ÇEVİRİ | Covid-19 karantinasıyla boğuşan Suriye'de ABD'nin yakıp yıkma taktiği gıda kıtlığını kaçınılmaz hale getiriyor - II

Yeşil alanların, işgalci güçlerin çevreyi uzun süreli korumaya değil, yalnızca kısa vadeli gelir elde etmek için görmezden geldiği hava ve toprak kirliliği nedeniyle küçüldüğü bildiriliyor. Söylemeye gerek yok, bu çevresel felaket, uluslararası toplantıların hiçbirinde, Suriye'deki 'insani' kriz tartışmasında gündeme getirilmeyecek.

Vanessa Beeley

ABD'nin Suriye'deki başarısızlığının kesinleşmesi üzerine ülkenin altyapısını nasıl yıktığı üzerine Vanessa Beeley'in MintPress'te kaleme aldığı makalenin ikinci kısmını soL okurlarının ilgisine sunuyoruz.

Yazının birinci kısmına buradan ulaşabilirsiniz.

Çeviri: Ç. Ekin Görkem, Kaya Emre Uzmay

ABD birliklerinin geri çekilmesi adlı şehir efsanesi

Trump, ABD kuvvetlerinin Ekim 2019'da Suriye topraklarından çekilme olasılığını açıklamış olsa da, ABD, bu açıklamanın aksine, Covid-19 bahanesiyle kuzey ve kuzeydoğudaki askeri varlığını düzenli bir şekilde artırdı. Askeri araç ve ekipman konvoyları, sınırlar virüsün yayılmasını engelleyeceği iddiasıyla iküresel olarak kapandıktan sonra da, petrol açısından zengin bölgeye sürekli olarak akmaya devam etti. Görünen o ki sosyal mesafe ve karantina düzenlemeleri ABD birliklerinin hareketini bağlamıyor.

1 Temmuz 2020'de ABD kuvvetleri Haseke, El Yarubiya'da yeni bir askeri ve hava üssü kurdu. SANA'nın bölgeden aldığı raporlar, ABD birlikleri ve SDG'nin buğday tedarikini güvence altına almak, üssü beton bloklarla güçlendirmek ve kampın çevresini ve buğday silolarını korumak için SGD militanlarını konuşlandırmak üzere işbirliği yaptığını gösterdi.

ABD ve SDG daha önce boşaltılan yasadışı askeri üslere yeniden yerleşir ve Suriye topraklarında yeni üsler kurarken, Suriye petrolüne el koymaya da devam ediyor. Aynı zamanda ABD Koalisyon medyası ve BM “insani” ajansları Suriye'deki küresel Covid-19 “pandemi” anlatısını etkin bir şekilde yaymaya ve zaten kuşatılmış olan bu ülkeyi sakat bırakacak bir karantina uygulamasına yönelik baskı kurmaya devam ediyor. ABD'nin “istisnai” ve yırtıcı neo-sömürgeci kampanyası, virüsün bir ülkenin hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu her şeyi yağmalamaya niyetili sahadaki birliklere yayılması konusundaki kaygılarla engellenmeden devam ediyor.

1 Temmuz'da, ABD tarafından görevlendirilen petrol tankerleri konvoyu, ABD askerlerinin eşliğinde Haseke'nın kuzeydoğusundaki El Malikiye kentinde bulunan “yasadışı” Semalka geçişini kullanarak Suriye'den Irak'a geçti. Bu konvoylar Suriye'nin kanını şah damarından emiyor. Şimdi yaz mevsimindeyiz ve jeneratör çalıştırmak için yakıt eksikliğinden kaynaklanan elektrik kesintileri o kadar uzun veya yıkıcı değil, ancak kış gelince kırsal alanların elektriğe günde sadece bir saat ulaşabilmesi söz konusu olabilir. Bu kaynak yağmasının Suriye halkı üzerindeki etkisini daha da yıkıcı hale getirecektir.

Trump yönetimi, SDG'deki ayrılıkçılara gelir sağlamak için Suriye petrolünün sömürme niyetini gizlemiyor. Yakın tarihli bir açıklamada, ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) başkanı Deniz Kuvvetleri Generali Kenneth F. McKenzie şunları söyledi:

"Buna ek olarak, SDG'ye, IŞİD'e karşı operasyonları sürdürülmesi de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda kullanılabilecek bir gelir elde etmesi amacıyla petrol tesislerinin idamesine yardımcı olmak için buradayız.”

