2023 yılında insan evrimi hakkında heyecan verici on üç keşif

2023 yılında insanın ilk atalarına dair avlanma, alet yapımı ve iletişim davranışlarıyla ilgili yeni bulgular ortaya çıktı.

Haber Merkezi

Smithsonian dergisi paleoantropologları, insan kökenleri hakkında 2023 yılının en büyüleyici bulgularından bazılarını açıkladı.

Dergide yayımlanan makalede, insanın ilk atalarının avlanma, alet yapımı ve kullanımı ve iletişim yöntemlerine ilişkin yeni bilgiler ortaya konuldu.

Makaleyi okurlarımız için çevirdik.

2023 yılı, insan evrimi araştırmaları için heyecan verici bir başka 12 aylık süreci daha ortaya koydu. En önemli haberlerin çoğu bize ilk atalarımızın ve akrabalarımızın beslenme şekilleri, alet kullanımı ve yaşadıkları çevre hakkında daha fazla bilgi veriyor. Diğerleri ise avlanma, takı yapma ve birbirleriyle daha önce keşfedilmemiş şekillerde etkileşime girme gibi davranışlara dair kanıtlar sunuyor. İster daha önce kazılmış fosillere yeni bir bakış açısı getirerek isterse tamamen yeni kanıtlar ortaya çıkararak olsun, tüm bu hikayeler ortak antik geçmişimiz hakkındaki bilgimizi genişletiyor ve insan olmanın ne anlama geldiği hakkında daha fazla bilgiyi gün ışığına çıkarıyor.

Neandertaller antik Avrasya'nın yerleşik gurmeleriydi

Almanya'da Siegsdorf'ta bulunan ve Neandertaller tarafından avlandığını gösteren lezyonlara sahip bir mağara aslanı iskeleti (Volker Minkus / NLD)

Neandertaller muhtemelen en yakın akrabalarımız arasında en iyi bilinen homininlerdir. Nasıl yaşadıkları ve modern insanlar hayatta kalırken neden soylarının tükendiği, bilimsel ve toplumsal açıdan büyük ilgi uyandıran bir konudur.

Bu yıl yapılan yeni araştırmalar, Neandertallerin nasıl yaşadıkları, avlandıkları ve nasıl beslenmiş olabilecekleri konusunda bize daha fazla ipucu veriyor. Üç çalışma Neandertallerin davranış ve beslenme biçimlerine yeni bir ışık tutarak, soyu tükenmiş en yakın akrabalarımızın bizden o kadar da farklı olmadığını gösteriyor.

İlk olarak Gabriele Russo başkanlığındaki bir ekip tarafından Ekim ayında yapılan bir çalışma yer alıyor. Güney Almanya'daki Siegsdorf'tan 48 bin yıllık bir mağara aslanının kemiklerini inceleyen araştırmacılar, kaburgalardan birinde açık bir delinme izi, tahta mızraklardan kalmış olması muhtemel üç iz ve diğer kemiklerde çok sayıda kesik izi keşfetti. Ekip ayrıca Kuzey Almanya'daki Einhornhöhle'de bulunan ek mağara aslanı kalıntılarını da analiz etti ve falankslarda veya ayak parmak kemiklerinde bulunan kesik izlerine dayanarak Neandertallerin mağara aslanlarını derileri için avladıkları sonucuna vardı. 

Edinilen kanıtlar Neandertallerin kendileri için tehlikeli bir hedef olabilecek süper avcılar olan mağara aslanlarını avlayıp öldürdüklerini göstermektedir. Neandertallerin azot izotoplarına bakıldığında besin zincirinde yükselmesiyle yoğunlaşan, azot bakımından zengin bir diyete sahip olduklarının görülmesi, mağara aslanlarının etini tükettiklerine dair bir hipotezlerden bir tanesidir. Neandertallerin yüksek riskli avları başarıyla avlayabilme yetenekleri, avcılıkta iletişim, planlama ve iş birliği potansiyeline işaret etmektedir.

Neandertaller büyük avları yakalamak için av partileri düzenlerlerdi

Yüksek riskli avlardan bahsetmişken, Şubat ayında yapılan ikinci çalışma, 125 bin yıl önce Orta Almanya'da Neandertallerin artık soyu tükenmiş dev filleri avlayıp öldürdüğünü ortaya koydu.

