Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik'in tahliyesine karar verildi

Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu ve Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ın da aralarında bulunduğu gazetecilerin yargılandığı davanın ilk duruşması Çağlayan Adliyesi’nde görüldü. Ara kararını açıklayan mahkeme Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik'in tahliyesine, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutukluluk halinin devamına hükmetti. Duruşma 9 Eylül'e…

Haber Merkezi

Libya’da yaşamını yitiren MİT mensuplarına ilişkin haberleri nedeniyle 4 aydır tutuklu olan gazeteciler Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, muhabiri Hülya Kılınç, Yeni Yaşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik, Yazıişleri Müdürü Aydın Keser ile Yeniçağ yazarı Murat Ağırel'in yargılandıkları davada ilk duruşma bugün İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Yurtdışında bulunan ve hakkında yakalama kararı çıkarılan BirGün Gazetesi yazarı Erk Acarer ile CHP'li Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi Eren Ekinci'nin de yargılandığı davada mahkeme ara kararını açıkladı.

Mahkeme Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik'in tahliyesine karar verdi. Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme davayı 9 Eylül'e erteledi.

Gazeteciliğin yargılandığı duruşmada saat saat yaşananlar:

GÜNCELLEME: 21:35

Duruşma başladı. Mahkeme heyeti Barış Terkoğlu, Ferhat Çelik ve Aydın Keser hakkında yurtdışına çıkış yasağı adli kontrolüyle tahliye kararı verdi. Mahkeme ayrıca Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutukluluk halinin devamına hükmetti. Duruşmayı 9 Eylül'e erteledi.

GÜNCELLEME: 20:20

Erk Acarer'in avukatı Ömer Faruk Eminağaoğlu müvekkilinin kaçak değil gaip olduğunu belirterek "Yurt dışında yaşamaktadır. Ancak derhal beraat olması gereken bir dosya ile karşı karşıyayız. Tahliye talep ediyoruz" dedi.

Avukat savunmalarının tamamlanmasının ardından duruşmaya 45 dakika ara verildi. Mahkemenin ara kararını açıklaması bekleniyor.

GÜNCELLEME: 20:20

Barış Terkoğlu'nun avukatı Kazım Yiğit Akalın savunma yapıyor. Akalın "Müvekkilimin sorumlu yazı işleri müdürü olduğu OdaTv sitesi, Basın Kanununa değil, 5651 Sayılı İnternet Kanunu'na tabidir. O kanunda da sorumlu yazı işleri müdürü zorunluluğu yoktur" dedi. Akalın "Müvekkilin haberden dolayı sorumluluğu yoktur. Müvekkil MİT Kanunu 27. Maddeden tutuklandı. Bu maddeden ceza alsa dahi, yatarı yok. Takipsizlik alması gereken biri, 100 günü aşkındır tutuklu. Buna son verilsin artık" dedi.

GÜNCELLEME: 20:00

Barış Pehlivan'ın avukatı Hüseyin Ersöz, "Biz bu soruşturma sürecini ve iddianameyi FETÖ sürecine benzetiyoruz. Vatansever gazeteciler, basın özgürlüğü kapsamında yapmış oldukları haberler ile yargılanıyorlar" dedi.

Müvekkilinin çok iyi bir savunma yaptığını ve her şeyi yalın bir dille anlattığını belirten Ersöz "Ama bir şeyi unuttu, tahliye istemedi. Ben sizden tahliye talep ediyorum" dedi.

Ersöz "Benim müvekkilim hakkında tutuklama kararı, avukatı olmadan, barodan atanan avukat ile yapıldı. Soruşturma dönemindeki kısıtlama kararı haksızdır. MİT kanunu sebebiyle isnad edilen soruşturma, kısıtlama kapsamında değilken, kısıtlama kararı verildi. İtiraz ettik, TCK 329 eklendi bu sefer" dedi.

Avukat Ersöz "Barış Pehlivan'in darp edilmesinin olayla ilgisi yokken bu bilgi iddianamede yer aldı. Gece yarısı İnfaz Yasası Değişikliği'ne MİT kanunu eklendi ki müvekkilim çıkmasın. Sonra Ağır Ceza'da yargılansın ve çıkmasın diye TCK 329 eklendi" dedi.

Müvekkilinin sadece gazetecilik faaliyeti kapsamında hareket ettiğini belirten Ersöz "Haksız yere tutuklu bulunan müvekkilin tahliyesine karar verilmesini talep ediyoruz" dedi.

Hülya Kılınç'ın avukatı Celal Ülgen, "FETÖ döneminde olduğu gibi, bu iddianamede sadece aleyhte delilleri toplamış ve iddianame unsurlarını da içermemektedir. İddianame kopyala yapıştırdır. Müvekkilim TCK 329'dan cezalandırılmaz, MİT Kanunu'nun 27. maddesi bunu engeller. Biz bir hukuk tutulması yaşıyoruz. Bu tutulma yargı mercine güvensizlik yayıyor. Bunu ancak siz hakimler engelleyebilir. Tahliye talep ediyoruz" dedi.

GÜNCELLEME: 19:40

Aydın Keser'in avukatı "Pandemi sürecinde tutukluluğa son verilmelidir. Tahliyesini talep ediyoruz" dedi.

Ferhat Çelik'in avukatı da "Buradaki tüm sanıklar Sabah Gazetesinin hedefi oldu. Biz mahkeme karşısına çıkmadan, kendimizi savunmak zorunda kaldık. Umuyoruz ki bu hukuksuzluğa son verilir ve pandemi sürecinde tutukluluk sonlandırılır" dedi.

GÜNCELLEME: 19:20

Murat Ağırel'in avukatı Ruşen Gültekin savunma yapıyor.

Gültekin "Ben ülkemde adalet olduğuna inanıyorum ve bunu sağlamak için de elimden gelen mücadeleyi yapmak istiyorum. Murat’ı kesseniz Türkiye ile ilgili bir bilgiyi kimseye vermez. Bugün Türkiye’de tutuklama kanayan bir yara. Murat’ın kızı uyumuyor artık. Tutukluluk artık bir tutsaklık haline geldi... Vicdanınıza sesleniyoruz" dedi.

Avukat Gültekin şunları söyledi:

"Biz soruşturma sürecine saygı duyarken, soruşturma dosyasındaki bilgilerin basında yer aldığını gördük. Müvekkillerin organize bir hali asla yoktur. Müvekkil, karara saygı duyup 10 yıl da yatar ama vatan hainliğini kabul etmez."

"Murat bunların MİT mensubu olduğunu anladığında silmeye çalışıyor ama hesabına birileri müdahale ediliyor. Müvekkili kovsanız bu ülkeden gitmez. Tutukluluk artık çekilmezdir. Tutuksuz yargılanmasını talep ediyoruz."

GÜNCELLEME: 19:20

İki tanığın dinlenmesinin ardından  savcı mütalaasını açıkladı. Savcı Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve diğer sanıkların tutukluluğunun devamını istedi. 

Savcı, "Gelen cevaplara diyeceğimiz bir şey yok, gelecek celseye kadar esasa ilişkin beyanlarımızın sunulması için süre verilmesini, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve diğer sanıkların tutukluluğunun devamına karar verilmesini talep ederiz" dedi.

Tanık Semiha beyanında "Ben Aydın Keser ile Ferhat Çelik'i tanırım, meslektaşlarımdır. Ben haberin yapılması esnasında şehir dışındaydım. Gazetede sabah toplantı yapılır haberler hakkında konuşulur. Ancak editörler kendi karar verir habere" dedi.

Diğer tanık Cemali ise beyanında "Hülya Kılınç'i tanırım, sanıklardan. Bizim orası deprem bölgesi olduğu için çadırda kalıyorduk. Bizim oradan birinin şehit olduğunu söyledi, biz TSK'da çalışan sivil memur sandım ölen kişiyi. Hülya hanımı o zamana kadar tanımazdım. Hülya hanım, numaramı internetten bulmuş sanırım. Aileyi ziyaret etmek istediğini söyledi. Eski beyanlarımi tekrar ederim bu konuda" dedi.

GÜNCELLEME: 18:30

Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi Eren Ekinci'nin savunmasının ardından duruşmaya ara verildi.

Ekinci "Biz belediye başkanı ve milletvekili ile cenazeye davet edildik. Ben boynumdaki fotoğraf makinesi ile fotoğraf çektim. Daha sonra aile konu hassas az fotoğraf çeksek iyi olur dedi. Ben de bıraktım ama herkes fotoğraf çekip videoya alıyordu cenazeyi. Bir gizlilik yoktu" dedi.

Ekinci "Ben şahsın MİT mensubu olduğunu bilmiyordum. Asker sanıyordum. Tutuklamalar olunca şehidin MİT mensubu olduğunu öğrendim. Kameram oldukça büyüktür, zaten gizli bir şekilde çekmedim. Çok uzaktan da çekmedim. Herkesin önünde caminin avlusunda fotoğrafı çektim. Önümde, arkamda insanlar vardı. Gizli hiçbir şey yoktu" dedi.

