“Kürt Dirilişi” adlı kitabı çeviren arkadaşım Mustafa Topal’ın heyecanı sayesinde tanıdım ilk kez “Toplumsal Hareket Kuramları”nı. O ve ben alışmışız sosyal hareketleri Marksist, para-Marksist yorumlarla çözümlemeye “Açıklayamadığımız pek çok şeyi gayet doyurucu açıklıyor, bu kitap bakış açımı müthiş genişletti” deyince, benim de ilgim uyanmıştı. Ben bir de sosyal psikolojiyi, sosyal psikiyatriyi bilirim ne ki o kaynakların çoğu yine para-Marksist çerçevede sayılırlar. Kitaptaki bazı terimlerle ilk kez karşılaşmıştım, birçok açıklama yeniydi, yavaş yavaş daldım bu alana.
Sonuçta bugün geldiğim nokta: Söz konusu görece yeni kuramlar da toplumu ve içindeki çatışmaları anlamada kuş kondurmuyor. Ancak pek de küçümsemeyelim, alışageldiğimiz yorumlardan daha ileri noktalara varabilmemiz için ciddiye alınması gereken bir destek sunuyor. Şimdi gelin birlikte bakalım, son on yıllarda sosyal bilimler nerelere ulaşmış, katkıları, faydaları neler bu yeni bilgilerin, sınırları nereye varmış?
Başlı başına bir kitap çalışmasının başlatıcı bölümü olabilecek önünüzdeki makaleyi üçe bölerek soL’a sunuyorum. Dizi makaleleri sevmem, ama ara sıra zorunluluktan başvurmak gerekiyor.
İnsanlar niye ayaklanır?
Kitle hareketlerine, muhalif gösterilere insanlar neden katılırlar? Neden iktidara karşı veya protest örgütlenmelere girerler? Bazı insanlar bu toplumsal hareketlere katılırken, bazıları neden katılmazlar? Katılımı olumlu veya olumsuz etkileyen etmenler nelerdir?
“Halk koyun gibidir” deriz bazen, “iktidar onu istediği gibi yönlendirir”. Çoğu zaman böyledir, fakat en ağır baskı rejimlerinde bile karşıt hareketler gelişir. Nasıl ve niye? Daha birkaç ay önce yapılan seçimlerde yüzde doksanın üstünde oy toplayan bir iktidar, aniden patlayan bir sosyal çalkantıyla nasıl alaşağı edilebilir? Üç ay önce son derece edilgin duran bir halk, üç ay sonra nasıl bir devrimci veya karşı devrimci veya reformist (her neyse) kitleye dönüşebilir?
Tüm bunları ele alan bilimsel-teorik çalışmalara, görüşlere “Sosyal Hareket Kuramları” adı veriliyor. Daha çok sosyolojinin bir kolu olan sosyal hareket araştırmaları aslında “çok disiplinli” (bilimler arası) bir bilim dalı haline gelmiş durumda. 20. Yüzyılın ikinci yarısında, sosyal hareketler üstündeki Marksist etkinin pratik ve teorik olarak zayıflamasıyla birlikte gelişmeye başlamış. Alain Touraine, Charles Tilly (From Mobilization to Revolution-1977) alanın en bilinen önemli isimlerindendir. Söz konusu bilim dalı bunlarla birlikte ve sonrasında hızla dallanıp budaklanmıştır.
Örneğin, “resource mobilization” 70’li yıllarda ortaya çıkıp kök salan bir kavramdır. “Kaynakların Seferber Edilmesi” anlamında. Bu kavram, sosyal hareketin üyelerinin (hareketi yönlendirenlerin) olanak-kaynak elde etme ve insanları hareketin amaçları doğrultusunda hareketlendirme yetilerine vurgu yapar. Sosyal hareketlere bu yaklaşım, onları daha çok akıl dışı ve sapmış olarak değerlendiren klasik “toplu davranış kuramları”ndan çok farklıdır. “Resource Mobilization” kavramı, toplumsal hareketlerde, katılanlar açısından bir yarar ve gerçekleştirilebilir bir amaç bulunduğunu ve daha önemlisi bunların belli politik amaçlar doğrultusunda birilerince oluşturulup yaygınlaştırıldığını hesaba katar. (Wikipedia)
Sosyal hareketlere Amerikan sosyal bilimcileri, daha çok kitlelerin çıkarları, bu doğrultuda yaptıkları akılcı seçimleri (kâr-zarar hesabına göre saptadıkları konum tercihleri, hareketlenme veya hareketlenmeme yönündeki kararları) açısından bakarlar. Bir de hareketi ortaya çıkartıp yönlendirenlerin kitleyi hareketlendirme yetilerini incelerler. Son bir şey de, hareketlenme için ortaya çıkan uygun veya uygun olmayan fırsatları, bu uygun fırsatların ne derece başarılı kullanılıp kullanılmadığını araştırırlar.