Sabine Gaudzinski-Windheuser ve meslektaşları, 1980'li ve 1990'lı yıllarda kazılan Neumark-Nord 1 alanındaki 70 ayrı düz dişli file ait 3.000'den fazla kemikten oluşan devasa bir koleksiyon üzerinde çalıştı. Fillerin vücutlarının dört bir yanındaki kemikler üzerindeki kesik izleri, Neandertallerin fillerin ayak pedlerinden ete, beyne ve hatta yağa ulaşabildiklerini gösteriyor. Kesilen fillerin çoğu, modern fil gruplarında genellikle yalnız yaşayan büyük yetişkin erkeklerdir; bu nedenle daha düşük riskli, daha yüksek getirili bir av hedefi olabilirler.

Düz dişli filler o dönemde Avrupa'nın en büyük hayvanlarıydı, boyları 13 fitten uzun ve ağırlıkları 13 tona kadar çıkabiliyordu. Araştırmacılar, sadece bir büyük erkek filin dört ton ete tekabül ettiğini, 25 Neandertali üç ay boyunca besleyebileceğini ve etin işlenmesinin bu büyüklükteki bir grup için üç ila beş gün alabileceğini tahmin ediyor.

Bu büyük miktardaki et, Neandertallerin belki de mevsimsel olarak daha büyük gruplar halinde toplandıklarını ve bir tür yiyecek depolama ya da saklama tekniklerine sahip olduklarını düşündürmektedir. Ayrıca, sahadaki fil kemiklerinin tarihlendirilmesi yaklaşık 2.000 yıllık bir süreyi kapsıyor ve nesiller boyunca aynı yerde devam eden bir davranışı gösteriyor.

Gaudzinski-Windheuser'in araştırma ekibi Aralık ayında, Almanya'da Gröbern ve Taubach'taki diğer iki eşzamanlı Neandertal alanında da düz dişlere sahip fil kasaplığına dair benzer kanıtlar yayınlayarak Neumark-Nord 1'in tek seferlik olmadığını, Kuzey Avrupa ovasındaki Neandertallerin Son Buzullararası Dönem boyunca düz dişlere sahip fillerden rutin olarak faydalandığını gösterdi.

Neandertaller deniz kenarında yengeç yiyordu

Neandertaller 90.000 yıl kadar önce kahverengi yengeç pişirip yemiş olabilir. (Tomasz Ochocki, Shutterstock)

Mariana Nabais ve meslektaşları tarafından şubat ayında yayınlanan bir sonraki araştırma, Neandertallerin deniz kaynaklarından, yengeçlerden de faydalandığına dair kanıtlar sunuyor.

Tavşanlar, kuşlar ve kabuklu deniz hayvanları gibi küçük avlar hayvan başına daha büyük avlar kadar kalori getirmese de bu canlıların elde edilmesi genellikle daha kolay ve yılın farklı zamanlarında erişilmesi daha güvenilirdir.

Portekiz kıyılarında bir mağara alanı olan Gruta da Figueira Brava'da araştırmacılar, Neandertallerin 90.000 yıl kadar önce kahverengi yengeçleri pişirip yediklerini gösterdi. Bazı yengeç kabukları ve kıskaçlarındaki siyah yanık izleri, kabukluların 600 ila 900 Fahrenheit dereceye varan sıcaklıklara maruz kaldığını, yani kömür üzerinde kızartıldığını gösteriyor. Yengeç kıskaçlarındaki kırık türü de bu yorumu destekliyor ve Neandertallerin özellikle daha büyük yengeçlerin peşine düştüğü anlaşılıyor.

Neandertallerin deniz ürünleri tüketmesi, kabuklu deniz ürünleri yemenin Sahra altı Afrika'daki modern insanların benzersiz büyüklükte beyinler geliştirmesine yol açtığı hipotezine şüphe düşürmektedir. Deniz kaynaklarının toplanması aynı zamanda yüzme ya da gelgit bilgisine sahip olunduğu anlamına gelmektedir. 

