Yahu, temsili demokrasi denilen bu burjuva soytarılığında, doğru ürünü ve doğru mesajı seçerek seçim kazanmayı da size biz mi öğreteceğiz?

Rafta kalan ürün

Bu hafta dış politikada yazacak konu az değil ama bu ülkede yaşayan bir yurttaş olarak biraz içeri bakmak istedim. soL Portal’da bu işi benden iyi yapacak birçok akıl ve kalem olmasına karşın dışarıdaki bulanık sular yerine içerideki karanlık sularda deneyeceğim şansımı.

Önümüzdeki altı ay içerisinde bir seçim olacağı söyleniyor. Benim hâlâ kuşkularım var ama olacağını varsayalım. Seçimin yapılacak olması, gerçek anlamda bir seçim yapabileceğimiz anlamına gelmiyor elbette. Temsili demokrasi şeklinde adlandırılan sistemlerde seçimlerin sonucunu burjuvazinin tercihlerinin belirlediği bir sır değil. Önümüzde konan seçeneklerin daraltılmasından, kimi seçeneklerin daha fazla parası olanlar tarafından daha görünür kılınmasına kadar değişik yöntemleri var sermayenin. Bu anlattıklarım içinde yaşamaya zorladığımız abuk Akepe rejimiyle ilgili değil sadece. Fransa’dan İngiltere’ye Almanya’dan İsveç’e dek “ileri demokrasiler”de de aynı şeyin farklı tonları sergileniyor. Bizde ve bize benzer rejimlerde daha bir kör gözüm parmağına, diğerlerinde daha bir zarafetle sahneye konuyor bu sahtekârlık.

Bu çerçeveyi aklımızın bir köşesine yerleştirdikten sonra manzaraya bakabiliriz. Burjuva siyaseti üç ittifakla hazırlanıyor bu seçimlere. Cumhur, Millet, Emek ve Özgürlük. Cumhur ve Millet iktidara talip, Emek ve Özgürlük ise iktidarı belirlemeye. Emek ve Özgürlük ittifakının temel bileşeni HDP ve oraya katkı veren Sosyalistlerle ilgili değerlendirme yapmak bu yazının konusu değil. Zira bu işi daha iyi yapacak ve yapmakta olanlar var.

Cumhur İttifakı için söylenebileceklerin tamamı da söylendi, yazıldı, çizildi bana kalırsa. İçinde bulunduğumuz durum ilave bir söze gerek bırakmıyor. Yine de şunu eklemek ihtiyacı duyuyorum: Uygulanan politikalar bakımından burjuvazinin bu ittifaktan şikayetçi olması, değişmesini istemesi makul görünmüyor. Ancak zurnanın zırt dediği bir nokta var. O da tek adamlık konusu. Aradan geçen 20 yıla karşın Akepe hâlâ kusursuz işleyen bir yönetim mekanizması oluşturamadı. Dindar ve itaatkâr kuşaklar yetiştirme politikası yürümüyor. Öylesine yürümüyor ki, bu günleri geride bıraktığımızda ve örgütlü dinlerin karanlığını aşabildiğimizde bunu bir ölçüde Akepe’nin yarattığı antipatiye borçlu olacağız. 

Konumuza dönelim. Bu tarz rejimlerin temel ihtiyacı olan rıza üretme dizgesi de hâlâ tek kişiye bağlı. Recep Tayyip Erdoğan varsa Cumhur var, yoksa yok. Büyük damat, küçük damat, damat olmayan sırma saçlı adam filan çare değil. İşte bu husus Akepe döneminde emekçilerin acımasızca ezilmesiyle kârına kâr katmakta olan burjuvazi bakımından moda deyimle sürdürülebilirlik sıkıntısı yaratıyor. Bu yüzden de alternatife ve mümkünse de değişime ihtiyaç var.

Millet ittifakı işte bu sayede burjuvazi bakımından somut bir seçenek haline geliyor. Solumsu görünümlü merkezden eni konu yobaz ve aşırı sağcılara kadar uzanan geniş bir koalisyondan söz ediyoruz. Bu toplamın başat gücü CHP’nin 3 Aralık günü  düzenlediği tanıtım toplantısı bütün boyutlarıyla tartışılıyor şu sıra. Organizasyondaki karmaşaya değinenler olduğu gibi, doğrudan içeriğe ilişkin eleştirilerini sıralayanlar da var. Ben başka bir boyuta bakmaya çalışacağım.

Siyasal iletişim diye bir kavram var. Batı’da en azından 70 yıllık bir geçmişi bulunmasına karşın Türkiye’de özellikle Özal döneminde tanıştığımız bir olgu bu. O sıralar meraklı bir ergen ve genç olarak birinci elden tanık olduğum için rahatça yazabiliyorum bu konuda. Çoğu eski solcu reklamcıların, bir partiyi, liderini, politikalarını bir ürün gibi topluma pazarlaması olarak tanımlayabiliriz siyasal iletişimi. Bu işin bir de diplomatik boyutu var ama girmeyelim şimdi. Evimizde kalalım. Ne diyorduk? Siyasal iletişim. Bu işin çoğu reklamcılık kökenli uzmanları var. Bunlar diyorlar ki, Parti ya da lider şu mesajı verirse, genel başkan gömlek kollarını sıyırırsa, mutfakta video çekerse vs kamuoyu nezdinde görünürlüğümüz veya desteğimiz artar. Partiler de parayla tuttukları bu adamların tavsiyelerini uyguluyorlar. Bu uzmanlar genellikle bu zanaatın en gelişmiş olduğu yerin, Batı’nın örneklerine bakıp, yetenekleri ölçeğinde ülkeye uyarlıyorlar reçetelerini. Yadırgatıcı gelebilir ilk bakışta ama değil. Burjuvazinin siyasetin birbirinden özde farkı bulunmayan seçeneklerini pazarlama yöntemi bu. Deterjan reklamı gibi. O da yıkar ama bu hem daha temiz yıkar, hem de güzel kokar. 

