'(...) Kurultayın kaybedeni CHP, ama asıl olarak CHP seçmeni ve her geçen gün yoksullaştırılan seçmen ile mülksüzleştirilen ülkemiz olacaktır.'

Hizip içi tasfiye mi değişim getirecek?

Kurultay giderek yaklaşırken, Cumhuriyet Halk Partisi içindeki değişim ve yenilenme adı altında süren tartışmalar ne partiyi, ne de kurucusu olduğu Cumhuriyeti yıkıma götüren sorunların hiçbirine yanıt üretebilecek bir içerik taşımıyor.

Yani aslında yaşanan tartışmaları, özünde, 10 Aralık 2010 kurultayında kaptan köşküne çıkarak parti içi mekanizmalara yerleşenlerin ele geçirdikleri bu gücü hem her kurultayda, hem de her yerel ve genel seçimde başta kendileri olmak üzere eş-dost-akrabayı belediye başkanı ya da milletvekili yapmak için kullananların bir iç mücadelesi olarak değerlendirebiliriz.

Bu iç mücadelenin sebebi ise, on üç yıldan bu yana kesintisiz olarak partiyi birlikte yöneten ekibin, artık bunu eskisi gibi sürdüremeyeceklerini fark etmeleriyle içine girdikleri yönetememe krizi. Bunu da, artık adını açıkça koymak gerekirse (krizi) iki parçaya ayrılarak, hizip içi bir tasfiye ile aşmaya çalışıyorlar. Hizip içi tasfiye diyorum, zira yıllarca birlikte yürünen yollar aynı, altına imza atılan kararlar aynı, sorumluluğu taşınan hatalar aynı, savunulan politikalar aynı, isimler aynı, yüzler aynı...

Yönetememe krizini hizip içi tasfiye ile aşmaya çalışanların, zaten partinin siyasi genetiği ile uyumsuzlukları nedeniyle o koltuklara hiç oturmaması ve bir anomali olarak oturmuşlarsa da bir saniye bile geçmeden alaşağı edilmesi gerekirken, bir taraf İBB yönetimine yanaşarak, diğer taraf ise Siyasi Partiler Kanununun çarpıklığı sonucu Genel Merkez yetkilerini kullanarak kongrelerde el koydukları ve artık kirlenen delegelik mekanizmasıyla güce tutunmaya çalışıyor; bu arada kendilerinin içine saplandıkları krizi partinin omuzuna yükleme ihtimalleri ise giderek yükseliyor.

Ne yapmalı, nasıl yapmalı sorusuna acil bir yanıt bulunamazsa eğer, kurultayın sonucu ne olursa olsun (Yani İBB ekibi de kazansa, mevcut haliyle Genel Merkezciler de kazansa) kurultayın kaybedeni CHP, ama asıl olarak CHP seçmeni ve her geçen gün yoksullaştırılan seçmen ile mülksüzleştirilen ülkemiz olacaktır.

Zira kongre süreci adı altında "Genel Merkezciler" ve "Değişimciler" bu sandalye kapmaca oyununu oynarken seçmen ise yine neyin ne olduğunun son derece farkında. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilen süreçte tüm muhalefet zafer hülyaları içerisinde uyuklarken yaptığım uyarıların bir benzerini yeniden yapma ihtiyacı hissediyorum: Henüz gerçek bir değişim göremeyen seçmen, her şeyin son derece farkında olarak ve diş bilemiş bir şekilde Cumhuriyet Halk Partisi'ni sandığa gömmek için bekliyor olabilir. En güçlü seçenekler olarak önümüze herhangi bir özeleştiri yapmayan, politika ya da kadro değişikliğine gidip gitmeyeceği de belirsiz bir Genel Merkez ve eşeği boyayıp babasına satan uyanık Kayserilinin yaptığı gibi, bunca başarısızlıktan sonra bile, kendilerine değişimci diyerek CHP'lileri ve seçmeni hala ahmak yerine koymaya çalışan eskinin kıdemlileri var.

Kurultay, bu iki hizibin kendi krizlerini çözebilmek için vuruşacağı bir arena olmaktan çıkmaz ve partinin ideolojik politik savrulmalarının önüne geçebilecek bir zihni arınmaya tekabül etmez ise iki yanlıştan hangisinin kazandığının bir değeri de olmayacaktır. Zira bu yönde bir sonuç, mevcudun devamı anlamına gelecektir. Bu da, sosyal demokrasi üzerinden neoliberalizme bağımlı hale getirilen partinin bu bağımlılık zincirinin sürmesi, bu bağımlılığın sonucu olarak da kendisine çizilen sınırların dışına çıkamayacağının bir işareti olacaktır. Bunun da haklı olarak seçmeni yine ikna edemeyeceğini ve dolayısıyla hem işlerin hem de ilişkilerin eski tas eski hamam usulü yürüyeceğini söyleyebiliriz.

Ne yapmalı, nasıl yapmalı, nasıl bir CHP? Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu sorulara verilecek yanıtlarla ülkemizde nasıl bir gelecek tahayyül ettiğimizi tarifleyeceksek eğer, hiç kuşkusuz önce dünyaya nereden baktığımız ve kimin safında durduğumuz konusunu netleştirmemiz gerekiyor. Söz konusu olan Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye ise bu sorular zaten yüz yıl önce yanıtlanmıştı... Batılı, çağdaş, laik, devrimci, planlamacı, bağımsız, cumhuriyetçi bir ulus devlet ve bu hedeflere ülkeyi çeken bir lokomotif olmakla görevli bir CHP. Bu hedeflere bakarak bugün Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarihsel rolünü yerine getirip getiremediği anlaşılabilir...