Sosyal Hareket kuramlarında diğer yaklaşımlar, “Yeni sosyal hareket kuramları” ve “eylem-kimlik” yaklaşımlarıdır.
“Yeni toplumsal hareketler” kavramının yorumları, toplumsal hareketleri çağdaş, üstün, bürokratik topluma özgü ayrılıkların belirtisi ve çözümleri olarak ele alır. Toplumsal hareketler, “insan özerkliğinin genişleyen alanları ve postendüstriyel gelişim içerisinde oluşan yeni düzenleme arasındaki gerilimi ifade eder.” “Yeni çatışmalar” Habermas’a göre artık Partiler ve organizasyonlar aracılığıyla oluşmazlar. Yeni anlaşmazlıklar, kültürel yeniden yapılanma, toplumsal birleşme ve toplumsallaşmanın alanlarında ortaya çıkar. Yeni sosyal hareket teorisine göre, sosyal hareketlerin ana niteliği anti-otoriter, devlet karşıtı, sıkı örgütlenmeyen zihniyet ve harekettir. Eski sosyal hareketlerin tersine Yeni sosyal hareketler, birey ve durum arasındaki çelişkiyi, toplumdaki yeni sosyal çelişkilerden üretirler. Inghelard’ın “Yeni değerler” teorisi ve uzanımları…
Bu yaklaşım bir bakıma kaynakların mobilizasyonu, rasyonel tercih, siyasi süreç gibi birbirine benzer kavramlarla konuya yaklaşan Amerikan tarzına karşı Avrupalı bir yaklaşımdır. Toplumsal hareketlerin nasıl geliştiğinden çok, (sözde) nedenine odaklanır. Söz konusu yaklaşımın önemli isimlerinden biri de Touraine’dir. Marksizmin yeniden yorumlanması iddiasıyla toplumsal hareketliliğin dönüştürme gücünü, yapısını inceler. “Genel olarak yeni toplumsal hareketler, toplumların sınıfsal yapısının değiştiğine, işçi sınıfının öncü rolüne karşı farklı mücadele alanlarında farklı kimliklerin ön plana çıktığına, parti ve sendika gibi hiyerarşik yapılar yerine karar alma süreçlerinde katılıma ve yatay bir ilişkiye dayanan esnek yapıların kurulması gerekliliğine vurgu yapar. Mücadelelerin tek bir yapıda değil farklı konu ve araçlarla sürdürülmesini destekler. Tabii ki bu durum postmodernizm in, ‘resmin bütünü yerine parçalarını görmek’ söyleminden fazlasıyla etkilenmiştir. (disconnectus erectus-ekşi sözlük)
Kimlik eksenli hareketler paradigması da aynı bağlamda ele alınabilir, ayrı olarak değerlendirlebilir. (Etnik kimlikler, dinsel kimlikler, cinsel kimlikler vs.) Sonuçta sınıf eksenli çatışma ve mücadele teorilerine karşı seçenek oluştururlar, farklı bir yönü gösterirler.
From Mobilization to Revolution (Hareketten Devrime) 1977
Charles Tilly’nin hayli kapsamlı önemli yapıtını burada yerimiz yettiğince ve kendimce önemli gördüğüm ayrıntılarıyla tanıtıyorum:
Birinci bölümün, “toplu eylemi inceleme” alt başlığında Tilly, sorunun geneline ilişkin şöyle bir ironik saptamayla işe başlar: “Toplu eylemin çözümlenmesi riskli bir maceradır. Bir kere etrafta çok sayıda uzman vardır.” Nasıl ki, yemekten, cinsellikten, söylev çekmekten herkes anlar ve herkes bu konularda bir şeyler konuşursa, toplumsal hareketler konusunda da herkesin bir fikri vardır ve herkes böyle şeyler üstüne rahatlıkla konuşabilir! Ve yine bahsi geçen alanlardaki araştırma sonuçlarında olduğu gibi toplu eylem üzerine yapılan bilimsel çalışmalar ve bunların sonuçları “sağduyuyla” yani toplumda genel geçer kabullerle çelişir, çelişebilir.
