Empati değil kavga

Pek önemlidir empati. İletişim uzmanları öve öve bitiremez, insan ilişkilerinde her sorunun mucizevî çözümü olduğunu söylerler. Hatta bazıları daha da coşup uygarlığın kurtuluşu olacağını iddia eder: Herkes kendisini karşısındakinin yerine koysa, kimse kimseyi ötekileştirmese, hayat bayram olsa…

Ama çatlak sesler de var. Örneğin Bertolt Brecht diyor ki “empati faşizmin erdemidir.”

İrkiltici, değil mi? Peki, desteksiz üfürme huyu hiç olmayan büyük ozan ne demek istiyor olabilir?

Brecht’e göre faşizm “tiyatrokrasi”ydi. Hitler, insanları kendisiyle empati kurmaları ve “(keşke) onun yerinde olsaydım, ben de aynı şeyi yapardım” demelerini sağlayarak peşinden sürükleyen bir başrol oyuncusuydu. Savaşta milyonlarca yurttaşını ve topraklarının ciddi bir bölümünü kaybetmiş, 1929 krizinde ekonomisi yerle bir olmuş ve sefaletten usanmış Alman halkı, Hitler’de kendi öfkesini görüyordu. El kol sallayarak, dağılan saçlarını geriye ata ata yaptığı kürsü şovlarında, babasına isyan eden bir ergene benziyordu ve şamar oğlanına dönmüş Alman halkının empati kurması için biçilmiş kaftandı. Alman patronların, Porsche’lerin, Mauser’lerin (Mavzer), Krupp’ların çıkarlarını savunuyordu; ama onunla empati kuran, onda cisimleşen Büyük Alman idealinde kendi yamulmuş hayatına anlam bulan lümpenleşmiş Alman işçisi, bunları kendi çıkarı sanıyordu.

İktidarının son gününe kadar kitlelerin alkışı hiç dinmedi. Empati, gerçekten de faşizmin erdemiydi.

Uzatmaya gerek yok, yeterince tanıdık gelmiştir. İzninizle Nazi Almanyası’na pek çok açıdan hiç benzemeyen; ama diktatörün kitlelerle kurduğu ilişki açısından çok benzeyen güzel ülkemize gelelim.

Bu ülkenin sefillerinin Erdoğan’da kendi varoluşlarına duydukları öfkenin ifadesini bulduğu tespitine pek kimse itiraz etmeyecektir. Ona tapıyorlar, çünkü onda sadece bir peygamber figürü değil, kendi mağduriyetlerinin yansımasını görüyorlar. O “kandırıldım” dedikçe “ben de olsam kandırılırdım” deyip, daha da öfkeleniyorlar. Göt kıllığı, ıstırıp yalama arzusu bu empatiden ürüyor. Ülkenin en zengin adamıyla empati kura kura, sefaletlerinin sebebinin patronların zenginliği olduğu gerçeğine tamamen kör oldular. Her ramazanda yoksulun halinden anlamak için oruç tutuyorlar ve hiçbiri “biraz da zenginin halinden anlasak” demiyor.

Peki, ya biz? Biz ne yapıyoruz?

Eğri oturup doğru konuşalım, biz de empatiden başka bir şey yapmıyoruz. Sanki tüm duygularımızı kaybetmişiz de bir tek vicdanımız kalmış gibi, onunla yatıp onunla kalkıyoruz. Nerede bir mağduriyet varsa yaşlı gözlerle seyre dalıyor, hemen sosyal medyada paylaşıp duyar kasıyoruz. İş kazasında ölen işçi, Ege’de boğulan mülteci çocuk, barınağa kapatılmış sokak hayvanı fark etmiyor. Yeter ki vicdanımız sızlasın da insan olduğumuzu hissedelim. Yeter ki bunu başkalarına gösterebilelim. Yeter ki, bu duyarlılıkla kendimizi islamcı vahşilerden farklı görüp kutlayabilelim, örselenmiş öz sevgi ve öz saygımızı tazeleyelim.

Darılmaca gücenmece yok, durum bu.

Bu iki sebepten dolayı zararlı. Birincisi, enerji ve vakit kaybı olduğu; ikincisi, “ötekilere” hissettiğimiz acıma kendi halimize duymamız gereken öfkeyi törpülediği ve gölgelediği için. Kendimizi başkalarının yerine koya koya kim olduğumuzu unutuyoruz ama farkında bile değiliz.

Üstelik gericilerle empati kurmaya çalışmayı da bırakmadık. İkide bir “nasıl yaparlar aklım almıyor” diye saf saf dövünüyor, “kör olasın demiyorum, kör olma da gör beni” diye dileklerde bulunuyoruz. Hayatının kalanını hücrede geçirmesi gereken suçlular tarafından yönetiliyoruz; ama itin teki şort giydiği için bir genç kadına tekme atıp tutuklandığında “en azından tutuklandı” diye seviniyoruz. Çünkü hala nihai bir hesaplaşmanın gerekmeyebileceğini, bir biçimde uzlaşıp bir arada yaşayabileceğimizi sanıyoruz.

Zaten başımıza ne geldiyse bu uzlaşma merakından geldi. Oysa uzlaşma pazarlıkçı tüccarların, ortalamacıların, değişime düşman olanların erdemidir. Doğada da, toplumda da değişimin kaynağı çatışmadır.

Empati tam bu yüzden bugün zararlı. Empati, eleştiri ve mücadelenin ölümüdür. Kendimizi bir başkasının yerine koyduğumuzda onun gibi hissedebilir, böylelikle onu kabullenebiliriz. Ama onu ya da onun içinde bulunduğu koşulları eleştiremez, bunlarla mücadele edemeyiz.

Ve şunu asla unutmayalım: Ne AKP’li gericiler, ne onların peşine takılmış lümpenler asla bizimle empati kurmayacak. Ne kadar polis şiddeti görsek, gözaltına alınsak, mağdur olsak da uyuşturucu müptelası gibi diktatörle empati kurup kendilerini önemli zannetmeye, “millet” zannetmeye, aktör zannetmeye devam edecekler.

Bu tripten ancak esaslı bir yenilgiyle çıkarlar.

Bu yüzden, bugün her şeyden fazla dişe diş bir mücadeleye ihtiyacımız var. Bir savaştayız ve asla kabullenemeyeceğimiz, kabullenirsek yok olacağımız kadar çok şey kaybettik. Bize geniş bir gönül değil keskin bir öfke, empati değil kavga lazım.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal