Halk kaçkını ‘aydın’lık ve yeni insanın görevi

Halkla kavgalı olmakla halk kaçkını olmayı, aynı anlama gelmek üzere Türkiye’nin ilkelliklerinden nefret etmekle, ülkeden umudu kesmeyi sık sık karıştırıyoruz. Oysa bu iki tavır aydın ile aydınlanmış entelektüeli birbirinden ayırıyor.

Geçenlerde Sol Portal’da yayınlanan bir videoda, faşist jeolog Celal Şengör ezan sesi duymak istemeyenin dağa çıkması gerektiğini buyuruyordu. Sosyal medyada bunun “ya sev ya terk et”çilik olduğunu yazdığımda bir vatandaş beni islamofobik bulup “bir ateist olarak” kınadı ve yasalarca izin verilenden yüksek sesle ezan yayını yapılıyorsa, ilgili kuruma şikâyet etmem durumunda gereğinin yapılacağını iddia etti.

Yaşadığı hayal dünyasının bir adı olup olmadığını sordum ama çok da uzatmadım. Sosyal medyada tartışmanın verimsizliği bir yana, karşımdaki cumhuriyet aydınlanmasının iflasının ta kendisiydi ve düşene bir tekme daha vurmak anlamsızdı. Nitekim profiline baktığımda, çoğu İslamcılıktan bezip yurt dışına yerleşmiş, internette popüler bilim yayıncılığıyla uğraşan ve bilimin politikadan kesinkes uzak durması gerektiğini vazeden bir entelektüel çevreye mensup olduğunu gördüm.

Karmaşık ve bizi yakından ilgilendiren bir mesele bu, buyurun eşeleyelim…

Aydınlanmaya dair en yanlış kanı onun, hurafelerin bilimin ışığı tarafından temizlenmesi olduğu ve bunun için bilimsel bilginin insanlara belletilmesinin yeterli olması gerektiği zannı. İslamcıların kendi öğretileri için kullandığı “ilim akıl değil nakil işidir” sözüyle akraba olan bu tavır, bilimsel bilgiyi dinsel öğreti seviyesine alçaltmakla kalmıyor; aynı zamanda Cumhuriyet aydınlanmacılığının seçkinci değil, halk kaçkını niteliğinin de temelini oluşturuyor. Bu kaçkınlık, en samimi ifadesini Yakup Kadri’nin Yaban’ında bulur, kendisini cumhuriyetin ilk iki kuşağında idealizmin neşesiyle hayal kırıklığının hüznü arasındaki biraz manik-depresif ama sevimli salınımda gösterir; sonraki kuşaklarda yerini önce umutsuzluk ve kabullenişe, bizim kuşağa vardığımızda ise mizantropiye bırakır.

Oysa başarılı hiçbir aydınlanma tebligattan ibaret olmadı. Rönesans’tan bu yana aydınlanma, aydınlanmış azınlığın, aydınlanmamış çoğunlukla yani halkla, bilim, kültür, sanat ve hepsinden önemlisi siyaset yoluyla ilişkilenmesi; onu, gösterdiği tüm dirence rağmen, “kâh severek kâh döverek” aydınlatması biçiminde gerçekleşti. Bu ilişki, insanın mutlak anlamda nesneleştirilmesi imkânsız olduğu için diyalektikti ve her diyalektik ilişki gibi eşitsizdi; görece etken ve görece edilgen taraflar arasındaydı. Şengör’ün yanlarında cüce bile değil, mikrop kadar kalacağı Marx ve Hegel’e lümpen serserilere yakışacak bir ağızla saldırma* ihtiyacı hissetmesinin sebebi halkla aydını bağlayan bu diyalektikten kaçıştır. Aziz Nesin Biz Adam Olmayız öyküsünde bu kaçışla alay eder.

Şengör’ü boş verelim; o, özel mülkiyet düzeninden kaynaklı ayrıcalıklarını yitirmek istemiyor ve bu kaçınılmazlığı ertelemeye çalışıyor. Ama bu ülkenin aydınlanmış, aydın adayları olan bizlerin, ufkumuz ve cesaretimizin bir türlü cumhuriyet aydınlanmasının ötesine geçememesiyle hesaplaşmamız; bu bağlamda kendimizle yüzleşmemiz ve kendimizi aşmamız gerekiyor.

Devrim ve aydınlanma her zaman iç içe ve her zaman seçkincidir. Bu yüzden her devrimde, devrimci kadrolar içinde devrimin yücelttiği halkı beğenmeme, ondan kaçma eğilimi olur. Ekim Devrimi’nde bu eğilim, batı hayranlığını ve Çarlık Rusyası’na hapsolmuş halklara olan güvensizliğini, devrim Almanya’da olsa ağzına almayacağı “tek ülkede sosyalizm olmaz” tezinin arkasına gizleyen Troçki ve troçkistlerde cisimleşmişti. Tasfiye edildiler ve Sovyet, insanlık tarihinin en büyük aydınlanma deneyiminin mümessili oldu. Anadolu devriminde ise “kurak Anadolu’nun kavruk buğdayından en fazla kara ekmek pişirilir” kabullenişi bir noktadan sonra Kemalist kadroları esir aldı ve devrimin ilericiliğini boğdu.

Aşılamayan sınır, burjuva devriminin ve küçük burjuva devrimciliğinin sınırıydı.

Tek bir örnek yeterli olacaktır: Bir dönem, Üniversite Konseyleri Derneği olarak halka açık evrim etkinlikleri organize etmek için kolları sıvadığımızda pek çok ilerici bilim insanından Evrim, Bilim ve Eğitim sempozyumları için gördüğümüz desteği görememiştik. Çünkü evrim kuramı ne kadar bilimsel olsa da halkın hassasiyetlerine aykırıydı ve bu nazik başlık üniversite dışında çok da kurcalanmamalıydı.

Bu ülkede halk kaçkını ilericilik AKP karanlığına böyle yenildi. Bu yüzden bugün “aslında maymun insandan türedi, şempanze ve goriller Allah tarafından lanetlenmiş sapık Yahudilerdir” diye saçmalayan kafasızlar ortalıkta cirit atabiliyor.

Bu iktidarsız ve kötürüm ilericilik artık aşılmalı.

İçimizden yükselecek yeni insanın görevi, bugün “bu ülkede olmaz” ve “bu halkla olmaz” yavelerindeki umutsuzluğun üstüne yürümek, devrimde ise hepimizin içinde tohumları olan bu halk kaçkınlığının devrimi kirletmesine karşı tetikte olmak olacak.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal

* Mideniz kaldırırsa, buyurun izleyin. En azından Enver Aysever’in sabrını takdir edebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=L3gvn1pHA1k