Bu ilkelerin her birine ayrı ayrı değinmek bir köşe yazısının sınırlarının ötesinde, ancak en basit örnekle açalım: Cumhuriyet Halk Partisi'nin, tarikatların, cemaatlerin ve medreselerin yeniden açılmasına destek vererek eğitim ve öğretim birliğini kendi elleriyle yok etmesi, laikliğin tepelenerek başta Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle olmak üzere dincileşmenin bir devlet politikası haline dönüştürülmesine 'laiklik tehlikede değil' sözleriyle zımnen de olsa destek vermesi mi doğru, yoksa partinin kurucu iradesinin bunun tam karşıtı olarak belirlediği ilkeler mi yanlış?

Ulusal kurtuluşun sağlandığı savaş sonrası gerçekleştirilen devrimler ve bunların gerçekleştirildiği şartlardan çok farklı bir dönemde yaşadığımız iddiası, 2023 dünyasının farklı bir dünya olması çok kimlikli, çok dilli, çok mezhepli Türkiye'yi oluşturmaya veya savunmaya meşruiyet sağlar mı? Dinci iklimin doğal sonucu olan tarikatlar ve cemaatler eliyle laik iklimin bozulması, siyasetin bu kavramlar üzerinden etki altına alınarak laik cumhuriyetin zihni kolonlarının birer birer tahrip edilmesi tartışılamaz bir seçenek miydi?

Cumhuriyet Halk Partisi yönetimleri, öteden beri şu gerçeği gözden kaçırmış olabilirler: Toplumun sosyolojik şekillenmesinde belirleyici olan, mevcut öğretilerin aksine dil, din, kimlik, mezhep değil. Bunlar birer sebep değil, tam aksine ekonomi politik tercih ile belirlenen siyasi ve ekonomik iklimin birer sonucudur. Kitlelerin tarikatların ve cemaatlerin kucağına itilmesine sebep olan ekonomik şartları tartışmadan, yalnızca Atatürk'ün adıyla yapılan laiklik savunusu ne gericileşmeye, ne de laikliğin ayaklar altına alınmasına engel olamadı. Gemi karaya oturmuş durumda...

İlginçtir, liberalizm solun kolektivizmine karşı çıkarken bizlere sürekli güçlü, özgür bireyler vaaz eder; ancak çok sevdikleri cemaat ve tarikatların toplumsal hayatı düzenlemesine izin verilmesi sonucu ortaya çıkan şey ise bunun tam aksidir: İradesi elinden alınmış, yalnızca çalışmak ve itaat etmek için yaşayan, yaşaması istenen sürüler... Bu çelişkileri sorgulamadan elinde tuzlukla bir oraya bir buraya koşturan bir siyasi iradenin herhangi bir değişime öncülük etme şansı olabilir mi sahi?

Toplumu garip gurup şeyhlerin dizinin dibinden çıkartmanın anahtarı, dip bucak demeden ülkenin her tarafının kalkınması, her çocuğa dünyasını genişletebileceği bir eğitim olanağı sunulması, her vatandaşa kendisini yoksulluktan çekip çıkarmasına imkan verecek, ekonomik özgürlüğünü kazanmasına yardımcı olacak fırsatların sunulmasıdır. Vatandaşın dinini istediği gibi yaşama, bu bağlamda isterse gidip bir cemaate katılma özgürlüğü, ancak vatandaşın özgür iradesinin olduğu bir ihtimalde gerçekten 'özgürlüktür'. Hayatta kalmak için durmaksızın çalışmak ve itaat etmek zorunda olan, içine kapatıldığı 'mahallede' tek seçeneği en yakın şeyhin dizinin dibi olan bir 'birey'lerin cemaatler ve tarikatların kapanına düşmesi bir dini özgürlük meselesi değil, ekonomik özgürlük meselesidir.

Değişim iddiasında olanlar da dahil Cumhuriyet Halk Partisi kadrolarının savrulduğu neoliberal ekonomik politikaların bir sonucu olarak, sermayenin ucuz işgücü, iktidarın sorgulamayan seçmen ihtiyaçları ise döngünün kırılamamasının yegane sebebidir. Kalkınma, fırsat eşitliği gibi dertleri olmayan bir politik iradenin laikliği savunabilmesi de, cemaatler ve tarikatlar eliyle toplumun gericileşmesinin önüne geçebilmesi de mümkün değildir.

Dolayısıyla eğer tarikat ve cemaatler çekim merkezi olmaktan çıkarılarak laiklik yeniden tesis edilmek ve cumhuriyet değerleri ülkede yeniden geçer akçe yapılmak isteniyorsa, bunun biricik yolu CHP'nin tüm bu sonuçları yaratan ekonomik politik tercihlerinden arınarak yoksulluğu ortadan kaldıracak, ekonomik kalkınmayı planlayacak, fırsat eşitliğini tesis edecek halkçı bir tercihler bütününe yönelmesi gerekiyor.

Bu yola girmeyen hiçbir siyasi irade, adı, titri, iddiası ne olursa olsun, bırakın Türkiye'nin çöküşünün önüne set çekmeyi, seçmen nezdinde bir seçenek olmayı dahi başaramayacaktır.