Sandık düğümünü çözecek olan, emekçilerin sınıfsal ortak aklı ve bu aklın egemen siyasetten bağımsız olarak kendi siyasal örgütlerinde buluşacak oya dönüşmesi.

Sandığa giren… Sandıktan çıkan…

Seçimlerin, “sınıf mücadeleleri tarihi” olan “toplumların tarihi”nden ayrı bir tarihi yok.  

Seçme ve seçilmenin tarihi ilginç örneklerle dolu. Bir yanda seçilmek isteyenin/isteyenlerin önerdiği, dayattığı yasaklar, yöntemler, kurallar var. Diğer yanda genel oy hakkı savaşımları ve kazanımları. Kapitalizm sandıktan kendi temsilcilerinin çıkması için hepsini birden kullanıyor.  

İlginç örneklerden biri, herkese seçme hakkı tanımama, seçme hakkı tanınanları belirleme. Yalnızca belli büyüklükte toprağı olanlar ya da belli sayıda hayvanı olanlar oy kullanabilirken, bu sayıları yakalayamayan ama yakın olanların baskısıyla geriye çekmeler yapılabiliyor, 500 dönüm 400 dönüme çekilebiliyor.

Genel oy dediğimiz hakka kavuşana kadar egemen olan, tahakküm eden her durumda seçimin iplerini elinde tutacak yolları buluyor, atılmayan takla kalmıyor. 

Genel oy hakkı, mimarı ve uygulayıcısı olan 1917 Büyük Ekim Devrimiyle gerçek amacına ulaşıyor ama burjuvazi, transfer etmek zorunda kaldığı bu hakkı da çalmadan, sömürmeden geri kalmıyor. 

Siyasi faaliyet hakkının sınırlandırılması, seçme ve seçilme hakkının sınırlandırılması, seçime girebilecek siyasi partilerde sınırlama, mali destekten propagandaya kadar her alanda eşitsizlik, genel ya da bölgesel baraj, oransal temsilden uzaklaşarak farklı yöntemlerle temsil sistemleri, seçmen kütüğü ve sandık dağılımı oynamaları gibi birçok alanda birçok yöntemle adaletsiz seçim hukuku devreye sokuluyor, bu hukuk isteğe ve ihtiyaca göre değiştiriliyor, genel oy hakkının kullanılması sürekli denetim altında tutuluyor. 

Olmadı, seçim yönetim ve denetiminden, yargıdan destek alınıyor.

Tahakküm günümüzde meşru olmayan adaylığa kadar gelip dayandı. Aday olamayacak kişi aday olarak seçimlere giriyor. 

YSK’nin hukuka takla attırarak verdiği onay basit ve teknik değil konu. Hukuk fakültelerini, anayasacılar başta olmak üzere tüm hukukçuları ayağa kaldırıp isyan ettirmesi gereken ama kısmi tepkilerle geçiştirilen kararı alabilmesinin arkasında yalnızca siyasi iktidar yok. Düzen siyasetinin sorumluluktan kaçması, siyasi sorumluğun YSK’ye havale edilmesi de var.  

YSK’yi aracı olarak kullanan yalnızca siyasal iktidar değil. “Adaylığı Anayasaya aykırı ama …” diye söze başlayan düzen siyaseti de aynı aracıya sığındı. 

Öyle ya da böyle konu birçok yönden tartışılıyor, tartışılabilir. Asıl sorun, düzenin ve siyasetinin halkın genel oy hakkını çalması için bu konunun da gerekçe yapılması.

20 yıl iktidarda tutup meşrulaştıranlar, meşru olmayan adaylığa rıza göstererek kendilerine oy çekmek için seçmene ayar çekiyor.

Sandık, aday olamaması gereken bir kişiyi “aday” olarak bekliyor. 

Sandık, sömürücü düzenin farklı siyasi partilerin şapkasını giyen siyasetinin devamı için halkın seçme hakkını kullanmasını bekliyor. 

