiye!
Sunamayan demiyorum, sunmayan; bilerek isteyerek halkı zora sokan bir düzen var Türkiye’de.
Efendim enerjide dışa bağımlıymışız… Laf! Türkiye akılcı, toplumcu, planlı politikalarla enerjide dışa bağımlılığı ciddi ölçülerde azaltabilecek kaynaklara sahip. Ayrıca bugünkü koşullarda bile bu temel ihtiyaçlardan büyük paralar kazanan şirketler devre dışı bırakılsa halkın ısınma ve aydınlanma giderleri ciddi ölçülerde düşer.
Ama neymiş, devlet bu işlerle ilgilenmezmiş. Devlet elektrik dağıtmaz, gaz satışı yapmazmış!
Devlet neyle ilgilenir, ne yaparmış?
Sarayı besler, insanlar hakkını aramasın, örgütlenmesin diye polis sayısını artırır, her köşe başına kamera koyar, biber gazı stoklar, patronlara kredi ve teşvik dağıtır. Vatandaşın payına da ceza, fatura, vergi, hayat pahalılığı düşer!
İnsanlar soğuktan donsun ama yerli araba müjdesiyle içi ısınsın.
Biliyor musunuz, Sovyetler Birliği’nde bir yurttaşın ev, ısınma, elektrik, telefon ve su için ödediği toplam bedel ortalama bir maaşın yüzde onunu geçmiyordu. Bunun üstüne eğitim ve sağlık hizmetlerinin tamamen parasız olduğu gerçeğini ekleyin.
Batı medyası, bunun hiç de mantıklı olmadığını yazıyor ve Sovyet devletinin bütün bu kalemleri sübvanse ettiğini ileri sürüyordu.
Ne varmış bunda, ne güzel işte! Kapitalist ülkelerde kaynaklar bir avuç tekele giderken, sosyalizmde topluma, halka ayrılıyor…
Sonra bir kısım çok bilmiş Sovyetler Birliği’nin bütün bu temel ihtiyaçları neredeyse bedava sağladığı için çöktüğünü iddia etmeye başladı.
Hiç ilgisi yok, Sovyetler Birliği’ni 1991’de yıkılışa götüren nedenler arasında parasız eğitim ve sağlık, ucuz barınma-ısınma-aydınlatma gibi toplumcu politikalar asla yoktu. Başka bir yazıda bunları da konuşuruz.
İddiamız şudur ki, bugün Türkiye’de bütün bu temel ihtiyaçları tamamen parasız ya da sembolik bir bedelle toplumun tamamına sunacak kaynak var. Tek sorunumuz toplumcu bir düzende yaşamıyoruz. Paranın saltanatı sürüyor ve parasız hizmet vermek neredeyse yasak. Hatırlayın suyu bedava yapmaya kalkan belediye başkanının başına gelenleri!
Soymak serbest ama!
Evet her ay kapıya bırakılan elektrik, doğalgaz faturaları halkın özel şirketlere ödediği haracın karşılığında verilen makbuz olarak görülmelidir.
O faturaları hem ibreti alem hem kanıt olarak herkes saklamalıdır.
Saklayalım ki, ileride çocuklarımıza “bir zamanlar ısınabilmek için insanlardan zorla para alıyorlardı” dediğimizde inandırıcı olabilelim.
Saklayalım ki, ekonominin bütün kritik noktalarında devletleştirmelere gidildiğinde arıza çıkarmaya kalkacak şirketler yalnızca halk düşmanlığından değil aynı zamanda hırsızlıktan da yargılansın.
Saklayalım ki, toplumcu bir düzen kurulduğunda emperyalistlerin “ama siz ejder meyvesi yiyemiyorsunuz” türü propagandalarından etkilenenlerin hafızası daha kolay yerine gelsin.
Saklayalım ki, insanlık bir daha faturalar karşısında boynunu bükmesin.