1,45 milyon yıllık bir bacak kemiğindeki kesik izleri, homininlerin birbirlerini kesip yediğine dair potansiyel bir kanıt oluşturuyor

Görünüşe göre eklektik damak tadına sahip olanlar yalnızca Neandertaller olmayabilir. Arkeolojik kayıtlarda taş aletlerin ortaya çıkmasından sonra hayvan kemikleri üzerinde kesik izleri bulmak oldukça yaygın olsa da, hominin kemikleri üzerinde kesik izleri bulmak çok daha şaşırtıcıdır.

Bu makalenin yazarlarından Briana Pobiner ve meslektaşları tarafından Haziran ayında yayınlanan bir makale, bir hominin postkranyal (başın altı) kemiği üzerindeki en eski kesik izlerine dair kanıtlar sunmaktadır. Kenya, Koobi Fora'da 1,45 milyon yıl öncesine tarihlenen ve ilk olarak 1970 yılında Mary Leakey tarafından bulunan bu incik kemiği daha önce iki türe atfedilmişti: Paranthropus boisei ya da Homo erectus.

Hepsi bir grup halinde olan ve genellikle aynı yöne bakan işaretler, çevreleyen kemikle aynı renktedir ve bu da kazı sırasında yapılmadıklarını göstermektedir. On bir işaretten dokuzu düz bir yörüngeye sahip ve V şeklinde olup taş aletlerle yapılmış işaretlerle uyumludur. Geriye kalan iki tanesi, farklı yırtıcıların diş izlerine sahip modern örneklerle karşılaştırıldığında aslan diş izlerine en çok benzeyenlerdir, ancak yazarlar diş izlerinin bir hominin tarafından bırakılmış olabileceği ihtimalini de göz ardı edememektedir. Kemik üzerinde net hominin diş izlerinin yokluğunda, bu gibi kesik izleri, potansiyel antropofaji veya yamyamlığın (bir türün bir üyesinin diğerini yemesi) en güçlü kanıtıdır. Kaval kemiğinin hangi türe ait olduğundan emin olmadığımız ve kesik izlerini hangi türün yaptığını bilemediğimiz için, bunun bir hominin türünün başka bir hominin türü tarafından avlanmasının bir örneği olması da mümkündür.

İlk taş aletleri hangi türler yaptı ve kullandı?

Taş aletler bize homininler hakkında ne yediklerinin ötesinde pek çok şey anlatabilir. Taş aletlerin varlığı homininlerin nerede olduğunu gösterir ve hominin fosilleri ve jeolojik bağlamla birleştiğinde, beslenme dışı davranışlara yeni bir ışık tutabilir.

Ekim ayında yapılan bir çalışma, taş araçların yanı sıra kesik izleri taşıyan kemikleri kullanarak önceki hominin diyetleri ve yayılımları konusundaki anlayışımızı genişletiyor.

Tom Plummer ve meslektaşları Kenya, Nyayanga'da yaklaşık üç milyon yıl öncesine tarihlenen ve Oldowan taş aletleri içeren alanları tanımlıyor. Araştırma, o dönemde bu aletlerin bulunduğu yerlerin menzilini 800 milden fazla genişletiyor ve ayrıca Oldowan aletlerinin tarihini 400.000 yıl kadar geriye çekiyor. Bu taş aletler muhtemelen eski bir su aygırını kesmek için kullanılmıştı, zira aynı katmanda kesik izli su aygırı kemikleri de bulunmuştu.

Oldowan aletleri geleneksel olarak Homo habilis türü ile ilişkilendirilmiştir, çünkü fosilleri 1964 yılında Tanzanya'daki Olduvai Gorge'da Oldowan aletleri ile aynı alanda bulunmuştur. O zamandan beri, Olduvai Gorge da dahil olmak üzere Afrika'nın doğusunda Oldowan aletlerinin bulunduğu alanlarda Paranthropus boisei fosilleri de bulunmuştur. Nyayanga'da, Oldowan aletleri ve kesilmiş su aygırı kemikleriyle aynı katmanda iki Paranthropus azı dişi bulunmaktadır; ancak bu kazıdan bilinen Homo habilis fosili yoktur. Hangi türün taş aletler yaptığını ve kullandığını bilmek, arazide aynı anda birden fazla hominin olduğunda zordur, ancak bu çalışma Paranthropus'u olası bir alet yapımcısı olarak kabul etmemenin akıllıca olmadığını göstermektedir.

