Krizin en önemli özelliği…

Baştan söyleyelim: Bu kriz Türkiye işçi sınıfının en örgütsüz karşıladığı krizdir!

Sol ise benzersiz çelişkilerle karşılıyor bu krizi. Bir kere, konuyla ilgili olarak solun muazzam bir avantajı var. Krizi analiz etmek açısından sol benzersiz bir yetkinliğe ve birikime sahip. Yetkinliğimizi en fazla, 200. yaşını kutladığımız Marx’a borçluyuz.

Sonra, bizim ülkemizdeki Marksist akıl birikiminin hafife alınamaz gücü kendini en fazla ekonomik süreçlerin değerlendirilmesi sırasında belli ediyor.

Sonuç; analiz ediyoruz ve anlıyoruz. Ekonomik kriz hakkında düzenin egemenlerinin ve onların resmi muhaliflerinin bomboş tezleri her gün boşa düşüyor ve Marksistler haklı çıkıyor.

Devam edersek; sol siyasette rivayet muhtelif olsa da, Marksist aklımız bize kapitalizmin ekonomik dinamiklerin sonucu olarak çökmesinin düşünülemeyeceğini çoktan öğretti. Rivayet muhtelif, solda kimileri düzen kendiliğinden çökmeyecekse bile, kitle hareketlerinin kendiliğinden patlayabileceğine inanmak istiyor. Patlar tabii, patlamaz değil… Ama örgütsüz, öncüsüz bir halk patladığı gibi söner de! Tarihsel deneyim bize bunu öğretiyor.

Dahası, Türkiye’nin AKP’li yıllarının tecrübesi bu dersi güncelleyerek billurlaştırıyor. Cumhuriyet mitinglerinin sorunu örgütsüzlük, öncüsüzlüktü. Gezi’nin, Haziran’ın sorunu da buydu.

İki yüz yaşın birikimi bu evrensel ve özgün bilgimizi inceltiyor üstelik: Halk dediğimiz büyüklük öncüsüzlük zaafını giderebilmek için fazla karmaşık, engebeli, pürüzlüdür. Halkın örgütsüzlüğünün ilacı bu görkemli kalabalığın içindeki işçi sınıfında gizlidir.

Rivayetler, yazının başından bu satırlara gelene kadar geçtiğimiz basamaklarda giderek daha da muhtelifleşir ve gelinen noktada solun baştaki muazzam avantajı kafa karışıklığının tecavüzüne uğrar. Yani: Krizin kapitalizmi kendiliğinden çökertmeyeceğini çoğunluk onaylayabilir. Kitle hareketinin patlama gücüne tapınma hali kırılabilir pekâlâ. Halk hareketinin sınıfsal bir karakter taşıması gerektiği de anlaşılması çok güç bir tez değildir. Ama buralara kadar hasbelkader gelip de, Parti’ye ulaşamamaya ne demeli!

Türkiye kapitalizminin, bu belki de en ağır krizini, görülmemiş bir avantajla karşıladığı görülmek zorundadır. İşçi sınıfımız örgütsüzdür. Ve dahası, bu örgütsüzlük halinin giderilmesi için biricik araç Parti’dir.

Her zaman her yerde öyle midir? İşçi sınıfının örgütsüzlüğünden krizin devrimci bir olanağa çevrilmesine giden yolda Parti her zaman her yerde merkezde olmak zorunda mıdır?

Evet, öyle.

Ama her tarihsel dönem kendine özgü karakteristiklere ve her ülke örneği kendi mücadele özgünlüklerine sahiptir. Türkiye’de işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri, 2018 itibariyle sözcüğün her anlamıyla örgütsüz. Ortada sendika denebilecek kurum sayısı bir elin parmaklarından fazla değilse, halk kesimlerinin bir araya gelebilecekleri sınıfsal olmayan başka örgütler buharlaşmışsa, bugün bizde yaşanan sorun ve onun çözümü de özgün yanlar barındırmak zorundadır.

Sosyal demokrasi yüz yılı aşkın zamandan beri işçi sınıfının haini. Lakin 2018’de Türkiye’de sosyal demokrasi, düzenin idamesi için işlev üstlenmenin ve bu arada emekçilerin çıkarlarını kısmen temsil etmenin tamamen uzağındadır. Sosyal demokrasi karşıdevrimin bir parçasıdır.

“Yeni sosyal demokrasimiz” de var. Başka ülkelerde kapitalizmin krizi geleneksel sosyal demokrasiyi girdaba çekerken doğan yeni versiyonlar emekçi halkın temsilcisiz kalmasını gidermeye de çalışıyorlardı. Düzen içi bir temsil ilişkisi kurdular. Bizde yeni sosyal demokratlar, örgütsüz emekçilere dışsal durumdadır.

Yazının başında işaret edilen Marksist analiz gücünden nasibini almış olması beklenen sol hareketlere gelince… Bunlar, karşı devrimin parçası olup sübyan mektebi yarışına atılan eskiye eklemlenmiyorlarsa, yeni sosyal demokrasinin emekçi dışsallığının radikal süsü oluyorlar.

Türkiye’de devrimci görev krizi devrimci bir olanağa çevirmektir ve bu noktada ne sendika, ne dernek, ne düzenin merkeziyle işçi sınıfı arasındaki mesafeye yığılan politik akımlar… hiç biri yoktur!

O halde Parti akıl yürütmemizin son ve en özlü halkasında anlam kazanmakla kalamaz. Parti emekçi halkın örgütlenmesinin sıfıra yakınsadığı, düzen siyasetinin oluşturduğu yelpazenin emekçilere kilometreler kala takılıp kaldığı bir zeminde, klasik tariflerde yeterli sayılacak olandan defalarca daha geniş bir alanı doldurmalıdır.

Türkiye kapitalizmi işçi sınıfının en örgütsüz karşıladığı krizi yaşıyorsa, sınıfın partisinin önemi sonsuz derecede artıyor demektir.

Bunu söyleme cüretini nereden aldığımızı soran olursa, yanıtımız, geçen yıl 100. yaşını dolduran Ekim Devriminden, bu devrimin büyük öğretmeni Lenin’den, olacaktır.