Domuz Aşısı Yaptıralım mı?

Herkes uzmanlara aynı soruyu soruyor: Aşı yaptıralım mı, yaptırmayalım mı? Hocalar değişik yanıtlar veriyorlar. Halk endişeli, kimse kimseye güvenmiyor.

Domuz gribi aşısı uzun süredir yaygın uygulanan grip aşılarından pek az farklı. O bakımdan grip aşılarından daha tehlikeli veya daha az tehlikeli değil. Sorun zaten grip aşıları dolayısıyla yıllardır tartışılan bir sorun. Grip aşılarının içinde adjuvan denilen aşı etkisini artırıcı maddeler bulunuyor. Skualen bunlardan biri. Besin olarak alındığında faydalı, ama enjekte edildiğinde vücudun bağışıklık sistemini yapay biçimde uyarıyor. Bu gibi müdahalelerin otoimmün denilen hastalıkların ki, hafife alınmayacak ciddi hastalıklardır patlamasında etken olduğu ileri sürülüyor. Aşılarda civa kullanılıyor. Onun da birçok hastalığa yol açtığı söyleniyor. Aşıların başka birçok kısa, orta ve uzun vadeli yan etkileri söz konusu.

Sonuçta çoğu uzmanın bize bildirdiği şu: Tıpkı ilaçlardaki gibi, bir şeyin yararı zararından büyükse onu kullanın. Kullanmazlık ederseniz bu bilimsel bir bakış açısı değildir.

Sakat anlayışın taçlandığı yer de burası. Biz mücadeleyi epeydir kaybetmiş durumdayız. En güvendiğimiz bilim insanları bile neredeyse istisnasız ticari tıbbın uzmanları. Bu sonuç onlar kadar tüm toplumun kabahati. Kapitalist sistemi yeğleyen toplumlar, halk sağlığına kapitalist bakışı da kanıksarlar, normal, dahası bilimsel görürler.

Kapitalist sistemin toplum sağlığına bakışı Tom ve Jerry’deki kedinin yaşama bakışının aynı. Fareyi öldürmek için her yanı kırar döker, ama onu da öldüremez. Şımarık, histerik, pespaye bir dünya görüşüdür bu. Kuş gribi mi çıktı, uçan kaçan tüm kanatlıları imha edelim. Keneler mi yayıldı bunun sonucunda? Dağı taşı ilaca boğalım, ne böcek kalsın, ne arı. Yeter ki domuz gibi üreyen, domuz gibi tüketen insanlar varlığını sürdürsün. Fakat bu aptallık egemen kaldıkça o “yüce” amacın da gerçekleşmeyeceği ortada. Aksine böyle davranarak insanlık kendi sonunu hızlandırıyor.

Hastalıklardan korunmak için yapılması gerekenler belli. Genetik yapımıza uygun bir çevre içinde yaşayacağız, çalışacağız, dinleneceğiz. İnsanlık kapitalizmi seçerek o seçeneği elinin tersiyle itmiş. Toksinlerden uzak kalacağız. Aman canım, zehre boğulalım, yeter ki olabildiğince fazla tüketelim! Doğru beslenelim, egzersiz yapalım. Ya boş ver ağa, iki günlük ömrümüz var, biz mi kurtaracağız!

Ama bir hastalık sözü geçer geçmez gözler fal taşı gibi açılır, hekimlere koşulur. Doktorlar da ne desinler? Adam gibi çalış, insan gibi dinlen, sefil bir yarışa kendini kaptırma, spor yap, abur cuburdan uzak dur. Kendileri uygulayamazlar ki bunları, hastaları dinlesin. O zaman gelsin ilaçlar, en son teknoloji ürünü tetkikler, bin bir çeşit aşı. En masumundan beş yıldızlı oteller, muazzam kongreler, yatlar, katlar, hanlar, hamamlar. Buna evet dersen bilimselsindir, hayır dersen bilim dışı marjinal.

Biz davayı kaybetmişizdir. 10 bin yıl öncesinden. Ne zaman ki insan 80-100 kişilik, birbirini tanımaya ve denetlemeye dayalı kabile yaşamından uzaklaşmaya başladı, kalabalık ve “uygar” toplumlar kurdu aklı bu toplumları yönetebilecek seviyede bulunmadığından beyin denetimi ortadan kalktı. 10 bin yıldır bizi ürettiklerimiz ve tükettiklerimiz yönetiyor. Yediklerimiz ve içtiklerimiz iktidarda, aklımız değil. Bizi grip aşısı idare ediyor, biz grip aşısını idare edemiyoruz. Akıl düzeyimiz buna uygun değil.

Her geçen yıl da aklımız yaşamımıza denetim uygulama yeterliliğinden daha da uzaklaşıyor. Yüz yıl önce böyle miydi? Toplumun bir büyük gündemi olurdu, küçük çevrenin de birkaç yerel gündemi. İnsanlar bu sorunları çözmeye çalışırlardı. Şimdi gelişmemiş beyinlerimizin ekranında her saniye yeni pop-uplar, yani baloncuklar, pencereler, sekmeler, her neyse bin bir veri beliriyor ve biz daha bir soruna yoğunlaşamadan akşam yatana dek elli sorunla karşılaşıyoruz.

İnsan aptal bir varlık. Kafasındaki ayrıntılar fazlalaştıkça kendini daha zeki sanacak kadar aptal bir varlık. Oysa ayrıntılar arttıkça salaklık da fazlalaşıyor.

Bu bilgisayar ve bu program onca problemi çözemez. Sadeleşmek gerek. Ne yapıp edip işi sadeleştirmek gerek.

İşin en yalın ifadesi şu: Kapitalizm insanlığı öldürüyor. Öyle ya da böyle sosyalizmi kurmak gerek.

Diyeceklerdir ki, senin sosyalizmini de gördük, bahsettiğin pek çok sorunda daha iyi değildi. Bir kere bu bir kuyruklu yalan. En kötü reel sosyalizm deneyimi bile bundan iyiydi. Ayrıca sosyalizm deyince kusursuz modeller aramayalım. İnsanlık yamuk yumuk bir varlıktır, kuracağı en iyi sosyalizm bile yamuk yumuk olacaktır. Bunu baştan bilirsek belki az yamuğunu kurabiliriz.

Bunun için mücadele etmeye değer. Çünkü yakın zamanda bu bir etik-ideolojik duruş sorunu olmaktan çıkacak. Bir ölüm kalım sorunu haline gelecek. İşi bu kadar sadeleştirmek gerek. Ya sadeleşeceğiz, ya ölüm kalım mücadelesi ve içinden çıkacak faşizm bizi sadeleştirecek. Sosyalizm diyorum, sosyalizm! Bambaşka acil bir yol ayrımındayız. Lütfen “Önce mdd, kuvayi milliye” falan gibi abuk sabuk tartışmalara girmeyin artık.

Aşı yaptıralım mı yaptırmayalım mı, açılımı destekleyecek miyiz desteklemeyecek miyiz, kan dursun mu durmasın mı, AKP demokrat mı değil mi esas sorunu ikinci plana itecek bağlamda tüm sorunların tüm ortaya konuluşları bana iflah olmaz aptallığımızın eseri sorular gibi görünüyor.

Asıl olan kapitalizmin insanlığı öldürdüğüdür. Sosyalizmin kaçınılmaz gerekliliğidir. Sosyalizmin güncel zorunluluğunu kavramayanlar, fasarya gündemlerin peşinde çığlık çığlığa koşturanlar ne domuz insanlardır. Umut edelim ki hep beraber aynı aptallık çukurunda telef olup gitmeyelim.