Odunun yapısal amaçlarla en erken kullanımı Zambiya'da keşfedilmiştir

Arkeologlar 476.000 yıllık odun yapıyı ortaya çıkardı. (Profesör Larry Barham, Liverpool Üniversitesi)

Taş aletler insan evriminde büyük ilgi görse de, antik aletler bazen taş kadar iyi korunmayan diğer malzemelerden yapılmıştır. Lawrence Barham ve meslektaşları tarafından Eylül ayında yayınlanan bir çalışma odundan kütüklerin en eski yapısal kullanımının 476.000 yıl öncesine kadar dayandığını odunların yapı inşaa etmek için kullanıldığını gösteren kanıtlarla ortaya koyuyor.

Zambiya'daki Kalambo Şelaleleri'nde ekip, kasıtlı olarak oyulmuş çentiklere sahip birbirine kenetlenmiş iki ahşap kütüğün yanı sıra bir kazma çubuğu, bir kama ve kesilmiş bir kütük gibi diğer ahşap nesneleri de kazarak buldu.

Alanda çok sayıda taş alet de bulunmuştur. Kalambo Şelalesi'nin suyla dolu ortamı, ahşap da dahil olmak üzere organik malzemenin alışılmadık derecede iyi korunmasını sağlamıştır. Yontma taş ya da tahta çubuk gibi tek bir unsurun kullanıldığı aletler oldukça yaygın ve yapımı nispeten basitken, mızraklara saplanan ok uçları gibi karmaşık, çok parçalı aletler yapmak bilişsel açıdan çok daha zahmetlidir ve evrimsel tarihimizde daha yakın bir zamanda ortaya çıkmıştır.

Bu çalışma, ilk çok parçalı üretilmiş nesnelerin kesme aletleri veya silahlardan ziyade yapılar veya konutlar olabileceğini düşündürmektedir. Modern insana ait en eski fosil kanıtlarının yaklaşık 300.000 yıl öncesine ait olduğu düşünüldüğünde, bu yapı muhtemelen kendi türümüz tarafından yapılmamıştır. 

Antik mücevherler, insan göçünün ve davranışının hikâyesini çözüyor

Dev tembel hayvanların kemiklerinden yapılan eserler, insanların Brezilya'da onlarla aynı zamanda, yani arkeologların düşündüğünden daha önce yaşadığını gösteriyor. (Thais Pansani)

Elbette alet kullanımı tamamen pratik amaçlarla sınırlı olmak zorunda değildir. Modern insanın kültürel ifadesi takı, giysi ve diğer eşyaların üretimi ve estetik önemi ile karakterize edilir. Bu yılki iki haber insan göçünün ve varoluşunun öyküsünü daha iyi çözmek için özellikle takılara ve kişisel süs eşyalarına başvuruyor.

İlk olarak, Thais Pansani ve meslektaşları tarafından Temmuz ayında yayınlanan bir çalışma, Brezilya'nın merkezindeki Santa Elina'da bulunan dev tembel hayvan kalıntılarını inceliyor. Bu alanda, bol miktarda taş alet, 10 ila 13 fit uzunluğunda ve 1,1 ila 1,6 ton ağırlığında olan soyu tükenmiş yer tembel hayvanı Glossotherium phoenesis'in fosilleriyle karıştırılmıştır. Bu fosiller arasında binlerce osteoderm, yani tembel hayvanın derisinde bulunan ve tembel hayvanların yakın akraba olduğu armadilloların zırhına benzeyen kemiksi plakalar da bulunmaktadır.

Çarpıcı bir şekilde, bu osteodermlerin üçünde insanlar tarafından açılmış delikler vardı, bu da yazarlara göre takılmak üzere kolye haline getirildikleri anlamına geliyor. Bu delikler ayrıca kemikler fosilleşmeden önce açılmış. Bu, insanlar kemiklerin taze haline erişmek için bu dev hayvanlarla aynı zamanda var olmalı demek oluyor.

Bu dev tembel hayvan kemiği kolyeleri de dahil olmak üzere bu alandaki en eski insan faaliyetlerinin yaklaşık 27.000 yıl öncesine tarihlenmesi, modern insanların Brezilya'nın merkezine yaklaşık 20.000 yıl önceki son buzul maksimumundan önce ulaştığı anlamına gelmektedir. Bu çalışma, modern insanın Amerika kıtasına göçünün daha önce kabul edilenden çok daha eski olduğunu gösteren kanıtların artmasına katkıda bulunmaktadır. 