Örneğin: (Burası bence önemli): “Günümüzün liberalizmi, kökenini 19. Yüzyılın, insanın ilerlemesi inancından alır ki, toplu hareketle insan çok daha iyi konuma gelecektir bu inanca göre. Uç biçimlerinde bu çocuksu inanç, insan doğası hakkındaki saf fikirlere dayanır.”
Alan üstüne çalışmanın ve kesin sonuçlara varmanın başka zorluklarından bahseden Tilly, başka bir önemli zorluğun konu üstündeki derin metodolojik-anlayış farkları olduğunu belirtir. Toplu hareketin “nedensel” ve “amaçsal” açıklamaları en belirgin ikilemdir örneğin. Her iki yaklaşımın da hatalı, eksik yanları vardır Till’ye göre, ama ikisini birlikte kullanmak da olanaksızdır. Bu nedenle elimizdeki çalışmasından önce Tilly, her ikisi arasında “salınıp durmuştur”. (Zizek’in, Karatani’nin paralax veya transkritik “salınması” meğer bayağı eski bir yöntemsel yaklaşımmış!)
Toplu eylemin çözümlemesinin beş ana bileşeni vardır: Çıkar, örgüt, hareketlenme, fırsat ve eylemin kendisi.
Kitabın ikinci bölümünde Tilly, toplumsal hareketi açıklayan belli başlı dört düşünürün anlayışlarını ayrıntılı örneklerle ortaya koyar. Bunlar birbirine karşıt anlayışlardır ve Tilly’e göre hepsinin sağlam ve zayıf noktaları bulunur. Bu dört anlayış kimlerin midir: Emile Durkheim, John Stuart Mill, Karl Marx ve Max Weber.
Marx’ın, 1848 Fransız Devrimi üstüne tezleri ayrıntılı biçimde incelenir. Marx’ın nelerin üstünde özellikle durduğu ve neleri ise görmediği irdelenir. Yazara göre, Marx için sınıfların eylemi veya eylemde başarısızlığı vardır. Toplu eylem ve buna hazırlanma için kişisel çıkarlar, ifade edilen yakınmalar, bilinçli emeller pek dikkate alınmaz.
Tilly, Marx’tan sonra Marksizmin konuya yaklaşımda büyük bir çeşitlilik gösterdiğini kaydeder. Toplumsal hareketi açıklamada sınıf temelli yaklaşımdan, farklı “önemli” etmenleri de tanıyan yaklaşımlara doğru bir çeşitlenmedir bu. Devletler, etnik gruplar, dinsel hareketler gibi etmenleri dikkate alan açıklamalar… Katı Marksistlere göre, toplumsal hareketi incelemede sınıflar dışındaki etmenlere önem vermek yanlıştır ve bunu yapanlar da zaten Marksist sayılamazlar.
Öte yandan köylü ağırlıklı sosyalist devrimleri ayrıntılı inceler Tilly ve köylülüğün nasıl ve neden harekete geçtiğine ilişkin düşünceleri derler çalışmasında. Kitabın 7. bölümünde konu köylü devrimleri çerçevesinde yeniden ele alınır.
