Küresel pandemi, ABD tarafından, uluslararası düzlemde yasadışı faaliyetlerini gizlemek amacıyla kullanılıyor. Medya koronavirüse odaklandığı için, bunlar çoğunlukla haber yapılmıyor veya bunların farkına bile varılmıyor. ABD dış politikasının yeni hedefi uzay. Washington, uzayda madencilikle ilgili yeni yayımlanan kararname ile uluslararası kamu hukukunu ihlal eden adımları onaylamış ve böylece 21. yüzyıldaki uzay yarışında tehlikeli bir yasal ve siyasal manevra yapmış oldu.
Geçen hafta ABD Başkanı Donald Trump, ABD’ye uzaydaki maden kaynaklarını çıkarma hakkı veren bir kararnameyi onayladı. Belgede şunlar var:
“İlgili mevzuata uygun olarak, Amerikalılar, uzaydaki kaynakların ticari olarak keşfedilmesi, çıkartılması ve kullanılması hakkına sahip olmalıdır. Uzay, yasal ve fiziksel olarak insan faaliyetinin bir alanıdır ve ABD uzayı, bir evrensel ortak varlık olarak görmemektedir.”
ABD hükümeti bir kez daha, uzayın kendisine ait bir hukuku ve özgül bir yasal statüsü olduğu ve bunun basit bir başkanlık kararnamesiyle ihlal edilemeyeceği gerçeğini tamamen görmezden geliyor gibi görünüyor. 1950’li yıllarda uzay teknolojisinin gelişmesiyle birlikte, uzayın askeri amaçlarla kullanılmasına duyulan ortak kaygı, uluslararası toplumu, uzay için bir uluslararası anlaşma oluşturmaya itmişti. Böylece 1957’de ortaya Ay ve Diğer Gökcisimleri Dâhil Kozmik Uzayın Keşfi ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Düzenleyen İlkeler Anlaşması (kısaca “Uzay Anlaşması”) çıktı. Bu belgeye göre, uzay yasal olarak “uluslararası alan” statüsündedir. Yani, tüm insanlığın ve bütün devletlerin ortak alanıdır; bir ülke ya da bir birey, uzay üzerinde mülkiyet ya da egemenlik iddia edemez.
Uzay; savaş, çevresel bozulma ve kârdan uzak tutulmalıdır
Yalnızca bu veriler bile, başkanlık kararnamesiyle (ABD tarafından da imzalanmış olan) Uzay Anlaşması arasında bir çelişki olduğunu göstermektedir. Zira kararname, uzayı küresel ortak alan olarak tanımlamamaktadır. Pratikte, ABD hükümeti ABD vatandaşlarının uzaydaki kaynakları serbestçe keşfetmeleri hakkını tanımaktadır. Bu, Uzay Hukuku’na aykırıdır. Ayrıca kararname, uzaydaki madencilik sektöründe stratejik anlaşmalar yapılması için başka ülkelerle ve özel şirketlerle ortaklıklar kurulmasının önünü açmaktadır. Bu, ABD’nin planlarının, Uzay Anlaşmasını küresel düzeyde ihlal etme niyeti taşıdığı anlamına gelmektedir. Böylece Uzay Hukuku önemsizleşecektir.
Ancak ABD kararnamesi, başka olguları ve koşulları göz önüne alarak, derinliğine analiz edilmelidir. Aslında, bu yasada yeni hiçbir şey yoktur. ABD uzun zamandır, uzayla ilgili stratejik politikalarını sıkılaştırmaktadır. 2015’te “Uzay Yasası” kabul edilmişti. Bu yasa, ABD’de özel sektörün uzayı keşfi ile ilgili hukuki bir çerçeve oluşturan cüretli ve müsamahakâr bir yasaydı; maden kaynakları ve su kaynaklarına odaklanmıştı. Uzaydaki maden kaynaklarının çıkarılması ve endüstriyelleştirilmesinde özel sektör hâkim konumda bulunuyor. Bu durum, özel girişimlerin uluslararası düzeyde kontrol edilmesi daha zor olduğu için, uzaydaki faaliyetlerin güvenlik açısından büyük bir tehlike yaratması anlamına geliyor. Uzay çöpü, dünyada ve dünya dışında güvenlik ve kirlilik gibi pratik konularla nasıl uğraşılacak? Aslında, dünyadaki sorunlarımızı dünya dışına taşıyacağımız, uzaydaki kaynakları tarumar ederek sömüreceğimiz ve dünya dışı ortamı sürdürülemez biçimde kirleteceğimiz bir senaryo ortaya konuyor.
Donald Trump, silahlı kuvvetlerin yeni bir parçası olarak “Uzay Kuvvetleri” oluşturmak için boşuna acele etmedi. Bu adımla ABD hükümeti, uzaydaki keşifleri ve gelecekteki stratejik operasyonları desteklemek ve güvence altına almak için bir güç yaratmış oldu. Ve bu adımı, küresel açıdan kabul edilebilir bir bağlamla açıklamaya çalıştı: Gezegenimizdeki kaynaklar giderek azaldıkça, kirlilik ve aşırı tüketim doğal rezervlerimizi tükettikçe hükümet giderek daha fazla endişeye kapılıyor. Bu kaynakları, suyun ve madenlerin sonsuz olduğu uzay gibi bir kaynakta aramaktan daha stratejik ne olabilir?
Rezervler tükendikçe, zayıfladıkça, yakında uzayda keşfedilecek kaynaklara bağımlı hale geleceğiz. Bu kaynaklar, sadece kendi kârlarını düşünen çokuluslu özel şirketlerin elinde olursa ne olacak? Bu, Uzay Anlaşması’nın günümüzde de yaşamsal derecede önemli olduğu gösteriyor: Uzay teknolojisinin bizi, daha eşitsiz, acılarla ve şiddetle dolu bir geleceğe taşımasını engellemek. Washington, hegemonyacı konumunu gezegenimizin dışına taşımak, doğal kaynakların sonsuz ve güvence altında olduğu kaynak, yani uzay üzerinde hâkimiyet kurmak istiyor. Şu anda başlayan şey, gerçek anlamda bir altına hücumdur. Uzay keşifleri ile ilgili stratejik politikaları hemen oluşturmak isteyen kim olursa, o diğer ülkelerin önünde olacaktır. Bu politikalar, bütün halklar için geçerli bir hukuki standarda sahip olmalıdır. Uzay Anlaşması, mükemmel bir hukuk oluşturmamakla birlikte, uzayın yıkıma uğramasını engellemek için halen elimizde bulunan tek araçtır.
Çeviri: Murat Akad
Bu makale infobrics.org isimli sitede yayımlanmıştır.