İnsan DNA'sı elde etmenin yeni bir yolu, bu mücevheri kimin taktığı sorusuna yanıt veriyor

Elena Essel ve meslektaşlarının Mayıs ayında yayınladıkları makaleye göre, esrarengiz Denisovalıların yanı sıra insanların ve Neandertallerin de evi olan Sibirya'daki Denisova Mağarası'ndan tarihi 19.000 ila 25.000 yıl öncesine uzanan bir geyik dişi kolye ucu, tamamen farklı bir şeyin araştırılmasına olanak sağlıyor.

Bu ekip, nesneyi yapmış veya giymiş olabilecek kişinin kimliğini araştırmak amacıyla nesnelerden antik DNA çıkarmak için tahribatsız bir yöntem kullandı. Bu yeni yöntem, içinde hapsolmuş DNA'yı çıkarmak için objenin özel bir çözelti içinde kademeli olarak ısıtılmasını içeriyor. Araştırmacılar bu sayede hem diş kolyesinin geldiği geyiğin hem de kolyeyi takan ya da yapan antik insanın mitokondriyal genomlarını tanımlayabildiler.

Şaşırtıcı bir şekilde, ekip kolyeyi takanın, daha önce sadece doğu Sibirya'da yaşadığı düşünülen eski bir Avrasya nüfusuna ait bir kadın olduğunu belirledi.

Bu yeni yöntem, antik DNA analizlerinin fosil ve tortuların dışında da genişlemesine olanak tanıyor ve tahribatsız olduğu için gelecekte insan fosilleri üzerinde de kullanılabilecek. Ayrıca, bu yöntemin nesnelere başarılı bir şekilde uygulanması, araştırmacıların DNA ve arkeoloji arasındaki boşluğu doldurabileceği, kültürel ve kullanışsal nesnelerin üretimi ve kullanımı ile bireysel insanlar arasında bağlantı kurabileceği anlamına geliyor.

Homo sapiens iki ya da daha fazla Afrika paleo-popülasyonundan gelmektedir

Bu yıl antik DNA çalışmaları için heyecan verici bir yıl oldu. Aaron Ragsdale ve meslektaşları, türümüz Homo sapiens'in kökenleri hakkında ipuçları elde etmek için modern Afrikalıların genomlarını inceledi.

Genetik ve fosil kanıtlar türümüzün kökeninin Afrika'da olduğunu gösterirken, erken antik insan popülasyonlarının tam olarak nasıl etkileşime girdiği ve yaşayan popülasyonlara nasıl katkıda bulunduğu daha az nettir. Bu araştırma ekibi, zamanda geriye doğru çalışmak için DNA'yı kullandı ve dış grup olarak Büyük Britanya'dan bazıları da dahil olmak üzere Afrika'nın dört bir yanından 289 modern insan genomunun yanı sıra ek bir dış grup olarak bir Hırvat Neandertal genomunu inceledi.

Araştırmacılar, türümüzün birbiriyle etkileşime giren ve melezleşen en az iki Afrika popülasyonundan ortaya çıktığını öne sürmek için bilgisayar modellemesi kullandılar. Bu popülasyonlara ait fosiller muhtemelen fiziksel ve genetik olarak benzer olacaktır. Bu çalışma, türümüzün Afrika'da coğrafi olarak izole edilmiş tek bir köken popülasyonundan ortaya çıkmadığını göstermektedir.

Homo sapiens beklenenden binlerce yıl önce Güneydoğu Asya'da bulunuyordu

Kuzey Laos'taki Tam Pà Ling mağarasından dışarıya bakan manzara. Kazı alanı bu perspektiften solda yer alıyor. (Kira Westaway / Macquarie Üniversitesi)

Antik DNA, araştırmacıların türümüzün Afrika kökenlerini araştırmasına olanak sağlarken, yeni fosiller ve arkeolojik alanlar atalarımızın Afrika dışındaki yeni yerlere ne zaman göç ettiğine ışık tutabiliyor. Sarah Freidline ve meslektaşları tarafından haziran ayında yayınlanan bir makale, kendi türümüz homo sapiensin üyeleri için yeni fosil ve tarihleri gözlemliyor ve insanların Güneydoğu Asya'ya 68.000 ila 86.000 yıl önce ulaştığını ortaya koyuyor.