SDG, ABD Koalisyonu'nun gözetiminde kuzeydoğuda da benzer yağma kampanyaları yürütüyor. Deyrizor ve Haseke arasında uzanan tüm demiryolu rayları sökülüyor ve yağmalanan demir, vurguncular tarafından sınırdan alınıp satılıyor. Dokunulmayan hiçbir şey kalmamış, onlarca yıllık tarihi tren istasyonları soyulmuş ve tüm metallerin, eritilerek Suriye dışına satılacak yeni demiryolu hatlarına dönüştürülmek üzere Türkiye'ye aktarıldığı bildiriliyor.

Suriye'nin kuzeydoğusunda ABD'nin Patriot hava savunma sistemlerini kurduğuna ilişkin haberler de çıktı. Bu kategorik olarak teyit edilmemiş olsa da, Suriye içindeki kaynaklar, bunun ABD'deki neo-muhafazakar lobinin ve Pentagon'un kışkırtıcı bir hareketi olduğuna inanıyor. Bu da özellikle ABD ordusu tarafından kayda değer miktarda bölgenin yeniden işgal edildiği göz önüne alındığında son derece olası bir iddia.

Kasıtlı ve insanlık dışı çevre savaşı

ABD işgalinin bir diğer yan ürünü de, su kaynaklarının ve tarım alanlarının kirletilmesi. Yasadışı petrol gelirlerinden en fazla yararlanan SDG, harap boru hatlarının bakımını ihmal etmiş görünüyor. Çoğu kanserojen olan ham petrol ve atık ürünler nehirlere ve akarsulara sızıyor. Kaçınılmaz olarak, bu nehirler yataklarını çevreleyen tarım alanlarına taştığında, toksik atık mahsullere aktarılıyor.

Son raporlar bu bölgelerdeki kanser vakalarındaki artışın altını çiziyor. İlkel rafineriler doğum kusurları, menenjit, cilt sorunları ve şiddetli solunum hastalıkları gibi hastalıklara  nedenoluyor. Doğum kusurları doğumda hipotiroidizm, Akdeniz anemisi ve hemofiliyi içeriyor. Suriye nüfusu üzerindeki tüm bu korkunç etkiler, ABD Koalisyonu ve çeşitli vekillerinin kontrolü altındaki petrol kuyularının etrafındaki alanlarda yoğunlaşıyor.

Ağaçlar ölüyor, yeşil alanların çoğunun, işgalci güçlerin çevreyi uzun süreli koruma değil, yalnızca kısa vadeli gelir elde etme niyetiyle görmezden geldiği hava ve toprak kirliliği nedeniyle küçüldüğü bildiriliyor. Söylemeye gerek yok, bu çevresel felaket, uluslararası toplantıların hiçbirinde Suriye'deki “insani” kriz tartışmasında gündeme getirilmeyecek. ABD destekli bir işgalcinin işgal ettiği kaynakların yanlış yönetimi konusunda ses getirmek, görünüşe göre bir seçenek değil. Kuzeydoğunun büyük bir bölümünü kaplayan geniş nehir ve dere ağının sürekli olarak kirletilmesi, onlarca yıl boyunca mahsullerin ve hayvanların zehirlenmesine neden olacak. Vicdansız bir şekilde yağmalamak, ABD neo-sömürgeciliğinin utanç verici alameti farikası.

ABD'nin kuzeydoğu Suriye'de seyreltilmiş uranyum kullanımını kabul ettiğini ve bunun da Suriye nüfusu üzerinde zaten yıkıcı bir etkisi olan toksik atığa katkıda bulunduğunu da belirtmek gerekir. Kitle İmha Silahları'nın Suriye halkına karşı yasadışı bir savaşta bu şekilde kullanılması, elbette, ABD tarafından görevlendirilen Suriye'deki savaş suçları hakemleri tarafından asla gündeme getirilmedi. Bu hakemler özellikle Nisan 2018'de Doğu Şam'ın Duma bölgesindeki olayla ilgili olarak büyük ölçüde kendi uzmanları tarafından itibarsızlaştırılan ve ne kadar yozlaşmış olduğu gün yüzüne çıkarılan OPCW'nin "kimyasal saldırı" iddialarına odaklanmayı tercih ettiler.

