Katılmamanın ötesi

soL dergisi cumhurbaşkanı seçiminin eşiğinde yayın yaşamına dönerken oyun sözcüğüne gönderme yapan bir kapakla çıktı.

Bir taktik olarak boykot, sol toyluğun eline kolayca düşmek gibi bir zaafı barındırır: Ben oynamıyorum... Kolay sanır kimileri, oy kullanmamayı. Oysa tam tersi doğrudur. Boykot bin defa düşünüp bir kere girilecek bir yoldur.

Olay Türkiye'de geçiyorsa biraz daha fazla düşünmenin yararı olabilir.

Siyasete seçim yoluyla katılma oranının yüksek olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Kabaca baktığımda en düşük katılım oranı 1969'un % 64'ü olarak göze çarpıyor. Ayrıca tartışılır, ama 1969 kitlelerin siyasete kayıtsız kalacakları bir zaman değildir. Yani Türkiye'de “normal olarak” seçmen oy kullanır! 12 Eylül sonrası sandığa gitmemenin para cezasına konu edilmesi belirli bir oran artışını teşvik etmiş görünüyor. Ama olay buna da bağlanamaz.

Neyse, beni burada şu kadarı ilgilendiriyor: Katılımın yüksekliği boykot seçeneğinin barındırdığı riski arttırır.

* * *

Bu cumhurbaşkanlığı seçimi kadar boykotun meşruluk kazandığı bir durum olmamıştır.

Henüz dört ay önce % 90'ını görmüş olan katılım oranının % 70'e doğru salınması bu seçimin en kritik verisidir.

Verilerin analizi yapılır. Belli ki HDP dışında herkes katılımın düşmesinden payını aldı. Ancak ana eğilimin nereden kaynaklandığını görmek için çok uğraşmak gerekmiyor. Türkiye ilericiliği bu seçimde seçeneksiz kalmıştır.

Seçeneksiz bırakıldı...

Ve bu bir çaresizlik falan değil, göstere göstere gelen bir sonuç, bir saldırıdır. İkinci Cumhuriyet saldırısına düzen içi muhalefetin ortak olmasıdır. “Bizim”, isterseniz komünistlerin deyin, isterseniz soL yayın çizgisinin AKP döneminde işaret ettiği temel sorunsallardan biri...

Şu nedenle:

Türkiye'nin karşı-devrimci birikimine indirgenmiş bir İkinci Cumhuriyetçilik ancak şaka olabilirdi. Ama, AKP'li karşı-devrimin bir politik-örgütsel operasyon olarak kendisini bu pislik birikiminin üstüne bina etmesi zorunluydu. Böyle bir öz kaynak, sıradışı, kural tanımaz bir negatif enerji olmadan ne kurumsal yapı ne toplumsal doku bu ölçüde tahrip edilebilirdi. Yozlaşmanın, çöküşün ille de dini ideolojiyle, nefretle, insanlık düşmanlığıyla, cehaletle süslenmesi gerekiyordu.

Ve bu negatif enerji, emperyalist projelendirmeyle, sermayenin kâr belirlenimli uzlaşmacılığıyla, liberal ihanetle, türlü işbirlikçilikle bütünleşmemesi halinde olsa olsa bir “aşırı uç” olurdu!

CHP, fi tarihinde Erdoğan'ı kurtaran yasa değişikliğine onay vermesiyle, seçilmiş milletvekillerine sahip çıkmayışıyla, son derece kararlı biçimde sağcı adayları esas alan seçim stratejileriyle, dinin siyaseti kuşatması karşısındaki sessizliğiyle, Erdoğan'ın karşısına İhsanoğlu'nu çıkarmasıyla... söz konusu bütünlüğün en önemli unsurlarından biri olmuştur.

* * *

Sandığa gitmeyen ilerici oy vermemekle kalmamış, oyunun dışına çıkma eğilimini sergilemiştir.

Bu eğilim kendiliğinden biçimde, seçmenlerin % 15'ine doğru yayıldığı için, kaynağında devrimci toyluğun izi görülmüyor. Kimse böyle bir hayali düşman aramasın...

Bu eğilim komünistlerin seçim taktiği olarak formüle edilmiş olmakla birlikte, politikanın kendisi çok sınırlı araçlarla ortaya konabilmiştir ve kitlelerin yöneliminde ağırlıklı bir etken haline gelmemiştir. Dolayısıyla Erdoğan'ın kazanmasına bakıp boykotçuları suçlamak politik olarak son derece geri olmanın ötesinde, tamamen boş iştir...

Oturup bu saçma suçlamayı düşünene kadar, katılım oranını daha aşağılara çekmenin ve diktatörü iyiden iyiye boşa düşürmenin mümkün olduğunu görmek çok zor olmasa gerek.

Türkiye ilericiliğine Kılıçdaroğlu-Sarıgül-Yavaş-İhsanoğlu hattının kabul ettirilemeyeceği iddiası, sonunda bir gerçeklik haline gelmektedir.

* * *

Sosyalizmin filizleneceği bereketli toprağı başka yerde aramaya gerek yok.

İkinci Cumhuriyetin 10 Ağustos'ta ortaya koyduğu seçeneklerin açıkta bıraktığı alan, kendi alternatifine sahip olmamasına karşın böyle bir genişliğe ulaştı. Türkiye'nin yeniden bir normalleşme dönemine girdiği, sonunda Erdoğan'a alışacağımız, alışmak zorunda olduğumuz, Haziran'ın eyleminden sonra içerdiği adalet, özgürlük, direnme duygularına da veda edeceğimiz... bütün bunlar bu oyunda kendine yer bulamayan milyonların önünde palavraya dönmüştür.