CHP’nin tanıtım toplantısı işte o siyasal iletişim ya da daha dürüst bir deyimle reklamcılık mantığı içinde dahi bir yanlışla başladı. Amerikalı bir iktisatçı uzaktan bağlanıp bizi nasıl kurtaracağını anlattı. İktisatçı Jeremy Rifkin belki özünde çok iyi bir adamdır ve gerçekten de Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını kapitalizme dokunmadan çözebilecek bir sihirli değneğe sahiptir. Öyle bir değneğin olmadığını, Rifkin’in örneğin Fransa’da kamu sektörünü çökertip, çalışanların yoksullaşmasında ciddi emeği geçen Sarkozy’nin ekonomi danışmanlığını yaptığını biliyoruz ama varsayalım ki nedamet getirdi, bir rüya gördü  ve kendini emekçilerin refahına adadı. Rifkin orada dursun, döneceğiz.

Türkiye’de ABD karşıtlığı yeni değil. Yeni olan yaygınlığı. Bu olgu Dünya’daki eğilimlerle de uyumlu. Dünya derken boynumuz kireçlenmiş gibi sürekli gözümüzü diktiğimiz Batı’dan, Polonya’dan veya nüfusu 1,5 milyonu bulmayan Estonya’dan söz etmiyorum. Gezegende yaşayanların belki de dörtte üçünden fazlası ABD’yi tüm kötülüklerin anası olarak görüyor. Türkiye’de farklı sebep, haklılık ve samimiyet dereceleriyle de olsa en sağdan en sola kadar çok küçük bir azınlık dışında neredeyse tüm kesimler her fırsatta ABD’ye sövüyor. Örnek olsun, ekonomiyi çarşaflayan Akepe iktidarının seçmenine verdiği ilk mesaj bu. Amariga yaptı. İstiklal’de bomba patlıyor, en yetkili ağızlar Amariga’yı işaret ediyor. Amariga zaten PKK’yı da destekliyor. Bunların hepsinde doğruluk payı da olabilir ama mesele o değil.

Piyasaya bir mal çıkaracaksınız. Toplumun neredeyse ezici çoğunluğunun yıllardır ayıplı olarak kabul ettiği bir markayı üzerine yapıştırıyorsunuz. Şimdi Rifkin’e dönebiliriz. Rifkin ABD’li iktisatçı. Akepe ve MHP seçmeni için iki kere mekruh. Hem Amerikalı gâvur hem ekonomimizi batıran, uçaklarımızı vermeyen ve terörü destekleyen milletten. Millet İttifakı seçmeninin büyük bölümü için ise Amerikalı olduğu için PKK’ya destekten sabıkalı olduğu kadar, Türkiye üzerinde emeller besleyen, uçaklarımızın üstüne yatan, Yunanistan’da konuşlanıp Türkiye’yi işgale hazırlanan emperyalist ülkeden vs.. Peki bu “Made in USA” ürünü kime satacaksınız arkadaşım? 

Diyebilirsiniz ki, Burjuvazinin böyle bir tercihi var, istikrarlı ve sürdürülebilir bir sömürü düzenine ihtiyaç duyuyor. Kanımızı emmeyi sürdürecek ama bir yandan üfleyeceği için daha az canımız yanacak. Güzel. O halde yapacağınız Rifkin’le ve onun yerli benzerleriyle yine anlaşmak ama bunu sadece asıl patronunuz TÜSİAD’ın, sermaye çevrelerinin kulağına fısıldamak. Böylelikle aferin de alırsınız, iktidara gelmeye yetecek destek de.  

85 milyonun karşısına çıkıp “size bu sevmediğiniz, istemediğiniz ürünü zorla yedireceğiz” demenin ne reklamcılıkla ne de siyasal iletişimcilikle ilgisi olabilir. Bu tek sözcükle ifade etmek gerekirse bir faciadır. Bu kadar kötü bir kampanyayı  planlayan reklamcıyla hiçbir şirket bir daha çalışmaz. Keza bu faciayı kabul edip reklam stratejisinin odağına koyan yöneticiler de kovulur ve bir daha iş bulamazlar. 

Başta yazdım. CHP’nin, Millet İttifakı’nın Akepe’nin geliştirdiği sömürü düzenini daha kalıcı ve sürdürülebilir hale getirmek dışında bir işlevi olması zaten mümkün değil. Bunun ayrıntılarını da benden çok daha iyi kaleme alan ve alacak sosyalist akıllar var Türkiye’de. 

“Siz sosyalistler de hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz hep muhalefete muhalefet ediyorsunuz?” demeyi alışkanlık haline getirmiş olanlara yönelik bir iki cümleyle bitsin bu yazı. 

Geç de olsa, mensubu olmaktan gurur duyduğum TKP ve Sosyalistler, Akepe’yle ilk günden beri mücadele ettiler. Bu artık tanımlara dahi sığmayacak kötülükteki yönetimin bir gün daha sürmesini en son isteyecek kesim de biziz. Gitsinler. Yargılansınlar. Hesap versinler. Bunları 20 yıldır hiç yüksünmeden, yorulmadan yineliyoruz. Bizim amacımız en başarılı reklam kampanyasını düzenlemek filan değil, sermayenin hegemonyasını yıkıp halk iktidarını kurmak.

Yahu, temsili demokrasi denilen bu burjuva soytarılığında, doğru ürünü ve doğru mesajı seçerek seçim kazanmayı da size biz mi öğreteceğiz?