'Resmi büyüterek' bakabilirsek eğer, 2010 yılında CHP'ye kurulan tuzak ile şimdi partiyi parçalamaya dönük olarak başlatılan alevilik tartışmaları boşa çıkarılabilecektir.

Resmi büyüterek bakınız

Zihnimde birbiriyle bağlantılı olabileceğini düşündüğüm birçok sorunun olası yanıtlarını aradığım bu yazının başlığı, 24. dönemde TBMM'de birlikte görev yaptığım arkadaşım Giresun eski Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu'na ait. Ortak grubumuza attığı bir resmin altındaki 'resmi büyüterek bakınız' mesajı hem bu yazıya, hem de başlığına ilham verdi.

2010 yılında toplanacak kurultay için başlatılan kongre takvimi, ondan öncekilerde olduğu gibi yine CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın kuyumcu titizliğinde başarıyla tamamlanmıştı. Her bir kurultay delegesi tek tek Deniz Baykal'ı yeniden genel başkan seçmek için 'çakılmıştı'. (Tıpkı şimdi Kılıçdaroğlu için yapıldığı ve kendisi vazgeçmediği sürece bundan sonraki her kurultayda tekrarlanarak Genel Başkanlık koltuğunda istediği kadar oturmasının sağlanacağı gibi.) Kurultaya bir hafta kalmışken yayınlanan kaset Baykal'ın salona bile gelmeye cüret edememesine sebep olunca, Baykal için Önder Sav tarafından belirlenen kurultay delegeleri Kılıçdaroğlu'nu Genel Başkan koltuğuna oturttu. O kaset niye çekildi sorusuna yanıt arayanların Baykal'ın bu konudaki zaafına takılı kalmamalarını önermekle birlikte, zihinlerinde oluşan sorulara bu kasetin değiştirdiği CHP'nin bahsettiğim kurultaydan sonra geçirdiği dönüşüme ve aslında bundan sonra da gelecekte yaşanacaklar üzerine odaklanmaları gerektiğini düşünüyorum. Burada her defasında yeniden sorulması gereken soru ve asla bir milim uzaklaşılmaması gereken konu, o kasetin neden kurultaya bir hafta kala piyasaya sürüldüğüdür?

Eğer kaseti çekenler ve yayınlayanların amacı Baykal'ın ahlaki zaafını sergilemek olsaydı, kasetin yayınlanmadan yıllar önce çekildiğini göz önünde bulundurarak, bunun için o güne kadar kullanabilecekleri yeteri kadar zamanları olduğunu düşünmek gerekir. Öyle anlaşılıyor ki kaseti çeken ve kurultay tarihine bir hafta kala yayınlayanların amacının Baykal'ın ahlaki zaafiyetini sergilemek değil, bilakis bunun üzerinden CHP'ye ve asıl olarak siyasete müdahale etmek olduğunu düşünebiliriz. Eğer böyle olduğunu varsayarsak da, sadece kasetin yayınlanmasının yeterli olmayabileceğini hesaplayarak bunun kurultayda pratiğe dökülmesi için işbirliği yapacak ilişkiler de tesis etmiş olmalılar diye düşünebiliriz. Kasetin çekilmesi ve yayınlanması için CHP kurultayına bir hafta kala bir günün seçilmesi ile hedeflenen ve bununla murad edilen her neyse, bu kişilerin kiminle, hangi konu ve amaçta işbirliği aradıkları ve hedefledikleri sonuca ulaşıp ulaşamadıkları sorularının yanıtlanması gerekiyor.

İki uzun sayılabilecek paragrafla aktardığım bu konuya yazının ilerleyen bölümlerinde soracağımız sorularla yanıt aramaya devam edeceğimizi belirtip, günümüze dönerek devam edelim.

Önder Sav'ın genel başkanlık koltuğuna oturttuğu Kılıçdaroğlu'nun göreve geldikten sonra girdiği her seçimi kaybetmesi ve sonrasında girdiği her kurultayda da neredeyse tüm Parti Meclisi ve MYK'sını birkaç istisna dışında değiştirdikten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi koltukta oturmaya devam etmiş olmasında şaşırılacak bir durum yok.

