Dün başladığımız enerji söyleşisine bugün “enerji dönüşümü” ile devam ediyoruz. Türkiye’nin “enerji hikâyesi”ni, özellikle sermayenin bu alana dahil olmasına değişik boyutlardan tanıklık etmiş bir iktisatçıyla yaptığımız söyleşinin ilk kısmına buradan ulaşabilirsiniz.
Uluslararası sermayenin teşvik ettiği, Avrupa başta olmak üzere emperyalist ülkelerin önemli hedefler koyarak parçası olduğu “enerji dönüşümü”, kabaca elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını artırma, yerinde ve dolayısıyla küçük ölçekli üretimin ağırlığını artırma, enerji verimliliği uygulamalarıyla enerji tüketimindeki artışı sınırlandırma olarak tanımlanabilir.
Enerji dönüşümü kapsamında hem uluslararası düzeyde hem de Türkiye’de sermayenin iştahını yeni yatırım fırsatları sunan yenilenebilir enerji boyutunun daha fazla kabarttığı görülüyor. Mevcut elektrik üretim kapasitesinin yenilenebilir ağırlıklı dönüşümünden ibaret olmayan, hanehalkı düzeyinde elektrik üretimi dolayısıyla ekipman satışını mümkün kılan teknolojik gelişmeler, elektrikli araç kullanımının yaygınlaşması gibi sıçramalı talep artışı potansiyeliyle de ayrıca öne çıkıyor.
Küçük ölçekli elektrik üretiminde öne çıkan çatı sistemlerinden elektrikli araçlarda kullanılan yakıt pillerine teknoloji hızlı bir değişim içinde. Bu nedenle Almanya örneğinde olduğu gibi erken yatırımlarla teknolojinin çabuk eskimesi, ekipman yenileme ihtiyacı gibi boyutlar da tartışılıyor.
Türkiye kapitalizmi özelinde enerji tüketiminin kompozisyonu, sanayide enerji tüketimi yüksek sektörlerin ağırlığı, karayoluna dayalı ulaşım altyapısı gibi “yapısal” konular yeni yatırım yapmadan enerji tüketimini azaltma potansiyeli sunuyor. Ancak hem sermaye iktidarı hem de sermayenin yönelimleri dikkate alındığında bu eksende kapitalizm koşullarında ilerleme sağlanması mümkün gözükmüyor.
Avrupa başta olmak üzere dünyada iklim değişikliğiyle mücadele politikalarına dayanan, “enerji dönüşümü” olarak adlandırılan bir yeni çerçeve söz konusu. Bu kavram ne anlama geliyor? Ne hedefleniyor?
“Enerji dönüşümü” veya “düşük karbonlu enerji dönüşümü” kavramı özellikle son 10 yıldır dünyanın gündeminde giderek önemini artıran bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Çok genel anlamıyla düşük karbonlu enerji dönüşümü, enerjinin küresel iklim değişikliğine yol açan karbon dioksit ve diğer sera gazı salımlarından mümkün olduğunca kaçınarak üretilip tüketilmesidir. Elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artırılması, enerji verimliliği uygulamalarıyla enerji tüketiminin azaltılması yaklaşımı olarak basitleştirilebilir. Düşük karbonlu enerji dönüşümü uluslararası politika yapıcılar tarafından doğrudan benimsenmiş ve hedeflenen bir dönüşümü ifade etmektedir. Örneğin, bu kapsamda Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Kapsamında 2030’a kadar tüm dünya nüfusuna erişilebilir, güvenilir, temiz ve modern enerji sağlanmasını hedefliyor. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) ise enerji dönüşümünü “yüzyılın ikinci yarısında küresel enerji sektörünün fosil yakıt bazlı yapıdan sıfır karbonlu yapıya dönüşümüne yönelik bir patika” olarak tanımlıyor. Enerji dönüşümünün sağlanması için genel kabul görmüş stratejiler ise enerji üretiminde yenilenebilir kaynakların tercih edilmesi, enerji üretim ve tüketiminde maksimum seviyede verimlilik sağlanması, modern ve temiz enerji teknolojilerinin kullanılması.
Türkiye bu sürecin neresinde?
Türkiye’de enerji dönüşümü resmi bir devlet politikası olarak ifade edilmemekle birlikte bileşenlerden biri, enerji verimliliği devlet politika ve stratejileri arasında yer alıyor. Ayrıca, yenilenebilir enerjiden üretilen elektriğe Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destek Mekanizması (YEKDEM) kapsamında alım garantisi ve yatırımın devreye girmesinden itibaren 10 yıl boyunca dolar bazında garantili fiyattan satış imkanı veriliyor. Sağlanan teşvikler sonucunda Türkiye’de 2002 sonrasında yapılan elektrik üretimi yatırımlarının yarıdan fazlası yenilenebilir enerji yatırımlarından oluştu. 2002-2018 döneminde yenilenebilir enerjiden elektrik üretimine 40 milyar dolar civarında yatırım yapıldığı ve 25 milyar doların üzerinde kredi verildiği tahmin ediliyor. Bu yatırımlara yönelik politikaların oluşumunda ve uygulanmasında yenilenebilir enerji yatırımlarının finansmanı için özel sektöre yönelik avantajlı krediler sağlayan Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası gibi kalkınma finansmanı kuruluşlarının özel bir rolü oldu. Bu kuruluşların yenilenebilir enerjiye sağlanan toplam finansman içindeki payları ancak yüzde 15 seviyesinde olmakla birlikte etkileri bunun çok ötesindeydi. Bu kuruluşlar bir yandan Türkiye’de özel sektörün enerji üretimindeki payının artmasına katkıda bulunurken, diğer yandan sağladıkları kredilerle yerli finansal kuruluşların bu alanda proje ve kredi değerlendirme yetkinliklerinin ve iştahlarının artmasını sağladılar.
