Kürt Hareketinin sorunu çerçevelemedeki başarısı

Toplumsal hareketleri anlayamamak - 2

Geçen hafta kaldığımız yerden (Charles Tilly’nin önemli eseri “Hareketlenmeden Devrime”yi gözden geçirmeye devamla) sürdürüyoruz. Başlıktaki “Kürt Hareketinin başarısı”na yönelik ifade, bu hareketi olumlayan veya yeren anlamda değil, nesnel bilimsel anlamda kitleleri etkilemek açısından politik gücü gözeten bir ifadedir. Başarı veya etkinlik gibi kavramlar sosyal bilimlerde bu anlamda geçer, ben de okuduğunuz makalede aynı yansız tavrı yansıtıyorum.

Kitabın 7. Bölümünde devrimci durumla devrim sonucu arasındaki ilişkiler irdeleniyor. Marksçı, sendikalist ve Brintoncu görüşler arasındaki farkların gözden geçirildiği bölüm özellikle ilginç. Sendikalist görüşe göre, devrimci durum ne kadar keskinse devrim ihtimali de o kadar yüksektir. Daha doğrusu devrim devrimci durumun ciddiyetine bağlıdır. Özellikle Lenin ve Gramsci tarafından temsil edilen Marksçı görüşe göre ise, devrim için, evet, devrimci durum şarttır, fakat devrimci durum içinde güçlü bir devrimci örgüt varsa devrim gerçekleşir. Crane Brinton ise değişik bir karşı sav ileri sürer: Devrimci durumla devrimci sonuç arasında negatif bir ilişki vardır. Devrimci durum ne kadar keskinse sonuç o kadar zayıf olur, çünkü hareketin kendi iç sınırları bulunur. Harekete katılan kitleler bir süre içinde er geç gevşerler ve başta bulundukları noktaya geri dönerler.

Kitaptaki devrimci durumla ilgili önemli saptamalardan biri de hemen bütün büyük devrimlerin savaş sonrası gerçekleşmesi. Paris Komünü, Rus, Çin devrimleri, 2. Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan sosyalist devletler… (Güneydoğu Asya devrimlerini de hesaba katarsak, geriye istisna olabilecek bir-iki devrim kalır.) Bu kesin ilişki için yapılan açıklamalardan biri özellikle dramatik. Neden savaşlar sonrası ortaya çıkıyor devrimler: Çünkü savaş zamanlarında insan hayatı iyice değersizleşiyor, insanlar canlarını çok daha kolay feda edebiliyor.

“Hareketlenmeden Devrime” yabana atılmayacak klasikleşmiş bir eser.

Sosyal hareketi anlamak için bazı kavramlar
Şimdi bazı kavramları biraz daha açarak, oluşan çeşitli toplumsal hareketliliklerin kuramsal değerlendirmesinde ortaya çıkan açmazlara ve gelişmelere göz atabiliriz kısaca.

Rational Choice Theory (Akılcı Seçim Kuramı) Rasyonel Eylem Teorisi olarak da bilinir. Buradaki “rasyonel” terimi felsefi bir anlama sahip değil, yalnızca kişinin eyleme geçmeden önce kâr-zarar hesabı yaparak harekete geçtiğini belirtiyor. Rasyonel seçim teorisinin temelini “homo economicus” insan modeli oluşturur. Buna göre, insan doğası gereği faydasını maksimize, içsel maliyetini ise minimize edecek karar ve tercihleri benimser. (Çevirenin Notu-Kürt Dirilişi- David Romano-Vate yay. Çevirenler: Mustafa Topal, Erdoğan Gedik, s.18)

Mobilizasyon (Kaynakların Seferber Edilmesi): “KSE teorileri, genellikle hareketin nasıl oluştuğu konusuna odaklanıyor. Oberchall, Tilly’nin ve kendisinin analitik çerçevesini şöyle anlatıyor: Kendi dinamik görünümleri içinde grubun mücadelesi, kaynakların yönetimi bakış açısından kavramsallaştırılabilir. Seferber etme, hoşnut olmayan grubun toplanması ve grubun amaçlarını izlemek için kaynaklara yatırım yapılması süreçleri olarak adlandırılabilir.” (Aynı eser. s.31)