Şaşılması ve sorgulanması gereken konu, seçimlere ramak kalmış ve siyasi gündemde de böyle bir talep oluşmamışken 'Ben aleviyim' diye açıklama yapması ve seçime günler kala hem partisini hem de genel kamuoyunu ikiye bölmesi... Bir kısım bunun zaten bilinen bir şey olduğunu ve açıkça konuşulmasının iyi olduğunu düşünürken diğer kısım seçimin ekseninin din/mezhep tartışmasından çıkarılması gerektiğini, mezhepler üzerinden siyaset, tarikat ve cemaatlar üzerinden de toplum mühendisliği yapanların genel olarak sağ, özel olarak da AKP iktidarının kötülüklerini perdeleyip görünmez hale getirdiğini savunur ve her iki tarafın da haklı olduğu noktalar varken tüm gündem bu konuya odaklandı ve gerçek problemler bir kez daha gözden uzaklaştı. Her yenilgi sonrası parti içinde süren tartışmalar genellikle isimlere odaklanır ve post paylaşıldıktan sonra sönümlenirken, bu seçim sonrası tartışmaların odağını bu açıklama oluşturuyor. Tartışma, seçimler neden kaybedildi, nerede hata yaptık merkezli değil, 'Ben aleviyim' diye açıklama yapan Genel Başkan başarısız olduğu için bırakmalı diyenler ile 'Kılıçdaroğlu alevi olduğu için seçilemedi' ve 'Kılıçdaroğlu'na yapılan eleştiriler aslında alevilere yapılıyor' hattına taşındı. Tartışmanın merkezinin değişmesine bakınca, Kılıçdaroğlu'nun yaptığı açıklama seçim öncesinde yapıldığı için ilk etapta seçmenlere dönük olarak değerlendirilmiş olsa da, şimdi yenilgi sonrası parti içinde yapılan tartışmalara bakınca, acaba bu açıklamanın hedefi yenilgi sonrası yapılacak tartışmalara dönük müydü sorusunu akıllara getirebilir.

Seçimlerin kaybedilmesinin esas nedeninin savunulan politikalar olduğu ortadayken ve bu politik tercihi yapan parti yöneticilerinin, demokrasinin gereği olarak hesap vermek üzere derhal kurultayı toplaması gerekirken bunun yerine koltukta oturmaya devam etmek istemeleri, tartışmayı olması gereken zeminden koparma amacı taşıyor olabilir. Eğer aklı selim devreye girip bu tartışmanın tarafları bu çıkmaz yoldan bir an önce çıkmaz, çıkamazlar ise nihayetinde bu durum CHP'yi bir bütün olarak sarabilir, içine çekileceği din, mezhep ve etnisite tartışması hem parti, hem de ülkemiz açısından gerçek bir felaketin kapısını açma tehlikesi barındırıyor olabilir.

Meseleyi abartıyor olabileceğimi düşünenlere, daha Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye Genel Başkan olduğu ilk zamanlarda yazdığım yazılarla bu tehlikeye işaret ettiğimi hatırlatmak isterim. Bu yazılarımda Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanlığında başarılı olmasını istediğimi, benim de üyesi bulunduğum partimin ülkeyi AKP ve lideri Erdoğan'dan daha iyi yöneteceğine inandığımı, ancak başarısızlık halinde başlayacak, başlatılacak tartışmalarla şimdiye kadar Cumhuriyete, laikliğe ve dolayısıyla da CHP'ye sahip çıkan ülkemizin çimentosu olan ilerici ve yurtsever yurttaşlarımızın CHP ile kurdukları akıl bağının, 'Bir alevi genel başkan CHP'de barındırılmadı.' tartışması sonucu partiyle gönül bağlarının kopartılmaya çalışılabileceği riskinin de bulunduğuna işaret etmiştim. Bu tartışmanın altına odun atanların niyetleri farklı olsa da yangının ne kadar büyüyeceği ve nerelere kadar sıçrayabileceğine ilişkin işaret arayanlara, PKK'nın Kandil mukimlerinden Murat Karayılan'ın seçimlerin 2. turu da sonuçlandıktan sonra sarf ettiği 'Kılıçdaroğlu Kürt ve alevi olduğu için seçilemedi. Türkiye'nin sosyolojisi bu.' sözlerini iyi analiz etmelerini öneririm.