GÜNCELLEME: 17:20

Terkoğlu'nun savunması şöyle:

Sayın Başkan, Sayın Heyet;

Öncelikle şunu söylememe müsaade edin. Bu davanın ille de bir yerinde olacaksam savcısı değil, sanığı olmayı tercih ederim. Bunun bir sebebi var. İnsan ancak kafasını kaldırıp ufka baktığı zaman dünyanın yuvarlak olduğunu görebilir. Ben de istikbale baktığımda bu davada verilecek mücadelenin, ülkemin adaletine katkıda bulunacağını ve yargının çürümüş dallarının budanmasına vesile olacağını görüyorum. Emin olun, bu baş aşağı duran fotoğraf düzeldiğinde, bu iddianameleri yazanlar kendilerinden öncekiler gibi işledikleri günahlarla anılacak! Ancak biz; bir fikirde, bir kelimede, bir harfte yaşamaya devam edeceğiz. 

Sayın Hâkimler…

Yargılanırız, varsa suçumuz mahkûm oluruz, ardından infazımız yerine getirilir. Hukukun ilerleyişi budur. Oysa siyasi intikam davaları pek de öyle işlemiyor. Önce infaz ediliyorsunuz, yargılama ona yetişmeye çalışıyor. 

Biz, Odatv’nin gazetecileri, bu mahkemede sanık olmadan önce yıllarca böyle yaşadık. İktidar içindeki çetelerden beslenen sürülerin hakaretleriyle, tutuklayın çığlıklarıyla, ölüm tehditleriyle terbiye edilmeye çalışıldık. Sonumuzun El Kaidecilerin Charlie Hebdo dergisini katletmesi gibi olacağını söyleyen kamu görevlileriyle bile karşılaştık. Nihayetinde katillerin yapamadığı işe savcılar talip oldu. 

Bundan dolayı dert yandığımı sanmayın. 1871’de kendi vatanının yandaş medyasında hain ilan edilen Victor Hugo, “insanın kendisine yapılan saldırıları okuması kendi dışkısını koklamasına benzer” diyor. Ben de içinde benden bir şey de olsa bu kokuyu sevmediğim için okumuyorum. Bu nedenle bir gazeteci uyarmasaydı fark etmeyecektim. İktidar içindeki çetelerin bir tetikçisi, bizim hapishane ile uslanmayacağımızı, Alman Devleti’nin Kızılordu Örgütü’ne yaptığı gibi, hapishanede katledilmemiz gerektiğini söylüyordu. Ne güzel fikir özgürlüğü! Katledilmiş bir kamu görevlisinin cenazesini haber yapmak müebbetlik, gazeteci katletme propagandası serbest! 

Uzağa gitmeyelim. Bu hikâye bana Almanya’yı değil, bizden birini, Mithat Paşa’yı hatırlattı. Mithat Paşa bizim büyük bir reformcumuzdur. Halen hayatımızda olan Ziraat Bankası da meslek liseleri de onun eseridir. En önemlisi, Mithat Paşa demek Meşrutiyet demekti, Anayasa demekti. Yıldız Sarayı’nın bahçesinde çadır mahkemesi kurdular, hükmüne idam yazdılar. Yapamayınca hapishanede gardiyanlarına boğdurdular.

Bunu şu nedenle anlatıyorum. Çadır mahkemesinde mahkeme reisi Mithat Paşa’ya “iddianameyi nasıl buldun” diye sorunca, Mithat Paşa “iki mahalini doğru ve sahih buldum” dedi. İki noktasını doğru bulmuştu. Biri başlangıçtaki besmele, öbürü sonundaki tarihti. Mithat Paşa “geri kalan yerleri yalan, yanlış ve tutarsızdır” diyordu.

Bir Mithat Paşa geleneği. Ben de bir iddianameyi elime alınca önce başına ve sonuna bakarım. Kendim için de öyle yaptım. Ve dedim ki “başı da sonu da yalan, yanlış ve tutarsız”.

Önce son sayfasından başlayayım... 

İddianamenin sonunda, herkesin bildiği soruşturma savcısının yanında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın ve vekili Hasan Yılmaz’ın imzalarını görünce şaşırmadım. Hatta “iddianamenin üzerindeki gölge mürekkebe bulanıp suretini göstermiş” diyerek üç imzalı bu iddianameye sevindim.

Açıp baktım. 7 Şubat’ta Hakan Fidan’ı tutuklamaya çalışarak MİT’e büyük kumpas kurmakla suçlanan eski yargı mensuplarının iddianamesinin altında tek bir savcı imzası var. FETÖ’nün polislerinin ve imamlarının MİT’e kumpasla suçlandığı iddianamedeyse iki imza. Zaman Gazetesi iddianamesi tek imzalı. TUSKON iddianamesi de, FETÖ Çatı Davası iddianamesi de tek savcının izini taşıyor.

Peki bu işin sırrı nedir?

Sayın Heyet, Türkiye’de yaşanan sıradışılıkların sebebi sorulduğunda çoğu zaman verilen yanıt “devlet”tir. Oysa yakından baktığımızda müsebbibin “devlet benim” diyen çeteler, tarikatlar, ya da örgütler olduğunu görürüz. 

Korkunun gerçeğin üstünü örttüğü dönemlerde devlet üniformasının içindeki bu oluşumları anlatmak zordur. Çoğunlukla bir grup öncü vitrine taş atmaya cüret eder. Yazı, haber ya da kitap; aydının yuvasındaki yılana attığı taştır. Çıkan yılan düşmanını sokarken varlığını da herkese gösterir. 

FETÖ dönemi yargılanmamız böyleydi. Yargıda, poliste, orduda örgütlenmiş yapılanmadan söz edenlerin başına kötü şeyler geliyordu. 1. Odatv davasında yargılananların ortak özelliği FETÖ’yü deşifre eden eserleriydi. İşte buna diyalektik diyorlar. FETÖ’yü gösterenlerin tutuklanması FETÖ’nün görünmesine yaradı. Örnek olsun, Haliç’te Yaşayan Simonlar, Fethullahçıların polisteki örgütlenmesine odaklanırken, Hanefi Avcı’nın kitap yüzünden tutuklanması kitabın tezini ispatladı.

Bu iddianamedeki imzalara gelirsek…

Biz Odatv’deki haberlerimizde, Barış Pehlivan ile yazdığımız kitaplarda, ben yazılarımda yargıdaki olağandışı işlerden bahsediyorduk. Adliyeleri esir eden grupların adaletin hükmünü değil, kendi özel gündemlerini icra ettiğini anlatıyorduk. Açık söyleyeyim, bizi cezalandırmak için sebep yaratılacağını biliyorduk. 

İddianamede gördüğümüz ikinci ve üçüncü imzalar “biz de tam da bunu kastetmiştik” dedirtti.

Öte yandan bir şey daha var…

Bizim duruşmaya çıkana kadarki hukuk serüvenimiz bir dizi olağandışılıklar içeriyor. MİT Kanununa dayanarak tutuklandık. Hem bugüne kadar bu kanunla ilgili uygulamalar, daha doğrusu “uygulamamalar”, hem de hukukçuların kamuya bildirdiği görüşler aynı şeyi söylüyordu. O da bu kanunun karşılığının hapisliği önemsiz kılacak kadar olduğuydu. Buna 

rağmen birileri bizim tutuklu yargılanmamızı istiyordu. Tabiri caizse hesabı peşin almak istiyorlardı. Olağandışılıklara bir gece yarısı komedisi eklendi. Dolandırıcılara ya da hırsızlara tanınan infaz indiriminden Meclis’e gece 3’te gelen kanunla muaf tutulduk. Türkiye’de halihazırda MİT Kanunundan yargılanan bizden başka kimse muhtemelen olmadığı için bu müdahale bizim için yapılmıştı. Ancak yeni düzenleme yine de 3 yıl hapse denetimli serbestlik hakkı tanıdığı için bir kez daha tutukluluk önemsizleşti. İşte bu durumda, soruşturmaya bir elin değerek tuz eker gibi yeni suçlamalar ekeceğini düşünüyordum. Beklediğim oldu. O elin sahipleri görülüyor ki bu iddianameye 2. ve 3. imza olarak düştü.

Kısıtlılık getirilen iddianameden bizzat bu savcıların Sabah Gazetesine yaptığı sızıntıları, ya da açık usul hatalarını herkes biliyor. Ben başka bir noktaya dikkat çekiyorum. 

Sayın Heyet, buradaki yargılamaya konu olan haberin altında Hülya Kılınç’ın değil, üçümüzün birden adını görseniz ne düşünürdünüz?

İşte ben bu iddianame için aynısını düşünüyorum.