Fosiller, kafatasından kaş çıkıntısı da dahil olmak üzere kısmi bir ön kemiği ve kuzey Laos'taki bir mağara olan Tam Pà Ling'den bir incik kemiğinin gövdesini içermektedir. Ön kemik oldukça ince bir şekle sahiptir, sağlam kas bağlantıları ve büyük kemik çıkıntıları yoktur. Bu da ait olduğu bireyin Neandertaller ya da Denisovalılar gibi daha güçlü popülasyonlarla yakın zamanda karışmadığını (melezleşmediğini), doğrudan Afrika ya da Yakın Doğu'daki atasal bir Homo sapiens popülasyonundan geldiğini göstermektedir.

İlginçtir ki, mevcut genetik bulgular Homo sapiens'in yaklaşık 50.000 yıl önce Afrika'dan sadece tek bir başarılı hızlı genişlemesine işaret etmektedir. Bu da en az 67.000 yıl öncesine tarihlenen bu kafatasının, türümüzün daha önceki, başarısız bir göçünü temsil edebileceği anlamına geliyor. Asya'daki bu fosiller gibi daha erken buluntular, Afrika'dan erken insan yayılımının ayrıntılarına ışık tutmaya yardımcı olacaktır. 

Miyosen maymunları, erken otlaklar da dahil olmak üzere daha heterojen habitatlarda evrimleşmiştir

İlk homininlerin yeni yaşam alanlarına yayılmalarını sağlamış olabilecek iki ayaklılığın (iki ayak üzerinde dik yürüme) evrimine dair en eski kanıtlar yaklaşık altı ila yedi milyon yıl öncesine aittir. Başlangıçta "savan hipotezi" bu yeni lokomotor rejimin otlaklarda yırtıcılara karşı dikkatli olmanın bir sonucu olduğunu öne sürmüştür. Daha yeni bir fikre göre ise iki ayaklılığın evrimi, ağaçların uç dallarına uzanıp meyve yemekle ilişkilidir. Bu yeni fikir, daha yoğun ormanlık habitatlarda yaşayan Ardipithecus ramidus gibi daha önceki hominin türlerinden kaynaklanmaktadır. Nisan ayında yayınlanan bir çift makale bu son anlatıya bile meydan okuyor.

Otlar, C4 yolu olarak bilinen farklı bir fotosentez biçimini takip ederken, ağaçlar ve çalılar gibi odunsu bitki örtüsü başka bir yolu, C3 yolunu takip eder. Bu yollar, fosil hayvan dişleri ve kemiklerinin kimyasından elde edilebilir; bu da bilim insanlarının farklı hayvanların ne tür bitkiler yediğini ve dolayısıyla arazide hangi bitkilerin bulunduğunu belirlemelerine olanak tanır.

Daniel Peppe ve meslektaşlarının ilk makalesi, daha serin ve kurak bir iklimin etkisiyle otların yayılmasının Afrika'da daha önce düşünülenden yaklaşık on milyon yıl önce gerçekleştiğini gösteriyor. Bu, otlakların yerel olarak bol olduğu ve erken maymunların yaşadığı yoğun gölgelik ormanların dışında daha değişken habitatlar yarattığı anlamına geliyor.

Laura MacLatchy ve meslektaşları, 21 milyon yıl önce yaşamış eski bir maymun atası olan Morotopithecus'un fosillerini inceledikleri makalede, Morotopithecus'un hala ağaçlarda yaşarken meyve yerine yaprak yemeye adapte olduğunu ve tropikal bir yağmur ormanından ziyade mozaik bir orman-çimenlik gibi geniş ot örtüsüne sahip habitatlarda yaşadığını keşfettiler.

Bu çalışmalar en eski potansiyel homininlerden yaklaşık 12 milyon yıl önce, 20 milyon yıl kadar önce Miyosen maymunlarında dik gövde duruşunun evrimini tetiklemiş olabilecek otlakların ve değişken habitatların daha erken yayıldığına dair kanıtlar sunmaktadır.