Tilly, dünyadaki sosyal hareketleri, devrimleri açıklamadaki yaklaşım farklarından yola çıkarak Avrupalı sosyal bilimciler arasında Marksçı etkinin hala güçlü olduğunu, ama Amerikalı sosyal bilimcilerin bu etkiyi pek hissetmediklerini saptar ve bunun nedenleri üstünde durur. Till’ye göre en önemli neden Marksizm Avrupalı bir felsefe oluşudur, Marx’ın kapitalizmin göbeğinden yaptığı (Avrupa merkezli) dünya çözümlemeleridir. (Bölüm 2)
Tüm politik sistemler Tilly’e göre dört tip insanın çıkar çekişmesi-harekete yaklaşım tarzları etrafında şekillenir: Harekete katılım konusunda niyetleri kadar, harekete ne verdikleri ve ne almayı bekledikleri de tamamen farklıdır bu grupların. Gayretkeşler (aşırı partizanlar): Harekete sürekli verirler, grup çıkarları için çalışırlar, ama almayı pek düşünmezler. Sıradanlar: Verdiklerine karşı ne aldıklarını sürekli hesap ederler. Pintiler: Aslında zaten kaynakları ellerinde bulunduranlardır. Bu nedenle bir şey vermek istemezler. Harekete katılmazlar, katıldıklarında da tutucu tavır alırlar. Fırsatçılar: En yüksek çıkarı elde etme hesabıyla katılanlardır… Gariptir ki, bütün sistemler fırsatçılara sıradanlardan daha fazla pay verir, sıradanlar da gayretkeşlerden ve pintilerden daha fazla ödüllendirilir. İktidarda gayretkeşler bulunduğu zaman bile öteki gayretkeşlere daha az verir bu gayretkeşler, fırsatçıları daha fazla ödüllendirirler. (3. Bölümden)
İster Marksçı açıdan bakalım, ister öteki üç ana akım anlayış doğrultusunda, harekete geçme potansiyeli taşıyan veya harekete geçen grupların grupsal çıkarları ve örgütlülükleri iki önemli bileşen olarak inceleme konusudur. Tilly ve gönderme yaptığı birçok sosyal bilimci oluşan hareketlilikleri tüm bileşenleriyle birlikte sayısal olarak, istatistiklerle, grafiklerle, şemalarla ortaya koyarlar. Bu yöntem, Marx’tan ve klasik Marksistlerden az çok aşina olduğumuz, ama Avrupalı Freudcu züppe Marksistlerce son yarım yüzyılda neredeyse unutturulmuş, sonuç olarak bizlere bile değişik gelen bir yaklaşım tarzıdır. 1848 devrimi, Paris komünü, daha sonra Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde ortaya çıkan işçi hareketleri, grevler bu şekilde somut verilerle ortaya konur ve kuramlar toplumsal hareketin tüm bileşenlerine göre bu yöntemle çözümlenerek, irdelenmeye çalışılır.
Bu yapılırken birçok ilginç ayrıntı da ortaya çıkar ve bunlar da ayrıca ele alınır. Örneğin, toplumsal harekete katılanlarda “etkinlik” ve “sadakat” özelliklerinin karşılıklı etkileşimi. Örgütün etkin üyeleri çoğunlukla bu etkinliği örgüt için değil, kendileri ya da birileri için kullanırlar, sadık üyelerin çoğu ise yeterince etkin değildir. Birçok yapı bu çok bilinen politik ikilemi, etkin profesyonellerle çalışmak yerine sadık amatörleri yeğleyerek çözmeye çalışır. (Bölüm 3)
Ağır yoksulluk hareketlenme yaratmayabilir
Tilly çalışmasında başta işaret ettiği gibi toplumsal hareketlerle ilgili birçok kalıp yargıyı, genel kabul gören inanışları yıkar. Yine bir örnek: Toplumsal harekete geçen grup ne kadar zengin ve güçlüyse hareketi de çoğunlukla o derece saldırgan olur. Grup ne kadar fakir ve güçsüzse hareketin karakteri de aslında o derece savunmacıdır. Genelde kabul edilenin tersine. Bu da orta ve özellikle üst sınıfların hareketlerinin (çoğunlukla karşı-devrimin) azla yetinmezliğini pekala açıklayan bir yaklaşımdır. (Bölüm 3)
Aynı şey, alt sınıflar açısından da geçerlidir. Tilly, grevlerin ağır yoksulluk, ekonomik kriz zamanlarında değil, görece refah zamanlarında daha çok arttığını söyler. Kitleleri harekete geçiren en önemli etmen, kitlelerin çıkarlarına yapılan ani saldırılardır, örneğin hızlı refah düşüşleri veya hak kayıpları… (Sanırım daha çok ileri kapitalist toplumlar için geçerli savlar. İşçi sınıfı henüz güçlüdür, görece refah içindedir, fakat bir çıkar kaybı yaşamaktadır, ani gelişen bu hak kaybına, henüz kendini güçlü hissettiği dönemlerde hızlı tepkiler verir… gibi…)
Bir grubun, hareketin, örgütün etkinliği ile etkililiği (yararlılığı) arasındaki ilişki hareketin kaderi açısından çok önemlidir. Görece etkin, güçlü bir örgüt, yararsızsa, yani kazanım sağlamıyorsa, bir fark-etki yaratmıyorsa, o örgütün toplumda var olan etkisi de zayıflamaya, kaynaklarını yitirmeye başlar. Üyeleri kazanım sağlayan, etki-fark yaratan örgütlere, hareketlere yönelmeye başlar. (Bölüm 4) (Türkiye sosyalist hareketiyle, Kürt hareketi arasındaki ilişki açısından bu kural üstünde durulmalı.)
3 bölümlü yazı haftaya 2. Bölümle devam edecek.