Belli ki bazı zorunluluklar iddianameyi en azından görüntüde 3 imzalı kollektif bir eyleme dönüştürdü. 

Mithat Paşa usulüyle devam ediyorum. 

Bu kez iddianamenin başına dönelim…

İddianamenin başlangıcında MİT’in FETÖ’nün hedefi olduğu anlatılıyor. Sonra da bir daha FETÖ kelimesi bile kullanılmıyor. 

Ben bunun ya iddia makamının bilgisizliğinden ya da suçluluk psikolojisinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Sayın Hakimler, cehalet ne çok okuyanların ne hiç okumayanların meselesidir. Cehalet, çoğunlukla tek kitap okuyanların kusurudur.

Söyleyeceğim şu, MİT’in FETÖ’den başka düşmanı yok mu? Yoksa bu savcılar başka bir şey bilmiyorlar mı? Mesela PKK ya da IŞİD de MİT’in düşmanı değil mi? Konumuz Libya, konuyu genel kültür düzeyinde bilenler dahi MİT’in Birleşik Arap Emirlikleri ya da Mısır gibi bir sürü devletin hedefinde olduğunu size söyler. Tek kitaplı savcılar nedense bunlarla değil iddianamenin geri kalanında bir daha bahsetmedikleri FETÖ ile başlıyorlar.

Öte yandan suçluluk psikolojisi de var. Çünkü FETÖ, 7 Şubat 2012’den önce de MİT’i hedef aldı. Bizzat Odatv davasında benimle birlikte MİT’in Orta Asya Masası’nın başındaki Kaşif Kozinoğlu tutukluydu. Hapiste şüpheli bir şekilde öldü. Bu şu demek: Biz, savcıların MİT’i hedef almasını milat saydığı tarihten önce FETÖ tarafından hedef alındık. Hem de bir MİT yöneticisi ile birlikte.

Şimdi bu salondaki herkese soruyorum: O gün İlhan Cihaner’i tanıyor muydunuz? Elbette. Çünkü o savcılık yetkilerini bu yapıya karşı kullanmış ve bedelini ödemişti. Daha çok tanıdığınız isim sayarım.

Peki o gün bu iddianameye imza atanları tanıyor muydunuz? Hayır. İşte suçluluk psikolojisi dediğim budur. 

Eğer MİT ya da FETÖ ile bu davaya başlayacaksanız öyleyse bize yapılanlarla başlayacaksınız. Savcılar ise “gökten üç elma düşmüş” diye başlamışlar. Bu koca boşluk ülkemizin noksanlığı değil, bu iddianameyi yazanların kendi geçmişlerinin ayıbıdır. 

Sayın Hâkimler, basit bir sorum var: Devlet yurttaşlarına tuzak kurar mı? Hukuk devleti tabii ki kurmaz. Ama devletin üniformasını kendi aidiyetlerine kalkan yapanlar kurar.

Bakın, Atatürk’ün harpte başarılı olmanın anahtarını açıkladığı bir söz vardır: “En iyi şekil, zihnen düşmanının tarafına geçmek ve onun bakışıyla meseleyi çözmektir.”

Biz de mahkemelerde bunu yaparız. Savcıların gözünden davaya bakarız. Niyetlerini okuruz.

Şimdi, bu iddianamenin açıkça ortaya koyduğu bir tablo var:

MİT mensubu S.C.’nin şehadetinin ardından sosyal medyada yüzlerce paylaşım yapılıyor. MİT ve savcılar izliyor.

Ailesinin köyünün muhtarı babasının adını da vererek 19 Şubat’ta duyuru yapıyor. Üstelik bu köyünün neresi olduğunun da bilinmesi demek. MİT ve savcılar izliyor. 

Onlarca sitede şehitle ilgili haberler çıkıyor. MİT ve savcılar izliyor. 

İddianamede görülüyor ki bu davanın sanıkları olan Murat Ağırel’in ya da Erk Acarer’in 22 Şubat’taki paylaşımlarını da MİT ve savcılar izliyor.

Yeni Yaşam Gazetesi 23 ve 24 Şubat’ta haber yapıyor. MİT ve savcılar izliyor. 

Ardından Ümit Özdağ Meclis’te olayla ilgili bütün ayrıntıları açıklıyor. MİT ve savcılar izliyor. 

Özdağ’ın açıklaması ertesi gün basında haber oluyor. MİT ve savcılar izliyor. Uluslararası medyada olay haber oluyor. MİT ve savcılar izliyor.  

3 Mart akşamı Odatv’de şehidin cenaze haberi yayınlanıyor. 4 Mart sabahı saat 04’te ben evimden gözaltına alınıyorum. Neredeyse iki hafta uyuyan MİT ve savcılar o gece uyumuyor!

Dediklerimi doğrulayan bir evrak daha var. İddianame eklerinde yer alan Emniyet Raporu şöyle başlıyor: “Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz’ın, 3 Mart 2020 tarihli sözlü talimatları kapsamında Odatv’deki habere ilişkin gerekli araştırmanın yapılarak...” Demek o gece sahiden uyumamışlar.

Bakın MİT’in Odatv için suç duyurusunun tarihi 4 Mart. Savcılığa saat kaçta şikâyet geldi, beni gözaltına aldıran Hasan Yılmaz saat kaçta harekete geçti, polisler kaç saatte eve geldi? Belli ki MİT’in suç duyurusu benim gözaltına alınmamı bekledi, ya da bir eksiklik sonradan tamamlandı.

Sayın Hâkimler, 10 yıl önce “kumpas” diyorduk. Bugün buna “tezgâh” diyoruz. Serçeler, bıldırcınlar, güvercinler kafese giriyor. Karga gelince kapak kapanıyor. Demek ki Odatv’deki haber olmasa böyle bir dava hiç açılmayacaktı. Bunu nereden biliyorum? Çok basit, İrfan Fidan ve Hasan Yılmaz’ın yönettiği savcılık, bütün soruşturmaları Odatv haberinden sonra başlatıyor. Hatta Ümit Özdağ hakkındaki fezleke bile Odatv Haberinden sonra yazılmaya başlıyor.

Bakın burada komik bir şey var. Ümit Özdağ ile ilgili soruşturma, açıklama yaptığı gün değil, hafta değil, benim gözaltına alındığım gün yani 4 Mart 2020’de başlatılmış. Savcı Hamza Yokuş imzalı tutanak “resen soruşturma açılmasına karar verildi” diyor. Yani soruşturma açıldığında orada da MİT’in bir şikâyeti yok. Şimdi gelelim savcının Özdağ hakkında soruşturma açmaya nasıl karar verdiğine. Tutanaktan aynen aktarıyorum: “4 Mart 2020 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı’mızca yapılan olağan internet taramasında…” Çok acayip değil mi? 26 Şubat ile 4 Mart arasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda internet mi kesikti? Savcı bu kadar gün “olağan internet araması” neden yapmadı? Siz savcının yazdığı gibi bunun “olağan” olduğunu düşünüyor musunuz?

Elbette hayır! Ortadaki tablo çok açık.  İstanbul’daki savcıları da Ankara’daki savcıları da hatta MİT’i de birileri harekete geçirdi. O “birileri” kimse Odatv’den başlamak üzere herkese tezgâh kurdu.

Sayın Başkan, Sayın Heyet;

İnsan yalnız kalmaktan korkar. Karanlıktan korkar. Ölmekten ya da yaşamaktan korkar.  Oysa ben sadece korkmaktan korkuyorum. 

Lütfen sözlerimi iktidar içindeki çeteler, savcılar, örgütlü linç güruhları eliyle kurgulanan bu davada onlara bir yanıt olarak kabul edin. 

Eğer bu tezgâhı kuranların bir vatanı varsa ben o vatanın hainiyim! Ne mutlu bana bir vatanları yok…

Eğer bu tezgâhı kuranların bir dini varsa ben o dinin kafiriyim! Ne mutlu bana imanları yok…

Eğer bu tezgâhı kuranların bir devleti varsa ben o devletin teröristiyim! Ne mutlu bana onlar çetelerini devlet sanıyorlar...

101 yıl önce bugün Mustafa Kemal de Saray’dakilerin haini, işgalcilerin teröristi, işbirlikçilerin kafiriydi!

Milletin hürriyetini şahsi ikbalinin önüne koyanlar korkusuz olmalı, küfrün üzerine yürümelidir.

Bu girişi, şunun için yaptım. Ben yıllardır yazı yazıyorum, Cumhurbaşkanı’nı eleştiriyorum, bakanları eleştiriyorum, genelkurmay başkanlarını eleştiriyorum. Efendim MİT kutsal bir örgüt müdür? MİT dokunulamaz mıdır? MİT sorgulanamaz mıdır? MİT; hatası, eksiği gösterilemez midir? Haşa, MİT mensupları peygamberin sahabeleri midir?