Yenilenebilir enerji yatırımlarının finansmanındaki bir diğer önemli aktör ise yenilenebilir enerji ekipmanlarının üretildiği ülkelerin ihracat kredi kuruluşları oldu. GE, Siemens gibi büyük ekipman tedarikçileri sattıkları ekipmanlar için kendi ülkelerinin ihracat kredi kuruluşlarından kolay ve hızlı finansman sağlayabiliyor.
Tüm bu faktörler dikkate alındığında Türkiye’nin enerji dönüşümü yatırımlarında dünya ortalamalarına yakın seviyede bir ilerleme kaydettiğini, ancak kendi doğal kaynak potansiyelinin altında kaldığını ve elektrik sektöründeki ilerlemeye rağmen yüksek derecede fosil yakıt bağımlılığının sürdüğünü görmekteyiz. Yapılan yenilenebilir enerji yatırımları fosil yakıt ihtiyacını düşürerek enerjide dışa bağımlılığı azaltma potansiyeli taşıyor, ancak santrallerde kullanılan makine-ekipmanın tamamına yakınının ithal olması ithal teknoloji bağımlılığı konusunu gündeme getiriyor. Yenilenebilir enerjinin ekipmanlarının yerli üretimini teşvik etmeye yönelik politikalar şimdilik rüzgar enerjisine yönelik ekipmanlarda belli ölçüde başarı elde edilebilmiş, güneş enerjisine yönelik ilk entegre üretim tesisi bu yıl içinde devreye alınmayı bekliyor. Türkiye’nin kurulu gücünde çok önemli paya sahip olan hidroelektrik santral ekipmanlarında ise dışa bağımlılık sürüyor.
Enerji dönüşümü açısından temiz enerji üretimi kadar önemli olan enerji verimliliğinde ise yeterince mesafe kaydedilemedi. Çok açık ki enerji verimliliğinde yol alınması, evde ya da işyerinde gereksiz zamanlarda aydınlatmanın kapatılması basitliğinde ele alınabilecek bir konu değil. Türkiye’nin sanayi üretim kompozisyonu, ulaştırma altyapısı hanehalkı ya da ticari amaçlı kullanıma göre çok daha yüksek potansiyel taşıyan alanlar. Görece düşük teknolojili ve enerji tüketimi yüksek sektörlerin ekonomi içindeki payı, karayolu taşımacılığının ağırlığı ve irrasyonel yapısı gibi başlıklarda uzun vadeli ve merkezi planlamaya dayalı bir dönüşüm yaşanmadan ilerleme sağlanması da güç. Türkiye kapitalizminin kendisi, aslında düşük maliyetle en fazla gelişim sağlanabilecek boyutta, büyük bir engel. Kaldı ki enerji sektörünün genelinde görülen planlama eksikliği enerji dönüşümü ile ilgili de net bir yön belirlenmesini engelliyor.
Enerji dönüşümünün uluslararası “sponsorlar” tarafından daha fazla teşvik edilen, sermaye cenahında ve onun kamudaki temsilcileri nezdinde de algılanan boyutu mevcut üretim kapasitesinde yenilenebilir payının artırılması diyebiliriz. Bu da yukarıda da vurgulandığı gibi yeni, büyük teknoloji yatırımı anlamına geliyor. Özellikle çok öne çıkarılan hanehalkı düzeyinde elektrik üretimine olanak tanıyan çatı üstü sistemler vb sürekli gelişen depolama teknolojileri, elektrikli araç pazarındaki potansiyel de dikkate alındığında aynı zamanda bir yeni bir “teknoloji pazarı” anlamı taşıyor.
Ki Türkiye’den devam edersek enerji verimliliği uygulamalarındaki yetersizliğe rağmen YEKDEM yenilenebilir enerji yatırımlarına döviz bazında öngörülebilir bir gelir sağlayarak yatırımcılara ve finansal kuruluşlara güven verdiğinden Türkiye’de yenilenebilir enerji üretim kapasitesinde önemli bir artış sağlanabildi. Ayrıca YEKDEM kapsamındaki santraller dolar bazında garantili fiyatlardan gelir elde edebildiği için 2018 sonrasında yaşanan finansal krizden daha az etkilendi ve borç geri ödemelerinde sorun yaşamadı. Ancak, YEKDEM kapsamında piyasa fiyatlarının üstünde sağlanan garantilerin 2018 yılındaki tutarı 2,4 milyar doları buldu ve bu tutarın tamamına yakın bölümü elektrik tarifeleri vasıtasıyla tüketiciler tarafından karşılandı.
