AKP yıllar önce iktidara geldiğinde, sağlıkta dönüşüm projesini gerçekleştirebilmek için devirmesi gereken barikatlardan birinin, belki de en önemlisinin sağlıkçıların örgütlülüğü olduğunu biliyordu. Sağlığın metalaşması, ticarileşmesi, kamusal bir mesele olmaktan çıkarılması için bu engel ortadan kalkmalıydı. Halkın buna ikna edilmesi için ise bir düşman yaratılmalı ve "hele bir seslerini çıkarsınlar, bakın ben onlara ne yapacağım” denmeliydi.
O yıllarda, tıpkı hariciyede “monşer” aşağılamaları gibi, “doktor efendi” aşağılamaları da yapıldı. “Doktor efendi dönemi bitti”, “bıçak parası”, “ben iğne bile yaptırmam” bu geçiş döneminin popülist sözleriydi. Halka bu nefret mayasını çalmayı başardılar. Ortalama bir eğitim düzeyinin üzerindeki kişilerin bile düşünce dünyasında kötücül, bencil, çıkarcı, kolaycı bir sağlıkçı, en başta da böyle bir doktor imgesi yerleşti. Bu sıfatları gerçekten hak edenler ise böylelikle kendi üzerlerinden savuşturmayı başardılar. Sağlıkçıları başka şekillerde hedef gösteren yazarlar, kanaat önderleri de iktidara epey yardımcı oldu.
Doktor aşağılamaktan 'aşı yaptırmam' cehaletine
“Doktor efendi” ile kast ettikleri her neyse, bugün onun karşısına hacamatçıları diktiler. “Ben çocuğuma aşı yaptırmam” cehaletini koydular. “Koronavirüs Türklere bulaşmıyor” akılsızlığını televizyonlara çıkardılar. "Doktor efendi" lafından üzerine alınmış mıydı zamanında bilemiyoruz ama bugün bakanlığın en tepesinde bir özel hastaneler zinciri patronu bulunuyor, hastanelerinde birkaç yüz liraya koronavirüs testi yapılıyor.
Dün Keçiören’de yaşanan olay 2020 Türkiye’sini en iyi anlatan olaylardan biri. Çünkü ülkedeki her şeyle ilgisi var. Bir kere yukarıda anlattığımız halkı sağlıkçıya düşman etme operasyonu ile yakından ilgili. Ama dahası da var.
Sıhhiye’de bulunan hastaneleri kapatmaya kalkarak, toplamda onların niceliksel ve niteliksel kapasitesinden pek de üstün olmayan, üstelik halkı yıllarca döviz üzerinden borçlanmaya mahkum ederek inşa edilen Şehir Hastanesi’nde bugünlerde yaşanan yığılmanın, hiç mi ilgisi yok?
Videoda arkadan gelen bağırış çağırışlar, tehditler net bir şekilde duyuluyor. İnsanlarımızın bu azgın, gözü dönmüş, saldırgan topluluğa dönüşmesi, saygının bu kadar ortadan kalktığı bir toplumsal dokunun oluşmasına, en tepeden sürekli boca edilen hamasi söylemlerin, külhanbeyi tavırların, "eyy"lerin, "öl de ölelim"lerin hiç mi katkısı yok?
Sağlık sisteminde tepeden tırnağa, kötü tabloların üstünü kapatma, olumsuzluklarla yüzleşmeme yaklaşımının hiç mi etkisi yok? Birkaç gün önce söylenmiş “Vaka sayılarını gizlesek nereden bileceksiniz” sözlerini hatırlayın. Aynı ağızdan “Şiddet olaylarının üstünü kapatsak nereden bileceksiniz” lafı çıksa, bu ikisi arasında bir fark olur muydu?
Birkaç gün önce “TTB Kapatılsın” açıklamasıyla meslek örgütünü hedef gösteren iktidar ortağı ile, dün Keçiören Eğitim Araştırma’da yaşanan olayın hiç mi ilgisi yok?
Bakanın açıklamasındaki ayrıntı
O fotoğrafta şiddetin yalnızca olasılığını gören iktidar temsilcisinin olayla hiç mi ilgisi yok? Şimdiye kadar şiddet yüzünden yitirilen, yaralanan yüzlerce sağlıkçı olmasına kim, nasıl “geçit verdi”? Sonra, buradaki mesele hastanın "kurtarılamamış" olması mıdır? Bu bilginin olaydaki önemi nedir? Dolaylı da olsa, "kurtaramayan" sağlıkçılar gibi bir imajın desteklendiğini fark edemez mi Bakan; yoksa suçu olayın taraflarına bir şekilde pay edip aradan sıyrılmanın psikolojik taktiği midir "kurtarılamayan"a yapılan vurgu?
Pandeminin hızla yayıldığı Nisan ayında, biraz da mecburiyetten ve "doktor efendiler"siz bu iş olmayacağından, Bakanlık'ın yıllarca ötelediği Sağlıkta Şiddet Yasası çıkmıştı, sağlık kurumlarındaki şiddete üst seviyeden ceza verilmesini öngörüyordu. Altı aya yakın bir süre içinde pek caydırıcılığı olmayan bir yasa olduğu ortaya çıkmış oldu. Dün yaşanan olayda bu yasada tanımlanmış yaptırımlar ne kadar işletilecek merak konusu. Yaralama yok diyip hafif suç kapsamına alınabilir; tehdit sayılmaz çünkü kapının arkasında kalıyordu, yüzünüze söylenmemişti bile denebilir. Zaten şiddet değil, şiddet olasılığını konuşuyoruz. “Hiçbir sağlık çalışanı zarar görmemiştir” deniyor. Ertesi gün işe giderken yaşayacağı korku, motivasyonsuzluk, bunlar zarardan sayılmıyor. Ya da şimdi olaya ilişkin tepkiler üzerine yüksek perdeden konuşulup sonradan gevşetilebilir. Hepsi olasılık dahilindedir. Ve bir sonraki şiddet olayının olasılığı buradadır.
Dün gece sağlıkçılar o kapıyı kapalı tutamasalardı ne olacaktı sorusuna insan olup da içi rahat bir yanıt verebilecek kimse yoktur. Bir kez daha aynısının yaşanmayacağının garantisi de verilemez.
İşte bu yüzden dün yaşanan olayla özetlenebilecek olan 2020 Türkiyesi, hiçbir rötuşla düzeltilemeyecek, ancak sahnenin baştan aşağı yeniden kurulup çekilmesi gereken bir fotoğraftır.