Büyükanneler

Hayatta bazen iyi şeyler de oluyor. Geçen hafta Arjantin’de bir büyükanne 36 yıl sonra torununa kavuştu. Büyükanne ile torunun buluşması kamuoyunda büyük bir etki yarattı. İçtenliği sorgulanamayacak kadar genel duygusal bir atmosfer doğdu. Pek çok insan göz yaşı döküyordu. Belli ki Arjantin halkı açısından diktatörlük koşullarında kaybedildikten sonra yıllarca aranan bir torunun bulunmasının ötesinde anlamları vardı bu olayın. Kabaca bilmeme rağmen biraz kurcalamak istedim.

İlkin yıllar önce izlediğim Resmi Tarih filmini hatırladım. Ülkede cuntanın “ulusal reorganizasyon” adını verdiği kırımdan bihaber yaşamayı becermiş üst sınıflara mensup bir kadının aydınlanma öyküsüydü bu. Alicia kırımın ortasında kocasının getirdiği bebeği de, sorgulamadan bağrına basmıştı. Cuntayla derin ilişkileri olan kocanın eve getirdiği bebek işkence gören annelerinden organize biçimde koparılan ve rejimle bağlantılı kişilere evlatlık verilen yüzlerce bebekten biriydi.

İnsanlar evlerinden alınıp ‘kaybedilecekleri’ zindanlara götürülürken onlara ait her şey de savaş ganimeti muamelesi görüyordu. Küçük çocukları dahil. Ve yağma genç kadınların rahimlerine kadar uzandı.

Gelişigüzel bir katliam ve yağma hareketi değildi... Gerici bir planı hayata geçirebilmek için “ulus reorganize ediliyordu”. Toplum sistematik biçimde terörize edilirken, isyan eden ya da etme ihtimali olduğu varsayılan kadınlar önemli bir hedef haline geldiler. “Kaybedilen” insanların dörtte biri kadın. Bu kadınların yüzde onu hamileydi. Arjantin gibi maço bir toplumda erkeklerin siyasete katılımının kadınların çok çok üzerinde olduğu varsayılmalı. Buna göre oran çok yüksek tesadüfi olmadığını düşündürtüyor insana.

Sokuldukları kalıbı zorlayan kadınlar hedefti. Ne de olsa norm Alicia’nın temsil ettiği munis, aciz kadın figürüydü.

Çok değil, cuntanın yönetime el koymasından bir yıl sonra, 1977’de, 13 cesur kadın kaybolan çocukları ve torunları için sokağa çıkma cesaretini gösterdi. Bugüne kadar hiçbir siyasi faaliyetin içinde olmamış, hiçbir eyleme katılmamış ve belki de kocalarının sözlerinin dışına hiç çıkmamışlardı. Bu 13 kadın bir Perşembe günü ülkenin en önemli tarihsel olaylarının yaşandığı Mayıs Meydanı’nda toplandılar. Bir kadın şöyle diyordu:

“Yapmayacağım bir şey varsa o da susmak. Latin Amerika’da benim kuşağımın kadınlarına erkeklerin iş başında olduğu ve kadınlara düşenin susmak olduğu öğretildi, adaletsizlik karşısında bile... Ama şimdi adaletsizlik karşısında yüksek sesle kamuoyu önünde konuşma zamanı. Konuşmayan işbirlikçidir. Korkmadan toplumun önünde onları lanetleyeceğim. Benim öğrendiğim budur.”

İki yıl sonra dernekleştiklerinde ilk başkanları cunta tarafından katledildi. Devlet baskısı peşlerini hiç bırakmadı. Cunta onları topluma “Mayıs Meydanı’nın Delileri” olarak tanıtıyordu. Yani 20. Yüzyılın cadılarıydılar bir yerde.

Çocuklarının akıbetini öğrenmemeleri, torunları bulamamaları için tüm kayıtlar yok ediliyordu. Devlet saldırdıkça onlar hem kalabalıklaştı, hem de talepleri kişisel gündemlerin çok ötesine geçti “kirli savaşın” suçlarına bulaşmış herkesin yargılanması talebine kadar uzandı.

Zamanla büyük ve yaratıcı eylemler örgütlemeyi, gazete çıkarmayı, politik söylevler vermeyi öğrenen kadınlar diktatörlüğün sona erdiği 1983’ten sonra hız kesmeden devam ettiler.

Herkes susarken kendilerini ortaya attıkları için toplumun vicdanı olmuşlardı. Kararlı ve süreklilik kazanmış mücadeleleri onlara uluslararası saygı ve destek kazandırdı.

Bugün devletin en üst kademelerince destekleniyorlar. Ülkenin kanlı tarihiyle hesaplaşabilmesi için bugüne kadarki en samimi çabayı gösteren bir yönetim tarafından... Ama şu an anıldıkları adla büyükanneler, görevi devlete havale edip evlerine çekilmediler. Mücadeleye devam etmelerinin nedeni yalnızca hala bulunması gereken yüzlerce torun olması değil. Devletin onları onore etmesiyle, bazı cuntacıların yargılanmasıyla yetinmeyecek bir politik harekete dönüşmüş durumdalar. Gerçek özgürlüğün peşindeler. Ve sermaye kesimlerinde ve bürokrasinin belli kademelerinde ellerine kirli savaşın kanı bulaşmış kişiler varlıklarını sürdürdükçe onlar da var olacaklar.

Ve her Perşembe Mayıs Meydanı’nda halkın belleği ve vicdanı olmaya devam edecekler.