Bu açıdan CHP'yi, seçim sonuçlarını ve Kılıçdaroğlu'nu etnik ve mezhep kimliğinden arındırarak tartışmak gerektiği kanaatindeyim. 'Resmi büyüterek' bakabilirsek eğer, 2010 yılında CHP'ye kurulan tuzak ile şimdi partiyi parçalamaya dönük olarak başlatılan alevilik tartışmaları boşa çıkarılabilecektir.

Bununla beraber, seçimleri Kılıçdaroğlu'nun yaptığı ya da yapmadığı şeyler üzerinden anlamaya ve değerlendirmeye çalışmak, onun başarı ya da başarısızlığı üzerinden tartışmak ve parti içinde o giderse önce CHP, sonra da ülke açısından her şeyin çok güzel olacağına yönelik mesajlar vermek, bizleri seçimler öncesi yapılan ve Erdoğan giderse her şeyin çok güzel olacağını vaat eden hatalı söylemin tuzağına düşürür. Dün iddia edildiği üzere Erdoğan gitseydi her şey çok güzel olmayacağı gibi, bugün seçim yenilgisinin tek sebebi de Kılıçdaroğlu değil. Kişilerin etkisi olsa da tüm sonuçları kişilere bağlamak, aslında ne olduğu sorusuna verilecek doğru yanıtı oluşturmaya yetmiyor.

Kılıçdaroğlu'nun, 'Artık sağ-sol kalmadı.' demesi, Halil İbrahim sofraları kurup helalleşme seremonileri ile Alparslan Türkeş'in evine, Adnan Menderes'in mezarına gitmesi, her ölüm yıldönümünde işçi emekçi düşmanı Çankaya şişmanı Turgut Özal'ı anması, geçmişi halka karşı suçla dolu paramiliter örgütlerin yöneticileri Muhsin Yazıcıoğlu veya onun takipçileri olan Sinan Ateş ve benzerlerini kendi seçmeni önünde hemen her gün kutsayarak onlara değer atfetmesi, laiklik prensibi kuruluş gerekçelerinden olan partinin dilini dinci, mezhepçi bir retoriğe evriltmesi, bağımsızlıkçı dış politikasını NATO'culuğa, ekonomi politikalarını neoliberal eksene oturtması ve bunlara benzer daha onlarca örnek hata sonucu parti içinden eleştiri alsa da Kemal Bey açısından bu eleştiriler bir değer taşımıyor olmalı ki değişen bir şey yok.

Nihayetinde bazı aykırı sesler çıksa ve onları parti örgütü içerisinde örgütleri belediye başkanlarına zimmetleterek, kurultay delegelerini partili olma kriterine, liyakata göre değil kendine oy verecek şekilde birisinin eşi, diğerinin çocuğu, annesi, babası kontenjanına göre yazdırıp, kendisine oy vermesini sağlayacak şekilde usulüne uygun şekilde sönümletebiliyor. Herhalde bunun için en iyi örneklerden birisi İlhan Cihaner'in başına gelen/getirilenler. Hukuku ve adaleti savunduğu için Erzincan Başsavcısıyken makamında derdest edilmesi ile CHP kurultayında Genel Başkan adayı olmak için topladığı imzaların, Kılıçdaroğlu'nun karşısına çıkamaması için geri çektirilmesi daha dün gibi hafızalarda. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu'nun oturduğu koltuğa oturtuluş süreci ve sonrasında parti içi otoritesini yanına yerleştirdiği oligarklarca oluşturulan mekanizmayla koruyarak koltuğunda kalış süreci ortada olduğu halde hala demokrat dede profilini kendine uygun görürken, o koltukta aldığı kararları tartışmak ne kadar anlamlı olabilir ki?