Şu ise sanırım “kaynakların seferber edilmesi” kavramı için daha açıklayıcı: “Mobilizasyon teorisyenleri, sıkıntılara her toplumda her zaman rastlanabileceğini, sonuç olarak, sıkıntıların tek başına bir toplumsal hareketin gelişmesi için yeterli koşulu sağlamayacağını öne sürüyorlardı. Kolektif eylem için kaynakların ve olanakların elde edilmesinin, toplumsal hareketin oluşumunu tetikleyen sıkıntılardan daha önemli olduğu düşünülüyordu… Mobilizasyon yaklaşımı, harekete geçme süreçlerinin analizi ve toplumsal hareketin oluşumu için yapılan çalışmanın zemininde bulunan mevcut örgütlenmelerle ağların önemine vurgu yapılması bakımlarından çok verimlidir.” (Aynı eser. s. 32)

Fırsat yapıları kavramı (politik fırsatlar): Toplumsal hareketin ortaya çıkması veya gelişmesiyle ilgili olarak fırsatların nesnel olarak ortaya çıkması ve bunların iyi veya kötü değerlendirilmesi.

Framing (Çerçeveleme): Sosyal hareketlerdeki karşılığını sanırım en doğrudan şöyle tanımlayabiliriz. Sorunun özlü ve somut biçimde ortaya konuluşu. Bunu harekete geçirici özne yapar. Parti, örgüt, yapı, onu oluşturan liderler, kadrolar yapar. Bu bir beceri işidir. Sorun ortaya ne kadar özlü, açık seçik, kısa, çarpıcı şekilde konabilirse, bu yayıldığında harekete geçmeye aday kişi ve kitleler o derece hızlı şekilde harekete geçer. Çerçeveleme aday kitlenin duyarlılıklarına hitap etmiyorsa, karmaşık şekilde ortaya konmuşsa, dallı budaklı, etraflıysa, kitlenin harekete geçmesi o kadar zorlaşır, başka deyişle harekete geçenlerin oranı o derece düşük olur. (Bu alt başlık bence çok önemli. Türkiye’de Kürt Hareketi sorunu çerçevelemede ne kadar “başarılı”, Türkiye Sosyalist Hareketi kendi sorununu çerçevelemede ne kadar başarılı-daha doğrusu ne kadar başarısız konusu, ayrı bir makalede ele alınması gereken ciddi bir sorundur.)

Kendini feda tutumları: Birçok harekette, özellikle siyasi köktenci hareketlerde sıklıkla kendini feda tutumları görülür. Başka deyişle önemli sayıda bir insan toplamı herhangi bir kâr-zarar hesabı yapmadan, herhangi bir kazanım elde etmeden (kişisel olarak veya grup olarak) özverili şekilde bir mücadeleye kendini adar. (Elbette burada bile bazı manevi kazanımlar söz konusudur.) Değişik insanlar, değişik düzlem ve derecede fedâkarlık gösterirler. Kimi mali kayıpları göze alır, kimi geleceğini riske atar, kimi rahatından vazgeçer, kimi dayak yer, kimi hapse girer. Bunun uç örneği hayatın hiçe sayıldığı silahlı eylemlerdir, daha uç örneği de intihar eylemleri. Elbette bunları açıklamak için rasyonel seçim, mobilizasyon, çerçeveleme gibi kavramlar yetersiz kalır. O zaman kimlik ve duygulanım kavramlarına başvurulur. Onlar da yetersiz kalır. Aslında bu alan sosyolojiden çok psikolojinin konusudur.

Sosyal-psikolojik bir toplu gözden geçirme
İnsanlar toplumsal hareketlere neden yönlenirler konusu “sosyal hareket kuramlarında” olduğu gibi yakın komşu sosyal psikoloji alanında da benzeri şekilde birçok farklı, birbirini destekleyen veya birbirine karşıt görüşler ortaya çıkardı. Tüm bu görüşleri iyi derleyen bir makaleden “The Social Psychology of Protest” den (Jacquelien van Stekelenburg – Bert Klandermans-2010) özetleyerek aktaracağım:

Farklı tepkisel hareketlerin altında yatan dinamikler de farklıdır. Örneğin sokak gösterilerine katılan herkes grubun amaçları doğrultusunda şiddete de yönelmeye eğilimli değildir.