Farkında mısınız, bu dava üzerinden ne yapmaya çalışıyorlar. Bu davayı kurgulayanları sevindirecek bir karar verirseniz yukarıdaki tüm sorulara “evet” yanıtını vermiş olacaksınız.

Türk tarihinde 12 Eylül gibi karanlık işlere bulaşmış askerler vardır. İşkenceye karışmış polisler vardır. Aynı zamanda mensubiyetini kötüye kullanmış hem de çok kötüye kullanmış MİT mensupları da vardır. Örnek olsun, ben daha birkaç ay önce Cumhuriyet Gazetesinde hapishaneden bana mektup yazan bir MİT mensubunun anlattıklarından yola çıkarak, MİT kimliğini adam kaçırıp fidye istemek için kullandığı iddiasıyla cezalandırılan bir personeli yazdım. Bunu yazarken güç bela MİT’in basın müşavirliğini aradım, MİT mensubunu askeri alanda yakalayan kamu görevlileri ile konuştum. Siz eğer bu davayı tezgâhlayanları sevindirirseniz, bir sıradışılıkta karşısına MİT mensubu çıkınca bir gazeteci sorgulamaya araştırmaya devam edebilir mi? 

Şimdi söyleyeceğimi bana güvenmezseniz açıp kontrol edebilirsiniz. Biz Odatv’de 15 Temmuz’dan önce aylarca “darbe geliyor” haberleri yaptık, yazıları yayınladık. Yanlış anlamayın, gayrimeşru bir kaynaktan öğrenmedik. Dış basında işaret veren yazıları, Washington’daki enstitülerin raporlarını çevirdik. Zaman Gazetesi’nde adeta darbeyi işaret eden haber ve yazıları analiz ettik. Çeşitli davalara yansıyan ifadeleri aktardık. Hatta bizzat soruşturma savcılarının iddianamelerine giren darbe uyarılarını anlattık. 

Emin olun bunları yaparken öyle saldırılara maruz kaldık ki…

“Ordunun içine fitne sokuyorlar”, “Ordumuz terörle savaşırken darbe iddialarıyla ihanet ediyorlar” diyenler oldu. Bunları da açıp okuyabilirsiniz. Odatv’deki gazeteci ağabeyimiz Soner Yalçın’ı arayıp tehdide varan konuşma yapan, benim ve Barış Pehlivan’ın işten çıkarılmasını isteyen ve bu darbe uyarısı yazıların susturulmasını isteyen oldu. 

Vazgeçmedik.

Sonunda darbe günü geldi çattı. MİT Müsteşarına öğlen saatinde darbe ihbarı anlamına gelecek itirafın yapıldığı ortaya çıktığı halde MİT Müsteşarı darbeye akşam yemeğinde yakalandı.  Bu durumu herkes eleştirmedi mi? Sorular sormadı mı? Bunu da yapmak gerekmez mi? 

“’İstihbarat” diyoruz, Arapça’dan geliyor. “Haber” ve “’ihbar” aynı kökten doğmuş. Batı dillerinde “intelligence” kelimesiyle karşılamışlar. O ise “akıl” ve “zeka”dan geliyor. 

Şu tabloya bakarak söylüyorum. İster istihbarat deyin ister intelligence. Sadece 15 Temmuz bile gösteriyor ki doğru düzgün bir istihbarat kurumu bu ülkeye gerekli ise iyi gazetecilik ondan daha çok gerekli. Bakın gazeteci en azından istihbarat kurumunun eksikliklerini gösterebiliyor.

Daha da ileri gidiyorum. Bu davaya konu olan haber bir yorum içermiyor. Basit bir haber. Her ölümün ardından olağan cenazeyi anlatıyor. Peki vatansever bir gazeteci bu haberle yetinmese, 27 yaşında gencecik bir istihbaratçının katledilmesinde bir ihmal var mı araştırmak istese, ki bence yapılmalı, yapabilir mi? Bunu pek çok terör saldırısından sonra yaptık. Şimdi Libya’daki bu saldırı ile ilgili ülke savunmasına faydalı, belki de yeni şehitler gelmesini önleyecek böyle bir çalışma yapılabilir mi? 

Bu davayı kurgulayan akıl “yapamazsınız” diyor. Hadi “vatansızların haini”, “devletsizlerin teröristi”, “imansızların kafiri” olarak biz yapmayalım. Bu iddianameye imza atan savcılar böyle bir inceleme yapacaklar mı? Hatırlayın, Mavi Marmara saldırısının ardından bu adliyede davası görüldü. Bir savcı çıkıp şehidin uğradığı saldırının soruşturmasını yapabilir mi? Bu davayı kurgulayanlar “kesinlikle hayır” diyor. Bu dava bize bunu söylüyor. 

Oysa 20-30 yıl önce Türkiye, kurumları çok daha sorgulanabilir bir ülkeydi. Kamu görevlilerinin en azından gazeteciler peşini bırakmazdı. Şimdi bizi daha da geri götürmeye çalışıyorlar.

Tekrar söylüyorum, Odatv’de yayımlanan haberde böyle bir sorgulama yok. Ama bu dava hiçbir ifşa içermeyen sade bir cenaze haberini yargılayarak bütün sorgulamaların şimdiden önünü kapatıyor.

Sayın Hâkimler,

Mahkemelere eşlik eden kanunlar tarihsiz değildir. Gökten yere düşmemiştir. Sokakta bulunmamıştır. Kahve içerken akla gelmemiştir. Kanunların bir ruhu vardır. Kendilerini doğuran bir eylem vardır. Ve kanunlar da eylemleri doğurur. 

MİT Kanununun 2014 yılındaki dönüşümünün mahkemelerdeki canlı tanığıyım. 9 yıl önce bu Adliye’de MİT yöneticisi Kaşif Kozinoğlu da benimle birlikte sanıktı. Bugün sözüm ona MİT Kanunundan bahsedenler, o gün Kozinoğlu’nu linç ediyor, özel hayatını didik didik ediyordu.

O gün altlarında Başbakan’ın zırhlı aracı olan savcılar, MİT’e kumpasları derinleştirdiler. 7 Şubat oldu, daha fazlası yaşandı. İfşalar sıradan hale geldi. Nihayetinde görev başında faaliyet yürüten ve doğal olarak gizli olan istihbaratçıların kimliği korunsun diye bu yasa çıktı. Şehit olan bir MİT mensubunun cenazesi haber yapılmasın diye değil. 

Ne Kozinoğlu’nun cenazesinde ne de bu kanun doğarken ortada olan savcılar, bugün bu kanunu ruhuna aykırı bir şekilde kullanıyor. MİT Kanununu yerde buldukları taş gibi alıp başımıza fırlatıyor. 

Bu dava MİT Kanununun uygulaması gibi görünse de aksine gayrimeşru çocuğudur.

Elbette son dönemde her hikâye gibi bu dava da kamuoyunu ikiye böldü. Tutuklanmamızı savunanlar tutarlı bir gerekçe sunmadı. Onlara göre lanetli sayılan görüşlere sahip olan bizler çoktan cezalandırılmalıydık. Yargılanmamız bile gereksizdi.

Şimdi size bunun karşısında bize doğal tanık olan üç ses getireceğim.

Biri, Kumpas-Der. Bu iddianameyi yazanları kimsenin tanımadığı dönemlerde kumpaslarla hedef alınanların ve onların yakınlarının kurduğu dernek. Bu dernek, bu yargılama için diyor ki: 

“Maalesef devletten FETÖ kalıntılarının temizlenmesi yerine her türlü eleştirinin her türlü muhalefetin tehlike olarak görüldüğü, yargı bağımsızlığının ve evrensel hukukun göz ardı edildiği yeni bir sürece girildiğini görüyoruz. Sizlerin karşı karşıya kaldığınız hukuksuzluğu, bu sürecin bir parçası olarak değerlendiriyor ve bunun ülkemiz ve demokrasimiz açısından büyük bir talihsizlik olduğunu düşünüyoruz.”

FETÖ ile gerçekten karşı karşıya gelmiş insanlar bu davanın savcılarının değil bizim yanımızda. 

İkincisi Cevat Öneş. Şehit MİT mensubu S.C. gençti. Öneş ise 1966-2005 aralığında yani 39 sene MİTte görev yapmış eski Müsteşar Yardımcısı. Öneş, bizim tutuklanmamızın ardından şunları söyledi:

“Olay ve MİT mensuplarının isimleri TBMM’de bir milletvekili tarafından açıklanmış ve kamuoyu bilgi sahibi olmuştur. Manisa’da cenaze töreni açık olarak yapılmış, gizlilik kuralı uygulanmamıştır. MİT Başkanı tarafından da çelenk gönderilmiştir. Bu durum, MİT Yasası’nın 27. Maddesinin uygulanamayacağını göstermektedir. Ayrıca, yasal ve idari uygulamalar olarak da önceki benzer (Kaşif Kozinoğlu ve bazı MİT mensupları) cenaze törenleri dikkate alındığında, teamül olarak da bir kriterden söz edilemez. Gazetecilerin konuyu işlemeleri ise ‘Devlet sırrı ve gizlilik kurallarının ortadan kalktığı’ bir olayla bağlantılıdır. Basın özgürlüğü, kamuoyunun bilgilendirilmesi amaçlı bir faaliyet söz konusudur.” 

