AKP’nin bir halk muhalefetiyle yakın zamanda gideceği yok. O halde ondan kurtulmanın yolu iktidar bloğundaki çatlakların derinleşmesini beklemek. Erdoğan’la Cemaat arasında var olduğu söylenen çekişme epeydir birçok muhalif yazarı iştahlandırıyor. Okurları heveslendiriyor, ilgi topluyor böyle yazılar. Dalga geçmiyorum, sadece duruma nesnel bakmaya çalışıyorum. İktidarlar bazen muhalefetin güçlenmesiyle, bazen kendi iç çelişkileriyle, çoğu zaman da ikisinin birlikte etkisiyle yıkılır.
Şahsen hayli temkinliyimdir. İktidarın zayıfladığını gösteren somut veriler bulunmadıkça böyle söylentilere büyük önem atfetmem. Evet, bence de iktidarda kimi derin çatlaklar var, ama kafayı sıyırma anlamında.
Son zamanlarda biraz “Sosyal Hareket Teorileri”ne taktım. Kaynak araştırırken ilginç bir makaleyle karşılaştım, 2008 tarihli: “From Gandhi to Gülen: The Habitus of Non-Agressive Action”. Giderek artan malum söylentiler altında rastladığım bu yazı kafamın iyice karışmasına neden oldu. Adından anlaşılacağı üzere Gandi’yle Fethullah Gülen’in “saldırgan olmayan hareketlerinin, eylemlerinin” “içselleşmiş eğilimlerini” karşılaştırıyor makale.
Buradan hareketle Gandi’nin “satyagraha” anlayışıyla, Gülen’in “hizmet” anlayışlarının benzerlikleri ve ayrılıkları irdeleniyor. “Satyagraha” Gandi’nin ortaya koyduğu ve uyguladığı bir düşünce akımı. Kötülüğe karşı inançlı ve kararlı bir sevgiyle ve asla şiddete başvurmaksızın direnmeyi, onu bu tutumla alt etmeyi hedefler. Makalenin yazarları Mustafa Gürbüz ve Bandana Purkayastha’ya göre Gülen’in “hizmet” kavramı-uygulaması benzer bir anlayış. Ne ki “hizmet”te kötülüğe karşı pasif direnişin ötesinde “saldırgan olmayan” aktif bir yan da var.
Şöyle ki Gülen insanlar için en büyük üç kötülüğü “cehalet, yoksulluk ve anlaşmazlık” olarak saptıyor. “Hizmet” bunları ortadan kaldırmaya dönük aktif bir süreçtir. En önemli öğesi de “eğitim”dir.
Kafam karışmasın da ne olsun? Medyada sürekli işlenen, topluma yansıyan haberler “Cemaatin” hiç de barışçıl olmadığı, sürekli biçimde agresyonu körükleyip, örgütlediği yolunda. Hemen her düşmanca tutumdan Cemaat sorumlu tutuluyor. Hani en önemli etkinlik eğitimdi, okuldu? Yoksa “cezaevlerinin devrimci bir okul” olduğu yönündeki Marksist görüşü mü benimsedi Gülenciler? “Sen gardiyanları bul, cezaevi binası bizden”, yoksa tersi miydi? Gülen Okulları”ndan sonra “Gülen Cezaevleri” mi kurulmuş?
Şaka bir yana cidden şaşkın durumdayız. İktidar bloğunda iki yan birbirini suçlayıp duruyor, “Demokraside yeterince kararlı değilsin, süreci baltalıyorsun!” Hangi taraf şahin, kim güvercin? Deminki tokadı iyi polis mi attı, kötü polis mi? Ya bu tekme nereden geldi? Barışçıl aktivistten mi, küfürbaz demokrattan mı? Hangisi ılımlı, hangisi daha sert, kim neye göre yumuşak?
Yoksa iki kanat değil de üç-beş, belki daha fazla kanat mı var? Bazı Fethullahçılar yoldan mı çıktı “zaman” içinde, yoksa taktik mi değiştirdiler toptan?
Bakın, aynı makalede 28 Şubat post-modern darbesine karşı “Gülen Cemaati” ve “Milli Görüşçüler”in farklı tavırlar sergilediği nasıl anlatılıyor: “Milli Görüş Hareketi’nin tersine, Gülen Hareketi, rejimi (28 Şubat sürecini) açıkça eleştirmedi. Kemalist karşıtlığı, medyadaki kötü temsilleri yüzünden İslam ve Müslümanlar hakkında cahil kalmış unsurları da içeren bir bulanıklık-belirsizlik olarak yorumladı daha çok.” Aynen böyle. Burada “bulanıklık-belirsizlik” olarak çevirdiğim sözcüğün aslı “fuzzy”. Tabii yazar kelime oyunu yapıp çok öngörülü bir istihzaya başvurmamışsa, yani Kemalist direnişi “kıldan, tüyden” diye tanımlamamışsa.
Bu durumda şunu sormak lazım: 28 Şubat süreciyle ilgili yeni dalga neyi hedefliyor? Müslümanlık konusunda cahil kalmış, kafası bulanık Kemalist subaylara İslami eğitim mi verilecek içerde?
Yine aynı makalede Gülen’in “düşmanı”, “nesneler-kişiler” olarak değil, “nitelikler-özellikler” olarak algıladığını, bunun öğretisini geliştirdiği belirtilmekte. Kişilere değil, yanlış davranışlara karşıyız, esprisi. Peki öyleyse, hapislere tıkılanlar “nitelikler”se, bunların bedenleri nerede? Bedenleri içerdeyse “özellikleri” nereye gitmiş?
Bahsi geçen yazarların konuya açıklık getiren yeni makaleleri var mı acaba? Ve bu “habitus”u Bourdieu usta nasıl izah ederdi?
Durum cidden ciddi. Çünkü bir soru hâlâ açıkta bekliyor: İktidardaki çatlak bu denli büyükse, hangi taraf daha muhalif, hangi taraf daha sol? Gerçi biz sosyalistler böylesi ince ittifak politikalarıyla ilgilenmeyiz, fakat daha geniş soldaki kesimler ittifak politikalarını neye göre belirleyecek? Sosyal demokratları, liberalleri, hatta ulusalcı denen kesimleri kast ediyorum.
Cemaat bu kadar kötüyse yakında Erdoğan’la ortak cephe mi kurulacak? Yoksa tam tersi mi yapılacak? Muhalif demokrasi cephesinde Cemaat’in olası yeri ne? Daha geniş hedefli solcular buna da bir açıklık getirirler herhalde.