Seyreltilmiş uranyum radyoaktif atığının uzun erimli etkisi ve daha sonra insanlar üzerinde korkutucu mutasyonlara neden olması ABD'nin yabancı olduğu bir şey değil. Tarihinin çeşitli dönemlerinde karşı karşıya kaldığı ABD ve müttefik saldırılarının ardından Irak'ta kontaminasyon seviyesi hala korkutucu derecede yüksek ve radyasyona maruz kalmış hurda metalin, genellikle çocuk olan satıcıları tarafından nakledilmesi, toksik atıkların yayılmasını sağlıyor. Ülkenin ABD işgalinin, istilasının ve tüm kaynaklarının tahrip edilerek, çalınarak ya da kirletilerek elinden alınmasının ardından toparlanması yavaş ve acı verici bir süreç. ABD'yse işin sonunda bir savaş suçlusu olarak elini kolunu sallayarak gezinmeye devam ediyor.

Hidro hegemonya ve su hırsızlığı

Bahsedilen “maksimum baskı” önlemlerine ek olarak, Suriye halkını hükümete, orduya ve müttefiklerine verdiği destekten vazgeçmeden, 10 yıl süren savaşa karşı ayakta durduğu için topluca cezalandırmak amacıyla su da bir silah olarak kullanılıyor.

Fırat nehrini gösteren harita

Son zamanlarda, yerel medya ve Suriyeli aktivistler, Suriye'nin en büyük akarsuyu olan Fırat nehrinin su seviyelerinde “şok edici” bir azalma olduğunu bildiriyorlar. Suriyeliler Cerablus şehrinden Tişrin Barajı'na kadar su seviyelerinde devam etmesi halinde kuraklık tehdidiyle yüz yüze kalacakları önemli bir düşüşe tanıklık ediyorlar. Bunun nedeni, NATO üyesi bir devlet olan Türkiye'nin devasa Ilısu Barajı da dahil olmak üzere Türkiye topraklarından Suriye'ye su bırakan iki barajı kapatmış olması.

1987'de imzalanan anlaşmanın bir parçası olarak, Türkiye saniyede en az 500 metreküp pompalamayı taahhüt etti, ancak bu oran şu anda saniyede 150 metreküpe düştü ve su, bölge halkı ve tüm Suriye için can sıkıcı bir şekilde azaldı. Hidroelektrik santrallerinin işletilmesinde daha fazla kesinti yaşanmasıyla birlikte bu etkileri Şam'da şimdiden hissediyoruz.

Yıllar geçtikçe Türkiye bu anlaşmayı periyodik olarak ihlal etti, ancak su hegemonyası artık kendisini yeni-Osmanlı İmparatoru sanan Recep Tayyip Erdoğan için vahşi bir savaş aracı haline gelmiş durumda. İçme suyu kuzey ve kuzeydoğuda sınırlı bulunuyor ve tarımsal üretim kuraklığa benzer koşullardan dolayı risk altında.

Suriye'nin ikinci büyük hidroelektrik santrali olan Tişrin Barajı yönetimi, Türkiye'nin su seviyelerini düşürmeye devam etmesi halinde, yerel toplulukların ekonomisi üzerinde yıkıcı sonuçlar doğacağı konusunda uyarıda bulundu. Gıda güvensizliği ve kuraklık, nüfusu yok olma tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor Fırat ve Tişrin hidroelektrik santralleri, Haziran ortasından itibaren vardiyalarını 18 ila 10 saat arasında azaltmak zorunda kaldı. Daha önce de belirtildiği gibi, bunun Suriye topraklarının geri kalanı üzerinde sarsıcı bir etkisi olacak. Yerel topluluğun bir üyesi tarafından çekilen amatör video, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusundaki bir bölgeye su teminini kesmesinin sonucunu gösteriyor,

Dr. El Caferi, BM’de Türkiye’nin savaş suçlarına işaret etti. NATO üyesi bir devletin etkin bir şekilde bir milyondan fazla Suriyeliye tedarik edilecek suyu kesmesi “uluslararası kamuoyu” tarafından hiçbir şekilde suçlama konusu edilmiyor. El Caferi bu ikiyüzlülüğe konuşmasında tereddütsüz şekilde dikkat çekti:

“Batılı devletlerden olsun, BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nden ya da diğer BM kuruluşlarından olsun; Suriyelilerin gündelik güvenlik ve istikrarını sağlama hakkının kendinden menkul savunucularının bu insanlık dışı uygulamalar hakkında tek kelime etmemesi üzüntü verici.”