Üçüncüsü, bizzat MİT Kanunu hazırlayıp Meclis’e getiren dönemin AKP milletvekili İdris Şahin. O da bu olaydan sonra konuştu. Bugün dedi ki:

“MHP’nin Grup Başkanvekilleri Oktay Vural ve Mehmet Şandır idi. Bu maddenin yorumlanmasını bizden talep etti. O günkü Meclis tutanaklarında vardır. Asılsız haber yapanlar ve MİT mensubu ve ailelerini ifşa edenlerin ceza almalarını öngören bir düzenlemeydi. Yoksa Meclis’te açıklanmış, cenaze törenine de o yörenin siyasi erklerini 

çağırmak suretiyle alenileştirilmiş bir törenin buna bağlı olarak da teşkilatın çelenginin haber yapılmış olmasının, bir MİT mensubunun kimliğinin ifşa edilmesinden bahsedilemez. Bu olayla ilgili Meclis gündeminde dokunulmazlığı olan bir milletvekilinin açıkça beyanı var. TBMM kürsüsünden söylememiş olmakla birlikte 83 milyona ifşa edilmiş bir hadise söz konusu.

83 milyonun bildiği ve Meclis’te ifade edilmiş bir konunun haber yapılmış olmasının bu kanunun özüyle örtüşmediği açık şekilde ortada. Arkadaşlarımız kanunun gerekçesine bakarsa burada ne murad ettiğimizi çok net görürler. Sadece bir kanun çok açık değilse orada açılır kanun yapanların neyi murad ettiklerine dair görüşme tutanaklarına bakılır. Kanunun gerekçesiyle şu an itibariyle mahkemelerin değerlendirmesi dışında bir düzenlemenin olduğunu da çok rahat görebilirler.” 

Gerçekten de tutanaklara açıp bakın, MHP bu kanuna karşı. O gün İdris Şahin, biraz önce okuduğum şekilde anlatarak Meclis’i ikna etmeye çalışıyor. 

Size sadece 3 tane kritik tanık seçtim. Demek bu dava dünkü FETÖ kumpaslarının devamıdır. Demek bu dava MİT Kanununun ruhuna aykırıdır. Demek bu davanın MİT mensuplarını korumakla ilgisi yoktur. Demek hak bizimle, hukuk bizimle, demek alnına kara yazılmış mağdurların ruhu bizimledir.

Çok daha kritik bir şey var. Asker, polis ya da istihbaratçı… Kamu görevi yaparken ölür, şehit olur. Vatan toprağının altında eşitlenir. Hepsi vatan şehididir. Sizce öyle değil mi? Size “hangisi daha çok şehit” diye sorsam buna yanıt verebilir misiniz? Veremezsiniz.

Öte yandan insan ölü atların peşinden koşabilir mi? Ölü ağacın meyvesini yiyebilir mi?  Olmaz değil mi? Haliyle ölülerin kanunu yoktur.  Varsa da bu dünyaya ait değildir. Cenaze aracı trafik ihlali yapsa cezası ölüye yazılmaz. Şoföre yazılır. Ya da adı dağları da devirse ölüye maaş bağlanmaz. Şehit olmuş bir vatan evladına da MİT Kanunu uygulanamaz.

Bakın, iddianamede Anayasa Mahkemesi’nin kanuna itirazı reddederken ifade ettiği şu gerekçesi irdelenmiyor: 

“Dava konusu kuralla MİT mensuplarının ve ailelerinin kimliklerinin ifşa edilmesinin suç olarak öngörülme nedeninin, bu kişilere ve ailelerine kendileriyle aynı durumda bulunan kişilere nazaran özel bir imtiyaz ve ayrıcalık tanımak değil, yürüttükleri görevleri nedeniyle kimliklerinin ifşa olmasının, MİT mensuplarının görevlerini yerine getirme imkanını ortadan kaldırması ve kendileri ile birlikte ailelerinin güvenliklerini tehdit altına sokmasıdır.”

Burada kanunun gerekçesi, şehit olan bir MİT mensubuna MİT Kanununun uygulanmayacağını açıkça söylüyor. Yani açıkça diyor ki bir polis ile bir MİT mensubu kanun önünde eşittir. Ancak MİT mensubunun ifşa olması “görevini yerine getirme imkanını ortadan kaldırır”. Kanun, MİT mensubunun yaşarken görevini yerine getirebilmesi için yaratıldığını anlatıyor. 

Şehit olan bir MİT mensubu halihazırda en büyük görevini tamamlamıştır. Başka bir dünyada yerine getirsin diye ona bu dünyadan kanunla görev verilemez. Yani bu kanun şehit bir personele görev başında gibi uygulanamaz.

Öte yandan yine okuduğum ifadelerden anlaşılacağı gibi bu dünyada görevini şehadetle tamamlamış bir MİT mensubuna MİT Kanununu uygulamak şehitler arasında eşitsizlik yaratır.  Şehitler ve daha çok şehitler ayırımını oluşturur. Anayasa Mahkemesi açıkça “niyet bu değil” derken böyle bir uygulama kanunu ortadan kaldıran ve kanunsuz bir uygulama olacaktır. Ayrıca yine görüldüğü gibi kim olduğu bilinmeyen tabut taşıyan vatandaşların arasında MİT personeli olması da meselenin özüyle ilgili değildir. Nitekim iddianame bile defalarca bir fotoğraftaki şahısların MİT mensubu olduğunu belirtmeden yayınlamanın suç olmadığını kabul ediyor.

Sayın Hakimler, bırakalım şehitlik birer yıldız olarak birbirinden farklı ışıklarla yanmaya devam etsin. “Bu MİT mensubunun yıldızı” diyerek dünyevi kanunlarla onların ışığını söndürmeyelim. 

Sayın Başkan, Sayın Heyet;

Siz bizim kim olduğumuzu da, niyetimizi de bilmelisiniz. 

Bakınız, iddianameye konu olan MİT mensubu Odatv’nin haberinde “şehit” olarak anılıyor. 

Odatv hükümetleri eleştirir, onların politikalarını sorgular. Ancak biz ülkesi için hayatını kaybeden kamu görevlisinin hatırasına her zaman saygı duyarız. Bu ikisini ayırmak önemlidir. Bu, Odatv için kuruluştan bugüne değişmeyen bir gerçektir. Biz, gençlerimizin emperyalistlerin çıkarları için Kore’ye gönderilmesini eleştiririz. Ama Kore’de ölen çocuklarımızın mezarlarında gözyaşı dökeriz. Çanakkale’de ülkemizi işgale yeltenen devletlere lanet okuruz. Ama onların dünyanın dört yanından toplayıp üstümüze sürdüğü yoksul gençlerin mezarlarına emanet gibi bakarız. 

Ancak açık bir başka gerçek var ki şehitlerine ve gazilerine hak etmedikleri kadar kötü muamelede bulunan bir ülkedir Türkiye. Bu benim şahsi kanaatim değil. “Vatan sağ olsun” diye kaldırılan cenazelerin ardından unutulduklarının, eğer gazi olmuşlarsa bir protez için neler yaşadıklarının sayısız haberini okumuşsunuzdur. 

Ben size birinden bahsedeceğim. Afyon Sandıklı’daki şehitlikte yatan Reşat Bey’den. Şehitliğe “Çiğiltepe Şehitliği” denmesinin sebebi de odur. Osmanlı’nın çöküş döneminde sayısız harbe katıldı, esir düştü ve yine de vazgeçmedi. Son olarak Kurtuluş Savaşı’nda 57. Alay Komutanlığı görevine getirildi. Mustafa Kemal tarafından stratejik Çiğiltepe’nin ele geçirilmesi vazifesi verildiğinde Albay Reşat Bey, söz verdiği saatte Çiğiltepe’yi ele geçiremeyince intihar etti. Şehit ilan edildi. Mustafa Kemal’in Türk askeri için söylediği sözü onu düşünerek ifade ettiğini biliyoruz:

“Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir.”

Ailesi onun anısına Çiğiltepe soyadını aldı. Şehitlik de Çiğiltepe Şehitliği oldu. 

Emin olun sokaktaki 10 kişiden 9’u Reşat Bey’in öyküsünü bilmez. Benim dikkat çekmek istediğim ise başka. 