Kemal Bey'in, CHP'nin kurduğu Cumhuriyet ve bu Cumhuriyetin kolonlarını oluşturan demokrasinin tahrip edilerek dinci, mezhepçi bir sığlık limanına dönüşen ülkemizi bu karanlıktan çıkaracak bir ekonomi politik hat oluşturmak, ya da en azından partinin bunu savunacak kodlarını yok etmemek için mücadele etmesi gerekirken tam aksine, CHP'nin kuruluşundan bu yana mücadele ettiği bir yola sapmasına, seçmen sosyolojisini, toplumun bir bütün olarak değer yargılarını, yaşam biçimini, kültürel kodlarını değiştiren ve ülkenin geleceğini karartacak menzille örtüşen bu rotaya girmesine şaşanlara şaşırıyorum. Tüm bunların, yani Kılıçdaroğlu ve çevresindeki oligarkların yönetimindeki CHP'nin ekonomi politik hattı değerlendirilip analiz edilmeden, yani olayları, yaşananları Kılıçdaroğlu'nun ve arkadaşlarının yönetim beceriksizliği olarak değerlendirip partinin bu yola sokulmasının nedenleri analiz edilmez ise, giriş paragrafında Karayılan'ın tespitinin ne anlama geldiği anlaşılamaz.

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu'nun ne yaptığını, kaptan köşkünde oturduğu geminin rotasını, menzilini ve CHP içinde yaptıklarını unutmadan, aslında Türkiye'nin geleceğinde CHP'yi nereye konumlandırdığına bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bunu yapabilmek için ise sadece son seçimler üzerinden bir değerlendirme yapıp, olmuyor, olamıyor diye feveran etmek yerine, göreve geldiği 13 yıldan bu yana ısrarla sürdürdüğü çizgisinin tartışılması, mümkünse parti içinde ideolojik bir tartışma hattı açılması ve yine eğer mümkünse Kılıçdaroğlu'nun (Genel Başkanlığı istemediği sürece bırakmayacağını bilerek) bu hattın oluşmasına katkıda bulunması, bulunabilmesi için yaşanan tartışmaları kişiler üzerinden değil ideolojik bir zemine oturtup parti örgütünü teşvik ederek parti içinde farklı kümelere nefes alacak alan açılması için zorlamak daha rasyonel olabilir.

Eğer, bu parti örgütü ve seçmen üzerinden oluşturulamaz ise işte o zaman Karayılan'ın ifade ettiği ve aslında bir gelecek tasarımına dayanak oluşturan bu sözlerin sadece CHP içindeki işleyişine değil, tüm Türkiye ve hatta tüm dünyada enine boyuna tartışılmasını sağlamak gerekiyor. Çünkü bu sadece CHP ile sınırlı bir tasarım ol(a)mayacak kadar kapsamlı olabilir.

Bağlayacak olursak; Kılıçdaroğlu'nun seçime ramak kala 'aleviyim' demesi, sonrasında hem parti içinde başlayan ve kamuoyunca da tartışılan alevilik meselesi ile Karayılan'ın sözleri yerli yerine oturtulacaksa; yukarıda özetlediğim bazı karar ve sonuçların yaşanmasına yol açan 2010 kurultayına ilişkin soruların ve hem kurultaya gidilirken, Önder Sav'ın o tercihi neden yaptığı ve hem de günümüzdeki parti içi tartışmalara konu olan meseleleri bütünlüklü olarak değerlendirebilmek gerektiği kanaatindeyim. Resmi büyüterek bakmaz isek, isimlerde düğümlenen sonuçsuz ve meselenin özünü ıskalayan tartışmalarla hem CHP'nin hem de Türkiye demokrasisinin daha da mevzi kaybetmesi işten bile olmayacaktır...