Şurası kesin ki, ister Türkiye’den gelsin, ister İsrail ya da ABD; sağlık ve insani ihtiyaç sektörleri de dâhil olmak üzere su, gıda ve gerekli altyapı hizmetleri abluka altındaki, kuşatılmış Suriye halkını daha büyük baskı altında bırakmak için şu anda hedef alınıyor. Karşıt taraflar arasındaki kriminal eylemler bölgedeki durumu kötüleştiriyor ve ekonomik sefalet ve yokluğu ağırlaştırıyor.

IŞİD’lilerin havadan taşınması ve Suriye üzerindeki termal balonlar

ABD kuruluşlarının ve batı “yardım” örgütlerinin ikiyüzlülüğünü bu yazı dizisinin bir başka bölümünde ele alacağım, ancak bu ilk bölümde tartışılan kaynak hegemonyasına ilişkin olarak, konu Suriye’deki “insani” kriz olduğunda, bu kuruluşların sahtekârlıklarına da işaret etmek gerekiyor.

ABD-Türkiye-SDG işgali altındaki bölgeye Kuzey Irak’ı Suriye’nin kuzeydoğusuna bağlayan El Yarubiye kapısından “yardımların” geçişine dair BM kararının Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinden dolayı bu bölgenin dış “yardımlara” görünürde erişemiyor oluşu büyük tepki toplamıştı.

Bu bölgeye giren yardımların Türk ve Amerikan destekli silahlı güçler tarafından gasp ediliyor olabileceği bir sır değil, ancak dikkat çekilmesi gereken bir unsur daha var. İddia bu ABD kontrolü altındaki bölgelere “yardım” ulaşamadığı yönündeyken, ABD’nin IŞİD militanlarını Suriye sınırından Irak’a taşıdığı biliniyor. Bir “küresel pandemi” krizi sırasında birliklerin intikali  sadece ABD ordusu bakımından değil, Suriye topraklarında “terörizme karşı savaş”ın bahanesi olan terörist grup bakımından da kısıtlanmış değil.

ABD, terörist savaşçıları Suriye topraklarında dolaştırabiliyorken ve bunları Irak içerisine taşımaktan ziyadesiyle memnunken; fiili olarak kendi kontrol bölgesinde kalan Suriye halkına gerçek bir insani yardım sağlama konusunda kendini hiç de sorumlu görmüyor. BM’den ve Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları gruplarından yükselen velvele aslında her zamanki gibi bölgedeki gerçekliğin hususi olarak üzerinin örtülmesine dayanıyor.

Hepimiz bütün dünyayı felç eden bir virüse odaklanmışken; ABD’nin Suriye’ye karşı yükselttiği askeri ve ekonomik strateji hakkında bir şeyler okuduğunuzda hanginiz gerçekten Covid-19 hakkında kafa yordu? ABD ve müttefiklerinin her zamanki işi, sırf hükümetleri ABD’nin egemen olduğu dış politikaya uyum göstermediği için, terörizmi desteklemek, gezegeni yok etmek ve sıradaki devlete “demokrasi” adına sefalet, yoksulluk ve açlık getirmek.

Suriye Hükümeti'nin tarımsal alanları savunması

Kuzeydoğudaki esaslı kriz BM ve ilişkili medya tarafından Batıda Suriye hükümetinin daha da kriminalize edilmesi için kullanılıyor.

Financial Times’ta yayımlanan yakın tarihli bir makale, ABD koalisyonunun yaptırımlarından, kaynakların gasp edilmesinden, ikiyüzlü Caesar Yasası’ndan ve ABD ve müttefiklerinin yürürlükteki her türlü uluslararası hukuk kuralını ihlal ederek Suriye hükümetini ortadan kaldırmak üzere yürüttüğü 10 yıllık savaştan hiç bahsetmeksizin açlıktan kırılan Suriyeli çocuklar hakkında timsah gözyaşları döküyor. Bu çarpıtma daima, konu Suriye olunca savaş yanlısı medya kuruluşları tarafından kullanılan bilindik bir taktik olmuştur. Bu makale kuşatılmış bulunan Suriye hükümetinin tarım kriziyle mücadele etmek için uyguladığı tedbirlere de hiç değinmiyor.