Çiğiltepe Şehitliği her yıl milyonlarca vatandaşın gittiği tatil beldelerinin üzerindeki yoldadır. Ama ıssızdır, pek az ziyaretçisi vardır. Size katledilen aydınlarımızdan Necip Hablemitoğlu’nun Cumhuriyet’in 77. yıldönümünde Çiğiltepe Şehitliği’nden yazdığı şu satırları okumama izin verin:

“Onların sizin ziyaretine de, dualarınıza da ihtiyaçları yoktur; çünkü erişebilecekleri en yüksek mertebeye zaten ulaşmışlardır. Belki birkaç damla gözyaşı ve kalpten gelen minnet ve teşekkür!.. İsteseniz de başka bir şey veremezsiniz. Yapabileceğiniz tek şey, onları hissetmektir. Bir de çevrede duyarsız insanlarımızın bıraktıkları çöpleri toplayabilir; tozlanmış mezar taşlarını, Reşat Bey’in büstünü ve kitabelerini silebilirsiniz”

Necip Hablemitoğlu’nun bir Kurtuluş Savaşı kahramanının mezarı başında gördüğü manzara bu. Çöpler, kirlenmiş kitabeler ve mezar taşları…

“Albay Reşat Beyler bile unutuluyorsa” diye nutuk atmıyorum. Bizim için 19 yıl hapis isteyen savcılarla da bu salondaki herkesle de iddiaya hazırım. Gelin 19 yıl sonra ömrümüz yeterse birlikte şehit MİT’çinin mezarına gidelim. İddia ediyorum o gün (ömürleri uzun olsun) ailesi yaşıyorsa onlardan başkasını görmeyeceğiz. Yaşamıyorsa kimseyi bulamayacağız.

Bu haber yayınlandığı gün doğmuş, o gün 19 yaşında olacak gençlere “bu mezarda yatan kim” diye soralım. Acı bir gerçek var ki “bilmiyorum” diyecekler. Eğer meraklıysa adını cebindeki telefona yazacak. Önüne yasaklanmış Odatv haberi ve bu dava çıkacak. Emin olun o sayede haberdar olacak.

Şehitlik bir ölüm değil toplumsal hafızadır. Siz burada bir hafızayı yargılıyorsunuz. Siz burada şehidin mezar taşını yargılıyorsunuz.


Sayın Başkan, Sayın Heyet;

İddianame hayal metni değildir. Uydurmalara dayanmaz. Delillerle güçlendirilmiş varsayımdır.

Bakın, iddianame 15. Sayfasında AYM’nin “ifşa edilmiş olsa dahi…” dediğini iddia eden bir kararına dayanıyor. Ancak AYM’nin kararında öyle bir ifade yok. 

İddianame defalarca Odatv haberindeki fotoğraflardan birinin, tekrar söylüyorum sadece birinin gizlice çekildiğini yazıyor. Buna dair tek bir delil koyamadığı gibi sonunda gizli çekilmediğini kabul ediyor ki boynunda fotoğraf makinasıyla cenazeye giden basın danışmanının çektiğini onaylayıp onu sanık yapıyor.

İddianame “bir plan dahilinde, sistematik ve koordineli ifşa” diye başlıyor. Bütün çabasına rağmen “torba” bile değil; Odatv, Birgün, Yeni Yaşam, Yeni Çağ  gazetecilerinden oluşan “çorba”da en küçük bir koordinasyon bulamıyor. Hal öyle ki ben, Odatv’deki haberi yapan Hülya Kılınç ile hayatımda hiç konuşmadığım gibi mahkeme kapısında tanıştım. Bu kadar koordinasyonsuzuz. 

İddianamede cenazede tabut taşıyan insanların fotoğrafı için “MİT mensuplarını açık kimlik, görev ve ünvanlarıyla birlikte ifşa etme kastıyla yayınlandığı açık” yazıyor. Kimsenin tabut taşıma stilinden MİT mensubu olduğu bilinemeyeceği için, MİT’in yazısı sayesinde bu kişilerin MİT personeli olduğunu ilk kez kendisi açıklıyor. 

Şu hale bakın...

Cenazenin MİT’ten olduğu anlaşılmasın diye “Teşkilat Başkanı” pankartıyla gönderilen çelenk, koca fotoğraf makinesiyle yapılan “gizli çekim”, belediye başkanından milletvekiline koca ilçenin katıldığı “gözlerden uzak” tören, aynı zamanda kahvehane işleten muhtardan öğrenilen “devlet sırrı“, 100 yaşındaki Millet Meclisi’nde kameralar önünde açıklandığı halde “kimsenin bilmediği bilgi”, MİT mensubu olduğu anlaşılmayınca savcılığa “bunlar MİT mensubu“ diye yazı yazan bir “istihbarat kurumu”...

Bu Pembe Panter kılıklı trajikomik senaryoya neyse ki bir kanun bulunabilmiş, bir dava açılabilmiş!

Ortada tek gerçek, bu iddianamenin altındaki Avrupa’nın en büyük adalet sarayının başsavcısı ve vekilinin imzası ve bizim bu davaya ciddiyet katmak için tutuklu yargılanıyor olmamız.

İddianame üzerine belki de hak ettiğinden fazla konuştum. 

Kendimle ilgili ise tek bir şey söyleyeceğim.

İddianamenin son iki buçuk sayfası beni ilgilendiriyor. Aynı ifadeler çevrilerek tekrar tekrar söylenmiş. Size iki cümleyi okumama izin verin:

“03.03.2020  tarihinde Odatv isimli internet sitesinde yayımlanan cenazeye katılan diğer MİT mensuplarının deşifre edildiği soruşturmaya konu olan yazının şüpheli Hülya Kılınç tarafından Odatv isimli internet sitesinin Genel Yayın Yönetmeni şüpheli Barış Pehlivan ile irtibatlı olarak yayına hazırlandığı, haberde yayınlanan ve cenazeye katılan MİT mensuplarının deşifre edildiği fotoğrafların şüpheli Eren Ekinci tarafından çekilerek şüpheli Hülya Kılınç’a gönderildiği, haberin şüpheli Barış Pehlivan’ın bilgisi ve talimatı doğrultusunda yayına girdiği, internet sitesinin sorumlu haber müdürünün şüpheli Barış Terkoğlu olduğu anlaşılmıştır.”

İkinci cümle şöyle:

“Şüpheli Barış Terkoğlu’nun sorumlu haber müdürü olduğu Odatv isimli internet sitesinde 03.03.2020 tarihinde Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklamak maksadıyla yayınlanan haberde, dış istihbarat vazifesi olan şehit MİT mensubunun kimlik ve görevine ilişkin bilgilerine, şehide ait fotoğraflara ve özellikle de halen görevde olan bazı MİT mensuplarının katıldığı cenaze törenine ait görüntülere yer vermek suretiyle yayınlayarak MİT’in görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamış, yayınlamış, yaymış ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve ünvanlarıyla birlikte ifşa etmiştir.”

Halen görevde bulunan MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve ünvanlarıyla ifşa edildiğinin açık bir yalan olduğunu tekrar söyledikten sonra kendimden bahsedeyim. 

Ben savcıların bu cümlelerden ne demek istediğini anlıyorum, ancak onlar kendilerini anlatmak istiyorlar mı sahiden? İddianame hukuki bir metin ise, öznesi ve fiili açık, kanunlaştırılmış cümlelerden oluşmalı. Ne yazık ki bu cümleler böyle değil. Ben bu ifadelerde fiil gerçekleştiren bir özne olarak kendimi göremiyorum.

Ancak bu cümlelerden benim anladığım bir şey var ki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre benim suçlu olmam için bir şey yapmam gerekmiyor. Odatv Sorumlu Haber Müdürü olmak bu savcılara göre suç. Dikkat ediyor musunuz, Meclis’in Libya tezkeresinin tam metnini iddianameye koyan savcılar nedense gazetecilerin sanık olduğu iddianameye tek bir basın kanununu, bir tek internet yasasını yazmamış. Yani ortada maç var ama ortada bir top yok. Haliyle ben bir boşluğun peşinden koşuyorum. Ama olsun, Odatv Haber Müdürü olarak bu iddianameye göre ben oturan ve kalkan halihazırda tutuklu olan kendi başına bir suçum. Pantolon, gömlek, ceket giyen ve konuşan, yazan bir suçum. 1 metre 92 santim boyunda ve 85 kiloluk bir suçum. Hapisten çıkmamam için sabaha karşı özel infaz kanunu yapan Meclis, ben yolda gelirken yeni kanun yapmadıysa, hala suçlu olmak için kanunu arayan bir suçum.

Kendimle ilgili özel olarak söyleyeceğim sadece bu.

Sayın Başkan, Sayın Heyet;

Tarihte “cadı” diye bir şey gerçek anlamıyla hiç olmadı. Ama “cadı avı” çok oldu. “Cadı” diyerek bazen kendileri gibi inanmayanları, bazen cüzzamlı gibi hastaları, bazen sahtekâr büyücüleri katlettiler. Bu “cadı avı” çağlar boyu şekil değiştirerek sürdü. Hedef aldıkları siyasallaştı. Suçlama da ona göre şekillendi. 