Klasik teorik yaklaşımlarda insanlar mağduriyetlerini ifade etmek için tepkisel eylemlere yönelirler. Mağduriyet, “göreceli yoksunluk”tan, düş kırıklığından veya algılanan adaletsizlikten kaynaklı olabilir. Ama klasik yaklaşım tüm sorulara yanıt veremez. Tepkisel eylemlere katılanlar mağdur insanlar mıdır, yoksa eylemlere katıldıkları için mi mağdur duruma düşmüşlerdir. Buna benzer. Araştırmalar sorular doğrultusunda genişler.

Grievances (Mağduriyet) kuramı sorunu açıklamaya dönük ilk kuramlardandır. Göreceli yoksunluk kuramı bunun öncüllerindendir. Kişinin bireysel olarak algıladığı yoksunluk veya kardeşlik duygusuyla grupsal olarak algıladığı yoksunluk- haksızlık… Her tepkinin özünde böyle bir mağduriyet duygusu bulunur. Bu da gayri meşru bir eşitsizlik algısından, göreceli yoksunluk ve adaletsizlik duygusundan veya aşağılanma hissinden kökenlenir ya da aniden ortaya çıkan bir hayal kırıklığının sonucudur.

Yararlılık Kuramı: (etkinlik-istenen sonucu vermek anlamında) Her mağdur kişi sosyal hareketlere katılmaz. Hatta çoğu mağdur sosyal bir tepki göstermez. Bu da Mağduriyet Kuramı’na eleştirileri beraberinde getirmiştir. Sosyologlar ve politik bilimciler bu soruya cevap olarak “olanakların elde edilebilirliği” (McCarty ve Zald-1977) ve “politik fırsatların” varlığı (McAdam-1982) kavramlarını önermişlerdir politik hareketleri kavramak için. Şöyle ki, daha çok olanağa-kaynağa sahip, daha fazla fırsata sahip gruplar harekete geçmeye daha yatkındırlar. Örneğin politik gruba, etkinliğe katılan kişiler yaptıkları işin bir sonuca ulaşacağına, bir fayda sağlayacağına, etkin olacağına inanıyorlar mı?

Yararlık şu demektir: Katılan kişi yaptığı eylemin bir sonuca götüreceğine inanıyor mu? (Gamson, 1992) Politik yararlılık kavramı eskilere, 1954’e Campbell, Gurin’e dayanır. Kişi politik eylemin bir şeyleri değiştirdiği duygusunda olmalıdır. İnsanlar yaptıklarının bir yarar getirdiğine inandıklarında eylemlere katılmaya daha eğilimli hale gelmektedirler birçok araştırma sonucuna göre.

Kimlik: 80’lerde tepkiye katılmak için sadece yarar beklentisinin de yeterli olmadığı görüldü. Kolektif kimlik duygusu eylemlere katılmak doğrultusunda önemli bir eğilim yaratıyordu. Bu da doğal olarak kendini aşağılanmış, mağdur hisseden gruplarda kendini daha çok göstermekte. Kendini mağdur gören grup genel durumu değişken olarak gördüğünde, durumunu baskın grup aleyhine değiştirmek için daha eylemli olabilmekte. Kolektif kimlik duygusu özellikle politik şekillerinde etkinlik duygusuyla daha da pekişmekte.

Duygulanımlar: Tepkisel gösterilere katılım açısından duygular da bazı araştırmacıların ve kuramcıların çalışma ve görüşlerine temel tez olmakta.

Duygulanımların Kıymet Biçme Kuramı: Kişiler daima çevreleriyle ilişkilerinde bu neye yarar, bu benim nasıl işime yarar diye araştırır, tahmin yürütürler. Kendi iyiliklerine midir herhangi bir olay, gelişme? Kendi kontrolleri altında mıdır? Bu onlar için uygun mudur? vb. Bunlar çoğun otomatik duygulanım-düşünce refleksleriyle gerçekleşir. Herkesin her hangi bir olaya karşı refleksleri de birbirinden farklı olacaktır doğal olarak ve bunun sonucu geliştirdikleri duygusal cevaplar da. Bu emosyonel cevaplar sadece kişiler bazında gerçekleşmez, gruplar da birer birey gibi davranarak ortak emosyonel cevaplar verirler. Gruplar arası çatışmaları, iletişimsizlikleri anlamak için, bu duygulanım birlikteliklerini anlamak da önemlidir.