Suriye hükümeti tarım sektörünü desteklemek için buğdayın alım fiyatını kilosu 225 Suriye poundundan 400 Suriye pounduna yükseltti. ABD’nin yakıp yıkma politikasının etkilerine karşı buğday ve arpa bakımından bütçe planı, dış düşman güçlerinin sebep olduğu krize karşı “olağanüstü” tedbir olarak 800 milyar Suriye poundu buluyor.

Batı medyası tarafından, Suriye devletinin kendi yurttaşlarının kıtlığa ya da mutlak bir yoksunluğa maruz kalmasından keyif aldığına inandırılan herkes; Şam’daki İngiliz Büyükelçiliği'nde eskiden araştırma stajyeri olarak çalışan Louis Allday’e ait o aydınlatıcı makaleyi okumalı. Allday, Suriye hükümetini, 2006’dan ABD saldırganlığının başlangıcı olan 2011’e kadar ülkeyi kasıp kavuran kuraklığa karşı hızlı ve ön alıcı bir ulusal kuruluşlar bütününü, sivil toplum örgütlerini ve yardım vakıflarını içeren bir yapı olarak nitelendiriyor.

Türkiye’nin, “Arap Baharı” maskaralığının uydurulmasından önce halkın direncini kırmak üzere bu kuraklığı nasıl organize ettiği de başka bir zaman yazılacak başka bir makalenin konusu olsun.

Suriyelilerin sefaletinin nedenlerine gözleri kapamak

Haziran sonunda Suriye’yi 10 yıllık bir savaş cehennemine ve ekonomik yıkıma sürükleyen ABD koalisyonu içerisindeki “bağışçı devletler”, Suriye’deki “derinleşen” insani krizle mücadele etmek için 7,7 milyar dolarlık bir taahhütte bulundu. Covid-19, bugüne kadar 17 milyon Suriyelinin içinde bulunduğu sefaleti artıran faktörler arasında sayıldı. Suriye’de virüsten kaynaklı 372 teyit edilmiş vaka ve 14 ölüm gerçekleşirken, 126 kişi de iyileşti. Hastaların çoğu Şam ve civar kırsalında tespit edilmiş olup çoğu yurt dışından gelenlerdi.

ABD ordusunun ve onun ortaklarının Suriye bölgesinde uyguladığı küresel “karantina” politikaları ile yaptığı şovun Suriye halkı nezdinde Covid-19 bakımından tam bir kandırmaca olduğunun ifşa edildiğine işaret etmiştim.

“AB Kriz Yönetimi Komisyon Üyesi Janez Lenarcic, AB ve Birleşmiş milletler tarafından organize edilen bir günlük çevrimiçi bir taahhüt konferansının sonunda toplam meblağı ilan etti” – ve şöyle açıkladı:

"Bugün Suriye halkıyla dayanışma irademizi ortaya koyduk; ancak yalnızca sözlerle değil, aynı zamanda milyonlarca insan için bir fark yaratacak somut yardım taahhütleriyle.”

Uluslararası düzeyde tanınmış olan Suriye hükümetinin kontrolü altında olmayan topraklara giren bu mali ve maddi “yardımın” güzergahını başka bir zaman irdeleyeceğim. Ancak bu devletlerin Suriye halkıyla gerçek anlamda dayanışma içinde olabilmesi için Amerika ve müttefiklerinin bu insanların ümüğüne basmaktan vazgeçmeleri ve yaptırımları sona erdirmeleri, yasadışı ve gayrı ahlaki Caesar Yasasını kaldırmaları, ülke içindeki terörist ve ayrılıkçı fraksiyonları desteklemekten vazgeçmeleri için kampanya yürütmeleri gerekiyor.

Eski bir Fransız diplomatı olan Profesör Michel Raimbaud, Batının ekonomik terörizme bu sessiz yardakçılığının artık sona ermesi gerektiğini ileri sürüyor. Rimbaud’ya göre:

“Ülkelere yaptırımlarda bulunmak, askeri çatışmalardan daha barbarcadır ki bunun da sonuna geliniyor. Bu yasadışı ve gayrı ahlaki bir savaş. Bu insanlık üzerinde bir leke. Bu yaptırımlar derhal ve koşulsuz olarak kaldırılmalı.”