Bir zamanlar kendilerinden olmayanları biraz odun ve ateşle yakarlardı. Şimdi bir parça kanunla her şeyi beceriyorlar. 

Bugün burada baskı altında fikrini değiştiren bir insan yok. Bu salonda konuşurken, hapishanede bile yazı yazarken ne düşünüyorsa onu söyleyen, 10 yıl önce nereye bakıyorsa bugün aynı çizgide ilerleyen, duruma göre şekil almayan, katılmasanız da hoşlanmasanız da inandığını söyleyen biri var.

Bu davanın size ya da bu davayı izleyenlere düşündürmesini istediğim tek bir şey var…

Bu iddianameyi yazanlar çok uğraşsalar da buradaki sanıklardan bir organizasyon yaratamadılar. Ancak bu süreçte gördük ki gizli soruşturma dosyasından organize şekilde sızıntılar oluyor, organize şekilde sanıklar hedef alınıyor, cezaevine kadar uzanan organize bir operasyon var. Soruşturmanın başlangıcından sonuna sıra dışı, organize olduğu açık işler oluyor.

Düşündürmek istediğim şu: Tıpkı 9 yıl önce bizi örgütle suçlayan kişilerin bir örgüt üyesi çıkması gibi, acaba bugün de karşımızda kamu görevlilerinin ve tabii siyasi uzantılarının olduğu bir organizasyonla mücadele ediyor olabilir miyiz?

Bu soru inanıyorum ki bir gün yanıt bulur.

Sayın Başkan, Sayın Heyet;

Türk aydını pamuk elli annelerin hazırladığı kundaklarda büyümedi. Üzerinde kestane pişen kuzinelerin sıcağında büyümedi. “Hürriyet” dediği için atıldığı soğuk sularda büyüdü. “Bağımsızlık” dediği için sürüldüğü gurbette büyüdü. “Laiklik” dediği için patlayan bombalarda büyüdü. “Eşitlik” dediği için elektrik tellerinin, falaka sopalarının ucunda büyüdü. “Adalet” dediği için sırtına saplanan kurşunla büyüdü.

Biz de mahkeme salonlarında büyüdük, büyüyoruz.

Mithat Paşa Meşrutiyet’ti. Mithat Paşa’yı boğmak Meşrutiyet’i boğmaktı. Bir bahaneyle Mithat Paşa’yı yargılamak Meşrutiyet’i yargılamaktı.

Elbette biz onun son nefesi, onun dünyaya son bakışı olamayız. Lakin biz de cam kırıkları üzerinde yürüyen Cumhuriyet’in ayağının altına oturmuş kan, parmaklarının ucundaki nasırız. Biz Cumhuriyet’iz. Bizi boğmak Cumhuriyet’i nefessiz bırakır.

Bu Cumhuriyet’in maalesef ihale duyunca koşan patronları var. Bu Cumhuriyet’in maalesef imtiyazlıları Adliye’nin arka kapısından bırakan savcıları-hakimleri var. Bu Cumhuriyet’in maalesef kamu mallarını yağmalayan vakıfları, hizipleri, grupları var. Bu Cumhuriyet’in maalesef devlet içinde hiç bitmeyen çeteleri, tarikatları, örgütleri var.

Kendilerinden başka olmasın istiyorlar. “İzin verin biz de olalım” demiyorum. İçerde ya da dışarda, ateşte ya da külde olmaya devam edeceğiz. Pirinçte taş, gözün üstünde kaş, eğilmeyen baş olacağız. Ama olacağız. 

İnsanın hayatı kendi eylemleridir. Hayat yalnız mavi gökyüzü, yalnız zümrüt deniz değildir. Keskin kayalıklar da hayatın dikenidir. Latince de “Arx Tarpeia, Capitolia proxima”, “Tarpeia kayası Capitol’e yakındır” deyimi vardır. Eski Roma’da zafer kazanan güç sahipleri şehrin en yüksek tepesi Capitol’de kutlama yaparken, Tarpeia kayalıklarından hain saydıklarını aşağı atarlardı. İki tepe birbirine pek yakındır. Bugün Capitol’de zafer kutlayanların yarın günah keçilerinin kurban edildiği Tarpeia kayalıklarından atıldığıgörülür. Zaferi kendilerinin sananlar bizi sık sık Tarpeia kayalıklarına çıkarır. Biz oradan düşmeden inmesini biliriz. Sonra Capitol’den gelenlerin oradan düşüşünü izleriz.

İnsanın kaderi kendi eylemleridir. Biz kaderimize kendi eylemlerimizle karar verdik. Siz bizim için görünse de aslında hem kendiniz hem de ülkemiz için karar vereceksiniz. Bu nedenle sizden sadece adalete uygun, gerçekle barışık, vicdanla örtüşen, tartışmasız sadece ama sadece millet adına bir karar beklediğimi söylemek istiyorum. Teşekkür ediyorum.

GÜNCELLEME: 17:10

Barış Terkoğlu savunmasına başladı.

GÜNCELLEME: 16:40

Pehlivan: Sonunda görülüyor ki, eğer FETÖ sanıklarını görevde tutup, bir de onlara FETÖ operasyonu yaptırıldığını yazmasaydım burada olmazdım. Eğer terörle mücadele biriminin başına, terör örgütü üyeliğinden yargılanan birisinin oturtulduğunu yazmasaydım burada olmazdım. Eğer FETÖ borsası sanığının çocuğunun gözüönünde öldürülmesinin perde arkasını yazmasaydım burada olmazdım.Eğer bu toprakların en tehlikeli örgütü FETÖ'le mücadelenin bir rant ve sermaye değişimi aracı haline geldiğini yazmasaydım burada olmazdım. Böyle giderse, yarın bir tankın içinde,devlet gömleği giydirilen başka tarikatlara mensup darbeciler görürüz, diye yazmasaydım burada olmazdım. Tüm yaşadıklarıma rağmen diyorum ki iyi ki yazdım ,iyi ki yazıyorum, iyi ki yazacağım. Hepsi gerçekti. Yalanlayamadılar.

Dedim ya; ben şehidin mezar fotoğrafının üzerine saygısızlık olmasın diye logomuzu bile koymadım. Onlar ise şehidin mezarının üzerine basarak bize siyasi operasyon yaptılar. 

Bize sürekli dava açanlar, hapse atanlar şunu anlamıyor. Terkoğlu ile yazdığımız Metastaz’ın birinci sayfasında, kitabımızı ithaf ettiğimiz iki kişi var: ‘’Adil bir gelecekte yaşamaları için Arya’ya ve Ali Derya’ya’’ Onlar bizim çocuklarımız. Biz, çocuklar adil bir gelecekte yaşasın diye bu çileli yolu seçtik. Ne kadar başarılı olduk ya da olacağız o gelecek için,ileride tarih kitapları yazar. Ama çocuğum yarın ‘’peki, o günlerde sen ne yaptın’’ diye sorarsa, başımı eğmeden gözlerinin içine bakıp anlatacağım bir mücadeleyi miras bırakmak istiyorum. Gerisi lafügüzaf.

GÜNCELLEME: 16:30

Pehlivan: Aynı gün, Manisa’daki muhtar Cemali Merter,şehidimizin adını ve soyadını, babasının adını, soyadını, cenazenin ne zaman, nereye defnedileceğini ilk kez yayımlanan fotoğrafıyla herkes tarafından görülecek şekilde sosyal medyada paylaştı.

Yine aynı muhtar bir paylaşım daha yaptı. Hem kendi mahallesindeki şehidin hem de diğer şehidin farklı fotoğraflarını, üstünde ‘’Libya görevi şehitlerimiz’’ yazan, isimlerinin-soyadlarının ve doğum tarihlerinin olduğu bir görsel paylaştı.

Tarih 22 Şubat. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘’Libya’da birkaç tane şehidimiz var’’ açıklaması yaptı. 
Aynı gün… 
Sosyal medyada şehitlerin isimleri, fotoğrafları ayrıntılarıyla defalarca paylaşıldı.

Tarih 23 Şubat. 
Şehitlerimizden diğerinin devre arkadaşları tarafından yapılan açıklamada, cenazenin nereye defnedildiği ve kendilerinin de katıldığı, cenazeden bir çelenk karesiyle duyuruldu.

Hatta o ildeki cenazeye MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da katıldığı iddiası haber sitelerinde yazıldı. 
Tarih: 24 Şubat.
Bazı internet sitelerinde şehitlerin özgeçmişleri ve MİT’te ne kadar süredir çalıştıkları haberleştirildi.