Hem yenilenebilir enerji yatırımlarını desteklemek hem de pek çok açıdan su aldığını iyi bir biçimde özetlediğiniz “piyasa”nın “derinleşmesi”ni sağlamak üzere yeni düzenlemeler, yeni mekanizma tasarımları gündemde. Bunlardan kısaca söz edebilir misiniz?
Tüm dünyada teknolojik gelişmelerin yenilenebilir enerjide yatırım maliyetlerinin fosil yakıtlarla rekabet edebilir düzeye getirmesiyle birlikte yenilenebilir enerjiye yönelik sübvansiyonlar azaltılarak yeni tipte fonlama mekanizmaları gündeme geliyor. Türkiye’de de yenilenebilir enerjinin garantili alım fiyatlarının belirlenmesi için en düşük satış fiyatını veren yatırımcının üretim lisansını almaya hak kazandığı ihaleler bir süredir uygulanıyor. 2020 sonrasında yeni yatırımlarda YEKDEM uygulamasının sona ermesiyle birlikte bu ve benzeri yöntemlerin şebeke ölçeğindeki büyük yatırımlar için ana gelir modeli olacağı görülüyor.
Diğer taraftan özellikle güneş enerjisinde ticarethane ve sanayi kuruluşlarının kendi elektrik tüketimi ihtiyacını karşılamasına yönelik küçük üretim birimlerinin dönemlik fazla üretimlerini elektrik şebekesine vererek eksik üretimlerini şebekeden karşıladıkları ve tarifedeki elektrik fiyatı üzerinden mahsuplaştıkları sistemin yaygınlık kazanması bekleniyor. Dağıtık üretim olarak adlandırılan elektriğin küçük ölçekli tesislerde tüketim noktasında üretilmesi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek yaygın hale geliyor. Şimdilik konutlar için sübvanse edilmeden rantabl olmayan bu sistemin teknolojik gelişmelerle birlikte konutlar için de erişilebilir hale gelmesi bekleniyor.
Diğer taraftan büyük kurumsal şirketlerin, özellikle uluslararası tedarik zincirlerinin yenilenebilir enerji tükettiklerini belgelemesi giderek bir zorunluluk haline geliyor. Kurumsal şirketlerin kendi üretim tesislerinden yenilenebilir enerji temin etmesi veya özel anlaşmalarla üreticilerden yenilenebilir enerji veya sertifika satın alması giderek yaygın hale geliyor. IRENA verilerine göre kurumsal şirketler tarafından bu yolla satın alınan yenilenebilir enerji küresel yenilenebilir enerji tüketiminin yüzde 8’ine ulaşmış durumda.
Türkiye’de de uluslararası şirketlerin talepleri doğrultusunda yenilenebilir enerjinin özel bir ürün olarak belgelenerek tedarik edilebilmesi için Temmuz’da Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti Belgesi (YEK-G) yönetmelik taslağı görüşe açıldı ve Ağustos’tan itibaren görevli tedarik şirketleri yeşil enerji tedarik etmek isteyen tüketicilere özel bir tarife açıkladı.
Bu tür isteğe bağlı ve piyasa bazlı mekanizmaların Türkiye’nin Birlemiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda tüm vatandaşlarına erişilebilir, güvenli ve temiz enerji sağlamaya ne kadar yaklaştıracağı tartışmalı bir konu. Enerji üretimini ve teminini tabana yayarak “demokratikleştireceği” iddia edilen bu mekanizmaların daha ziyade çeşitli büyüklüklerdeki ekipman tedarikçileri ve hizmet sunucuları için yeni pazarlar yaratacağı daha net görülüyor. Mevcut politikalar çerçevesinde temiz ve güvenilir enerjiye evrensel erişim ve ortalama yeryüzü sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlandırarak iklim felaketini önleme hedefleri ise hala erişilmez görünüyor. Uluslararası kuruluşlar ise bir yandan bunu saptayıp, diğer yandan reçetenin piyasa bazlı mekanizmalarla desteklenen daha fazla yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği yatırımları olduğunu savunuyor.
Türkiye’de öncelikle uluslararası şirketlerin ve büyük sermaye gruplarının ilgi gösterdiği “yenilenebilir enerji” kullanımını belgeleme, sertifikasyon konusu hem “temiz” bir görüntü verme hem de gittikçe bollaşan “iklim finansmanı” fonlarından daha fazla yararlanma amacı taşıyor.
Kısır döngüden çıkmak için enerjinin bir kar alanı olmaktan çıkarılarak toplumsal ihtiyaçlardan yola çıkan bütünlüklü bir üretim planlaması doğrultusunda kamusal hizmet olarak sunulması, böylece aşırı üretim ve tüketimin sona ermesi ise hem mümkün hem de insanlığın geleceği açısından zorunlu.