Sosyal Katılma (Social Embeddedness) Kuramı: Özetle aşağı yukarı şöyle bir şeydir: Birbirleriyle sıkı iletişim ve birliktelik içindeki bireyler sosyal olaylara katılmaya daha çok eğilimlidir ya da bu durum onların politikleşmesini kolaylaştırır. “Sosyal Kapital” denilen sosyolojik kavram da bununla ilişkilidir. Kişiler ve gruplar arası iletişimden-birliktelikten beklenen ekonomik ve duygusal, dayanışma yönünden, sair yararlardır. Yapısal, ilişkisel ve bilişimsel bileşenleri vardır. Hem Kaynakların Seferber Edilmesi Kuramı hem Politik Süreç Kuramı’na göre yapısal bileşen harekete geçmiş yapılar için önemlidir.

Mobilization (Hareketlendirme-hareketlenme): Kişi bir tepki hareketine katıldığında bu bazen hareketlenme denilen uzun bir sürecin sonucudur. Hareketlenme kavramsal olarak birkaç farklı aşamada alt bölümlere ayrılabilecek karmaşık bir süreçtir. Klandermans’a göre (1984) görüş birliği hareketlenmesi ve eylem hareketlenmesi olarak iki ayrı alt bölümde incelenebilir. Fikir birliği hareketlendirmesi şöyledir ki, ortak ilgi veya ideoloji nedeniyle harekete katılım kimlerin niye ve nasıl eyleme geçeceği yönünde paylaşılmış bir yorum gerektirir. Hareket (özne anlamında) bu yorumları yaydığı haber-bilgilerle etkiler. Bu süreç framing (çerçeveleme) adıyla anılır. Çerçeveleme mağduriyet ve duygulanımlarla ilgili kişisel sosyo psikolojik anlayışlarla bunların yorumları ve anlamları arasında bir köprü mekanizmasıdır. Eylem hareketlendirmesi de dört ayrı adımda gerçekleşir. Kişinin davaya sempati duyması gerekir, gelişmeler hakkında bilgi sahibi olması gerekir, katılmayı arzulaması şarttır, katılabilmesi gerekir…

Yazarlara göre tüm bu anlayışlar tek başlarına durumu açıklayamaz, çünkü hep birlikte bir örgü gibi dokunmuşlardır.

Yazarların sorunu bağlayıcı son sözleri:

Tüm bu görüşlere meydan okuyan sorular ve durumlar yok mu? Yazarlara göre var. İddiaları doğrultusunda etkili olamayan grupların ısrarla mücadeleyi sürdürmesi durumu, buna katılan bireylerin belirgin bir başarı, kazanım elde edememelerine rağmen katılımı ısrarla sürdürmeleri hali… Nasıl açıklanabilir? Drury ve Reicher (2009) katılımın başlı başına olumlu bir sosyo-psikolojik dönüşüm sağladığını ileri sürmekte. Katılım, kimliği sağlamlaştırmakta ve ortaklaşa bir güçlenme-yetkilenme yaratmaktadır. Çoğu zaman tepkiler kısa vadeli somut kazanımları hedeflememektedir aslında. Kamusal bilinci etkilemek, bilinci geliştirmek veya dayanışmayı geliştirmek daha geniş hedefler arasındadır. “Kendini Algı” anlayışına göre eylemlere katılım, kişileri “aktivist” kimliğine doğru yönlendirir, bu da bir kazanım olmadığı durumlarda da sonraki katılımları kolaylaştırır. Kazanım olmadığında da kişilerin niye eyleme yöneldiği sosyal psikoloji ve sosyolojinin henüz tam çözemediği bir bilmecedir.

Halen böyle birçok soru yeni araştırmaları ve kuramları beklemektedir.

Haftaya son bölümle devam.