Tarih 25 Şubat.
İYİ Parti Mv. Ümit Özdağ Meclis’te bir basın toplantısı yaptı. Özdağ, açıklamasında; Libya şehitlerinin kimliklerini,MİT mensubu olduklarını, nasıl şehit olduklarını anlattı. Bu açıklama onlarca haber sitesinde ve ertesi gün de gazetelerde yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik hep birlikte aslında şehitlerle ilgili bilgileri...

GÜNCELLEME: 16:20

Pehlivan: Tarih 03 Ocak 2020. Resmi Gazete’de yayımlanan kararla TSK Libya’da görev yapmaya başladı. Bu tezkerenin üzerinden 3 gün geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan MİT’in yeni hizmet binasının açılışında canlı yayında konuştu.

Onlarca TV kanalının 6 Ocak’ta yayınladığı bu açılışta, Erdoğan aynen şöyle dedi: “MİT Libya’da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor.’’ Böylece, ilk Erdoğan’dan öğrendik; Libya’da MİT’in de görev yaptığını.

Tarih 19 Şubat 2020. Libya’da şehitlerimiz olduğuna dair haberler sosyal medyaya fotoğraflarıyla birlikte düşmeye başladı.

GÜNCELLEME: 16:15

Barış Pehlivan savunmasına başladı. 

Pehlivan: 9 yıl önce FETÖcüler bizim bilgisayarımıza veriler yükledi. Beraat ettik. Dünyanın her yerinde bu FETÖcüler ile mücadele ettik. Bugünü anlamak için yakın zamana bakmak gerekir.

GÜNCELLEME: 16:10

Kılınç: Söz konusu haber gizli bir şekilde yapılmadı. Her şey açıktır. Haber değeri olduğu için haber yaptım. Tahliyemi ve beraatimi talep ederim

GÜNCELLEME: 16:00

Kılınç: Haberi, şehidin Manisa'da ve törensiz defnedilmesi nedeniyle haber değeri olduğunu düşündüğüm için yaptım. Tek amacım buydu. Fotoğrafta bulunanların kim olduğunu bilmem mümkün değil. Zaten haberde buna dair bilgi de yoktur.

GÜNCELLEME: 15:50

Hülya Kılınç savunmasına başladı. Kılınç, "Hayatımda ilk defa böyle ağır bir suçlama ve ilk defa ağır ceza mahkemesi karşısında bulunuyorum. Benim yaptığım iş, sadece ve sadece gazeteciliktir. Suçlamayı kabul etmiyorum. Libya'da şehit olduğunu ilk Cumhurbaşkanı ifade etti. Ben ölenlerin birinin Manisa'lı olduğunu ve törensiz defnedileceğini muhtardan öğrendim. Muhtarı sosyal medyada araştırma yaparken buldum. Ben muhtar ile görüştüm, olayın haber değeri olduğunu düşündüm çünkü. Daha sonra gidip o bölgedeki aile ve olayı duyan kisiler ile görüştüm. Daha sonra hem internette yaptığım araştırmada hem de muhtarın sosyal medyasında ilgili kişilerin tüm bilgileri vardı" dedi.

GÜNCELLEME: 14:32

Çelik: Kimse ile planlı, organize bir şekilde hareket etmedim. 17 yaşından beri gazetecilik yapıyorum. Bu döneme özgü, yaşadığımız hapsedilme durumu. Gerekirse çok uzun süre de yatarız ama ülkemiz kaybediyor. Bu haberden suç yaratmak zor. Tahliyemi ve beraatimi talep ederim.

GÜNCELLEME: 14:05

Mehmet Ferhat Çelik'in savunmasına geçildi.

Çelik: 4 aydır tecrit altındayız. Medya tamamıyla tahakküm altındadır. Gazeteciler hiç birsey yazmasın isteniyor. İlk kez Cumhurbaşkanı Libya'da ölen kişilerin olduğunu ifade etti. Ölen kişinin devre arkadaşları, akrabaları paylaşım yaptı. Biz de sosyal medyada ve sitelerde yer alan bilgileri karşılaştırdık. Açık kaynaklardan bu kişilerin MİT mensubu olduğuna dair bir veriye erişmedim. Ölen kişilerin MİT mensubu olduğunu bilmediğim için böyle bir bilgiyi zaten yazmadık. Ayrıca bu haberin bir iddia olduğunu da yazdık. Haber, gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Ertesi gün ise internet sitesindeki habere, benzer ifadelerle gazetede yer verdik. Bu haber de gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Önce adli kontrol şartıyla serbest bırakıldık. 2 gün sonra hakkımda yakalama kararı çıkarıldığını bir polis memurunun araması sonucu öğrendim. Vatan Emniyete gittim hemen.

GÜNCELLEME: 13.50

Aydın Keser'in savunması ile duruşma başladı.

Keser, "Dava konusu haber, daha önce sosyal medyada yer alan bilgilerden, farklı haber sitelerindeki haberlerden erişilerek karşılaştırılmış ve derlenerek haber oluşturulmuştur" dedi.

Keser, "Suçlamayı kabul etmiyorum. Tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum" diye konuştu

GÜNCELLEME: 13.10

Ağırel: Soruşturma aşamasında gizli kalması gereken bilgiler, basına servis edilmiştir. Ben sadece üzüntü duyduğum bir olayı sosyal medya hesabından paylaştım. Başkaca bir kastım asla olamaz. Böyle bir kastım olsaydı, herhalde bunu kendi hesabımdan yapmazdım. Ben yolsuzluk haberlerini yaptım, hangi çetenin ne yaptığını delilleri ile ortaya koydum. Ben ancak onları ifşa ederim çünkü vatanseverim. Asla kaçmam bu ülkeden, bu ülkenin evladıyım. Tahliyemi talep ediyorum.

Gazeteci Ağırel'in savunması sona erdi.

GÜNCELLEME: 12.55

Ağırel: Sputnik'le yaptığım 15 dakikalık görüşme kitabım ile ilgiliydi ama bu bile sanki bir suç deliliymiş gibi sunuldu. Amaç sanki yurt dışı ile görüşmüşüm ve bu paylaşımı yapmışım gibi sunulmasıdır. Bunu asla kabul etmiyorum.

GÜNCELLEME: 12.33

Ağırel, "Diğer sanıklardan kimse ile sistematik ve planlı olarak hareket etmedim. Bakılacak olursa sanıkların paylaşımlarının her biri, benim paylaşımımla ve diğerleri ile ilgisizdir" dedi.

GÜNCELLEME: 12.15

Gazeteci Murat Ağırel: Libya'da ölen kişilerin bilgileri 22 Şubat'ta sosyal medyada yer alıyordu. Ayrıca şehitlerin gömüleceği yeri ve fotoğraflarını da muhtar 19 Şubat'ta bildiriyordu. Daha sonrasında olumsuz eleştiri sonucunda paylaşımı silmek istedim ama hesabım ele geçirilmişti. O kişilerce paylaşım silindi.

GÜNCELLEME: 12.00

Gazeteci Murat Ağırel'in savunmasına geçildi. Ağırel, "Hayatım boyunca FETÖ'ye karşı çıktım. Mustafa Kemal'in sözleri doğrultusunda yazarlık yapmaya başladım. Hayatım boyunca yoksul halkın alınteri ile biriktirdiklerinin peskeş çekilmesine karşı çıktım" diye konuştu. Ağırel, "Cumhurbaşkanı Libya'da ölen şehitlerimiz hakkında 'tane' dedi. Ben de sosyal medyadan başsağlığı dilemek istedim. Sosyal medyada da binlerce kişi Libya'da ölen kişiler hakkında konuşuyordu" dedi.

GÜNCELLEME: 11.53

Erk Acarer müdafi Ömer Faruk Eminağaoğlu: Müvekkilim kaçak değil gaiptir, yurt dışında yaşar, iddia olunan suç yurt dışında vücut bulmuştur. hakkında duruşma açılmamasını talep ederiz. Savcı bu talebin reddini talep etti.

GÜNCELLEME: 11.43

Duruşmada iddianamenin özeti okundu. Sanıkların ve avukatlarının yoklaması yapıldı.

GÜNCELLEME: 11.30

Duruşma salonuna sanıkların yakınları, avukatlar ve gazeteciler alındı.

GÜNCELLEME: 11.20

Mahkeme tarafından duruşmayı koronavirüs nedeniyle milletvekilleri dışında, 6 sanık yakını ve 6 gazeteci olmak üzere 12 kişinin takip edebileceği belirtildi. Sanık avukatları duruşma salonuna alınmaya başlandı

GÜNCELLEME: 11.15

Odatv'de yer alan bilgiye göre, duruşma öncesi Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan'ın babası mahkeme salonuna alınmadı.

İstanbul/Çağlayan Adiyesi

Duruşma öncesinde Çağlayan Adiyesi’nde "Gazetecilik suç değildir" denildi.

Fotoğraf: DİSK Basın-İş