YSK’ye havale edilen, oradan da seçmene havale edilerek siyaseti ve ideolojisi aynı olanların oy çalma düzeneklerine parça ekleniyor.   

Hem de ne seçme… Anayasal güvence altında “serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm” esaslarına dayalı “yargı yönetim ve denetimi altında” kutsallaştırılmış bir hak. 

Dinsellik devrede, etnik bölünmeler devrede, vaatler devrede. Emekçilerin düzenle uzlaştırılması, kendilerini sömüren düzene bağımlı duruma getirilmesi için her şey devrede.

Sınıfsal uzlaşmayı sandıktan çıkarmak için emekçilerin genel oy hakkını çalmak en etkili yol. Uzlaşmaz sınıfın oylarıyla sandıktan çıkacaklar; kapitalist ekonomiyi ve emperyalizmle ilişkileri sürdürmeye devam edecek, kapitalist düzenin siyasetini uygulayacak, toplumsal ilişkileri düzene sıkıştırıp baskılayacaklar. 

Siyasi iktidarın A’dan B’ye geçmesi değil sorun. Düzenin siyasi partilerinin aralarındaki nöbet değişikliği yarışında tahakküm altında olanların, sömürülenlerin, ezilenlerin aracı olarak kullanılması. Seçimin düzene karşı örgütlenme aracı haline getirilmesinin önlenmesi. 

Seçim odağı, “seçme hakkını kullanan bireylerin eşit oyu” olarak tanımlanıyor ama sandıktan eşitsizlik çıkıyor, egemen sınıfın ideolojisi ve siyaseti çıkıyor. Oylar sandıkta düğümleniyor ve düzenin sürekliliğini sağlayacak olan sınıfsal uzlaşma düğümü olarak çıkıyor.

Sömürücü düzenin yaptığı adaletsiz seçim hukuku ve sistemine, yönetim ve denetim kurumlarının kararlarına karşı ne kadar savaşılırsa savaşılsın egemen sınıfın duvarına dayanılıp kalınıyor. 

Sandık düğümünü çözecek olan, emekçilerin sınıfsal ortak aklı ve bu aklın egemen siyasetten bağımsız olarak kendi siyasal örgütlerinde buluşacak oya dönüşmesi.

Genel oy “bireylerin eşit oyu” yanılsamasından kurtarılıp emekçilerin sınıfsal oyu olarak örgütlendiği zaman düğüm çözülecek. 

İşçinin oyu patrona, yoksulun oyu zengine, ezilenin oyu ezene, sömürülenin oyu sömürene gitmeyecek. Laiklerin oyu laikliği yok edenlere, din istismarcılarına, tarikat ve cemaatlere gitmeyecek. Gençlerin ve kadınların oyu çocuk istismarcılarına, kadın katillerine gitmeyecek. Afetlerde canları ve malları gidenlerin oyu yerleşme ve yapılaşma sürecini yıkıma dönüştürenlere gitmeyecek.

Çoğunluğun oyunun girdiği sandıktan halkın olanı kasasına atan, mülküne mülk katan azınlığın, sermayenin, siyasi temsilcilerinin oyu çıkmayacak. Kamucunun oyu özelleştirmeciye, yurtseverin oyu yurt kaynaklarını satanlara gitmeyecek. Bağımsızlıkçıların oyu NATO’yu açık ya da örtülü destekleyenlere gitmeyecek. Emekçinin oyu emek gücünü meta yapıp satın alanların oyuna dönüşmeyecek.

Emekçiler uzlaşmacılığın yıkıcılığını yaşamak zorunda değil.   

Hukuksuzluğa, sandığa, sömürüye, piyasaya, gericiliğe teslimiyet sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi ve adaletli toplum hedefiyle, devrimci vicdan ve ahlaka sahip örgütlenmeyle, seçimin sınıfsal karakterini doğru analiz etmeyle yok edilecek. O zaman her şey değişecek.