Suriye’de gördüğümüz şu ki, ABD/İngiltere önderliğindeki neo-sömürgeci şablon tıpkı önceden Irak’ta olduğu şekliyle kendini gösteriyor. 1991’de, ABD ittifakı, restorasyonları engelleyen yaptırımları uygulamadan önce Irak’ın su arıtma ve elektrik altyapısını kasıtlı olarak bombalamıştı. Daha isabetli bir ifadeyle askeri bir abluka niteliğindeki bu yaptırımlar aynı şu anda Suriye’de gördüklerimize benziyor. Hem 1991’de hem de 2003’te ABD hava saldırıları hayvan yemi depolarını, tavuk çiftliklerini, gübre tesislerini, su pompalama istasyonlarını, sulama sistemlerini, yakıt depolarını ve tarımsal tesisatları hedef almıştı. Saldırı altındaki devletin hayatta kalma mekanizmalarını yok etmek üzere tasarlanmış bu yıkıcı taktikler şimdi yeniden Suriye’de sahneleniyor, elbette dehşet verici sonuçlarıyla birlikte…

2019 sonlarında Suriye sahili üzerindeki Lazkiye’de Tarım Bakanlığı idarecileriyle bir toplantıya katılmıştım. Toplantı sırasında ABD koalisyonu tarafından desteklenen işgalci güçlerin Suriye hayvancılık sektörlerinin yüzde 30’unu yok ettiğini, 60 ila 70 bin arı kovanının çalınarak Türkiye’de satıldığını, işgal ettikleri köylerin yağmalandığını, tarımsal ekipmanın ya yok edildiğini ya da Türkiye’de satıldığını öğrendim. Yine, Suriye ormanlarının yüzde 30’undan fazlası kesilerek odun olarak Türkiye’de satılmıştı. 2012 ve 2015 arasında Lazkiye’nin 47 km civarında mesafesindeki korunan bölgeleri terörist gruplar işgal etmişti ki bu da 65’i tedavi edici bitkiler olmak üzere 260 ender bitki türüne ev sahipliği yapan topraklara geniş çaplı zarar vermişti.

Yaklaşık 650 bin hektarlık Suriye toprağında yaklaşık 90 milyon zeytin ağacı bulunuyor. Afrin’de (Halep kuzey batısı) El Kaide’nin önderlik ettiği militanların kontrolü altında 18 milyon ağaç kalmış durumda. Geleneksel olarak Halep en büyük üreticiyken, bu ili sırasıyla İdlib, Tartus, Humus, Lazkiye ve Hama takip ediyor. Yıllık ortalama üretim 150 bin ton zeytinyağı ve 350 bin ton zeytin. Suriye’de çoğu yukarıda sayılan illerde toplanan 800 imalathane bulunuyor. Hâlihazırda verimli bölgelerin yaklaşık olarak yarısı Nusra Cephesi (Suriye El Kaidesi) tarafından domine edilen Türkiye destekli grupların kontrolü altında bulunuyor. Türk tüccarlar düşük fiyattan elde ettikleri zeytinyağını satın alarak, bunları Türk yağıyla karıştırarak ve yüksek fiyatlarla Avrupa’ya ihraç ederek devasa karlar elde ettiler.

ABD koalisyonunun ekonomik yaptırımları koalisyon üyeleri tarafından çalınan Suriye kaynaklarını hiç etkilemiyor. Avrupa’yla ticareti canlandırmaya teşebbüs eden Suriyelilerse derhal cezalandırılıyor ve tek taraflı ekonomik prangalarla sınırlandırılıyor.

Amerikan barbarlığı ve soykırımcı baskıları sorumlu tutulmalıdır. ABD’nin bu dünyaya dayattığı ikiyüzlü standartlar şimdi de gelecekte de insanlığı tehdit ediyor ve edecek. Suriyelilerin canı da kıymetlidir; eğer bu kuşatma altındaki ulus neo-sömürgeci hegemonyaya karşı direnci, yaratıcılığı ve direnişiyle bir örnek teşkil etmeseydi, öngörülebilir gelecek için sürekli bir savaş statükosuna mahkûm kalacaktık.

Bu makalenin hazırlanmasında yardımı bulunan ve bunun defaten kontrol edilmesinde emeği geçen Suriyeli aktivist ve araştırmacı, eski Suriye Arap Ordusu askeri İbrahim Muhammed’e özel teşekkürlerimi sunarım.