İki yıldönümü

30 Ağustos ve 4 Eylül; Kurtuluş Savaşı’nın kazanıldığı gün ve Turan Dursun’un katledildiği gün…

Bu ikisini bağlayarak Türkiye tarihini okuyabileceğimizi düşünüyorum. Gelin, deneyelim.

30 Ağustos, Türkiye’nin kuruluşunun en önemli dönemeçlerinden biriydi. Bu kuruluş, Osmanlı’nın enkazı temizlenerek mümkün oldu. Bugün Yeni Osmanlıcı gericilerin kaldıramadığı bu. O tarihte Osmanlı’nın artık çoktan enkaza yıkıldığını kabullenemeyecekleri için, enkazı kaldıran cumhuriyeti, hem mirası yiyip hem babasını reddeden bir şımarık çocuk olarak görmek zorundalar. Bu onların sadece alçaklığı değil, aynı zamanda trajedisi; zira hayaller Fatih Mehmet, gerçekler 2. Abdülhamit ve kaç zafer hikâyesi uydururlarsa uydursunlar o dönemde imparatorluk da, Abdülhamit de dünyanın maskarası, kendi deyimleriyle “düvel-i muazzama”nın (büyük devletler) oyuncağıydı. Osmanlı’nın daha erken parçalanıp paylaşılmamasının tek sebebi emperyalistlerin nasıl paylaşacakları konusunda anlaşamamasıydı ve o yıllarda Abdülhamit hakkında Avrupa basınında çizilen karikatürlerden bir tanesi dahi bugün bizim padişah özentisi hakkında çizilse, öfkeden küplere biner, karikatürist hakkında her türlü hakaret davasını açardı.

Cumhuriyet bu enkazı kaldırdı.

Enkaz büyük olduğu için, kaldırmak da devrimci bir cüret gerektiriyordu. Savaş yorgunu emperyalistler toparlanıp Anadolu’ya bir kez daha göz dikmeden; uyrukları vatandaşlık bilinci kazanmış, iç bütünlüğü sağlanmış, ekonomisi düze çıkartılmış bir ülke kurmak gerekiyordu. Mustafa Kemal’i saygıyla anmamıza sebep pek çok ilerleme de, o yılların sayısı ve ölçeği azımsanamayacak günahlarının da sebebi her şeyden önce bu aciliyettir. Cumhuriyet aydınlanması aceleyle, zamana karşı yapıldığı için sakat değil; aksine, normal koşullarda olacağından daha ileri, daha devrimci olmuştur.

Yaratılması istenen “vatandaş”ın önündeki en büyük engel islamcı ümmetçilikti, zira ümmetçilik açısından dünyevi iktidar talidir. “Haçlıların ülkenizi işgal etmesi çok kötü bir şey değildir, kadınınıza, kızınıza, mabedinize ilişmezler” diye sayıklayan Pensilvanya imamının sözleri ümmetçiliğin özüdür. Dolayısıyla başat mücadele de buna karşı verildi ve hilafetin kaldırılmasından ibaret değildi. İslamın ve ulemanın toplumsal gücünün budanması gerekiyordu ve bu, zaman zaman hayli radikal biçimde yapıldı. Örneğin, 1930’ların ders kitaplarında İslamiyet hakkında yazan şeylerin önemli bir kısmı bugün bir “dini değerleri aşağılama” davasına malzeme teşkil edebilirdi.

Ne var ki, ışığı hapsetmek zordur, bulduğu çatlaklardan sızar. 1930’lardaki aydınlanma, bütün polisiye tedbirlere ve baskılara rağmen mantıki sonucuna doğru uzandı ve bu dönemin çocuklarının arasından Türkiye’nin düşünsel birikiminin tamamına yakınını üretecek bir solcu aydın kuşağı çıktı.

İslami dogmanın en köklü eleştirilerinden birini yapan ve bu yüzden katledilen Turan Dursun bu kuşağın üyesinden ziyade öğrencisidir. Bir imamın oğludur, imam olması için yetiştirilir, müftülük sınavını kazanana kadar ilkokulu dahi bitirmez. Ancak müftü olmasının ardından dogmanın fanusundan çıkar; cumhuriyet aydınlanmasıyla ilişkilendikçe ve farklı dinlerin öğretilerini eleştirel bir gözle inceledikçe inancı terk eder. Nihayetinde müftülüğü bırakır ve gericilikle mücadele etmeye başlar. Türkiye 12 Eylül’le birlikte islamcı bataklığa gömülmeye başlayınca, mücadelesi de radikalleşir ve solla ilişkilenir. Din Bu serisini, biyografisi Kulleteyn’i bu dönemde yazar. 31 Ocak 1990’da Muammer Aksoy ile başlayan ve her biri karanlığa inen bir başka basamak olan aydın cinayetlerinin üçüncüsünde, 4 Eylül 1990’da islamcılar tarafından öldürülür.

Bugün gelinen noktada aydınlanmanın politik gücü öyle zayıfladı ki; islamcı bir hizip, islamcı iktidara darbe deneyecek kadar rahat davranabiliyor. Ve CHP dâhil milli mutabakat partileri de, bugün bu bloğun karşısında yer alıyormuş gibi görünen Kürt muhalefeti de aydınlanmadan mümkün olan en uzak noktada durmak için adeta birbirleriyle yarışıyor.

Rezaletin kısa tarihi bu; devrimle kurulan, kan ve karanlıkla boğulan bir cumhuriyet.

Bu yüzden, bir kez daha iş başa düştü. Bir kez daha kaldırılması gereken bir enkaz ve kurulması gereken bir cumhuriyetle karşı karşıyayız. 4 Eylül’de, Turan Dursun’un katledilişinin 26. yıldönümünde, İstanbul Kartal’da yapılacak olan Gericiliğe, Emperyalizme, Darbecilere Boyun Eğmeyeceğiz mitingi bu kurtuluş ve kuruluşa doğru güç biriktirmek için toplanıyor; bu kez tek tek “vatandaşlar” değil, kol kola girmiş bir halk olarak.

Bir yerden başlamamız lazım. Haydi gelin, hep birlikte!

Konuyla alakasız not: Bu yazı, bu köşedeki 100. yazı. Okuyan, katkı koyan, tartışan, eleştiren herkese çok teşekkür ederim.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal