Türk-İş ve Hak-İş birlikte pek çok kere patronlarla ortak açıklamalara imza attı. Bunların içinde Haziran Direnişi sırasında gazetelere tam sayfa ilan olarak basılan 'evlerinize dönün' içerikli açıklamayı özenle saklıyorum. Aynı özeni geçen hafta yapılan açıklama için de göstereceğim.
Sendika denen şey işçiler için son derece basit bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı. Patronun karşısında söz hakkı. İşyerlerinde ezilen işçiler, kendileriyle ilgili konularda söz söyleyebilmek için sendikaları geliştirdiler. Daha iyi ücret, daha kısa çalışma süreleri, itilip kakılmadan çalışma… Bu kadar basit…
İhtiyaç basit olabilir ama sonucu aynı basitlikte yürümeyen sınıflar mücadelesi belirliyor. Sendikaların kimi zaman işçiler için haklarını geliştirdikleri bir araç, kimi zaman iktidarları sarsan bir güç, kimi zaman ise patronlara hizmet eden bir aygıt olarak işlevlenmesi sınıflar mücadelesinin bu karmaşık yapısından kaynaklanır. “Sendika” bu mücadeleden istisna değildir.
“Uzlaşmacılık”, bu mücadelenin sonuçlarından biri. İşçileri sendikalar eliyle kapitalizmin sınırlarına hapsetme girişimidir. Söz hakkıysa söz hakkı! Sınır çizildikten sonra bu hak sermaye sınıfı için sorun olmaktan çıkmıştır.
Şimdi ise sermaye sınıfının, bu zorunluluğun ortadan kalktığını düşündüğü dönemdeyiz. Kapitalizmin 70’lerin sonunda girdiği krizden çıkış arayışının bir sonucu bu aynı zamanda. İşçi sınıfının geçici olarak geri çekildiği bu dönemde sendikaları tanımlayan sıfat ise uzlaşmacılık değil teslimiyetçilik. Tersine direnen sendikaların varlığı bu genel durumu değiştirmiyor.
Sendikacıların arada bir işçilere bunu hatırlatmak istediğini düşünüyorum. Nedenini bilmem. İşçilere karşı güç gösterisi olabilir ya da daha basittir ve mızrak çuvala sığmıyordur. Yoksa geçtiğimiz hafta Türk-İş ve Hak-İş’in, patron örgütü TİSK ile yaptığı ortak açıklama ne tür bir ihtiyacın ürünü olabilir ki? Hani şu “yeni normalleşme sürecine ilişkin ortak talepler” diye duyurulan açıklama...
Türk-İş ve Hak-İş birlikte pek çok kere patronlarla ortak açıklamalara imza attı. Bunların içinde Haziran Direnişi sırasında gazetelere tam sayfa ilan olarak basılan “evlerinize dönün” içerikli açıklamayı özenle saklıyorum. Aynı özeni geçen hafta yapılan açıklama için de göstereceğim. Her ikisi de işçi eğitimlerinde “sendika nedir, ne değildir” sorusuna yanıt vermek için zengin bir içerik sunuyor.
Üç örgütün açıklaması iktidara sıkı bir teşekkürle başlıyor. İktidarın salgın döneminde yaptığı düzenlemelerden duydukları memnuniyeti bildiriyorlar.
Açıklamada imzası bulunan patron örgütünü anlıyorum. Onların AKP’ye bu dönemde de teşekkür etmek için oldukça fazla nedeni var. Ama Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerinin, hükümete salgın dönemi düzenlemelerinden hangileri için teşekkür edildiğini işyerlerine gidip tane tane anlatmalarında yarar var. İşçilerin merak içinde dinleyeceğinden hiç şüphem yok.
İşlerini kolaylaştırıp bir özet yapmayı deneyelim:
Şu anda bu iki konfederasyonun sendikaları, işçiler sendikaya üye bile olsa yetki alamıyor. Yetkili oldukları işyerlerinde toplu sözleşme imzalayamıyor. Grev aşamasına gelmiş işyerlerinde grev uygulaması başlatamıyor. Bunun nedeni, salgının ilk günlerinde çıkarılan bir bakanlık genelgesiyle, sonra torba yasa ile sendikal faaliyetleri üç ay boyunca durduran düzenleme. Belli ki Türk-İş ve Hak-İş, hükümete Türkiye’de sendikal faaliyetleri askıya aldığı için teşekkür ediyor. Zaten işçiler de bu salgın döneminde sendikalaşmayıversin, toplu sözleşme için beklesin, bu zor günlerde grevin lafını bile etmesin!
Aynı torba yasa ile ücretsiz izin uygulaması yasaya sokuldu. İşten çıkarma yasak ama ücretsiz izin serbest. İşçi onayı yok, ihbar yok, kıdem yok, sorgu-sual yok. Türk-İş ve Hak-İş ikilisinin teşekkürü patronlara verilen bu “pandemi hediyesi” için de olsa gerek.
SGK’nın Covid-19 genelgesi, bu açıklamanın kısa süre öncesine denk geldi. Patronlar SGK’dan, “virüse yakalanan işçilerin durumu iş kazası-meslek hastalığı kategorisinde değerlendirilmeyecektir” yazısı çıkarmayı başardılar. Sokağa çıkma yasağı günlerinde fabrikaların arı kovanı gibi çalışmasını sessizlikle geçiştiren Türk-İş ve Hak-İş, çalışırken virüse yakalanan işçilerin iş kazası ya da meslek hastalığı kapsamında değerlendirilmemesini de “yeni normalleşmenin” bir parçası olarak görüyor olsa gerek.
Üç örgütün ortak açıklaması kısa çalışmanın uzatılması, kısa çalışma ödeneği ile işçinin ücreti arasında oluşan farkı ödeyen patronlara ayrıca teşvik verilmesi, onların gelir vergisinden muaf tutulması gibi “ortak” taleplerle sona eriyor.
Oysa salgının başından bu yana patronlar için milyarlarca liralık destek paketi kullanıldı. Hazine Bakanı Albayrak geçtiğimiz gün Ekonomik İstikrar Kalkanı paketinin 240 milyar liraya ulaştığını açıkladı. Dün Çalışma Bakanı Selçuk ise kısa çalışma, ücretsiz izin, işsizlik parası ve nakdi yardım olarak işçilere yapılan ödeme toplamının 11,5 milyar lira olduğunu duyurdu. Yüzde 5’i bile değil. Üstelik kısa çalışma ödeneğinin, patronların ödeme yükümlülüğünden kurtulduğu işçi ücreti olduğunu da hatırlatalım. Selçuk’un açıkladığı rakamlara göre işçilerin bu ödeneklerden ortalama olarak aldıkları rakamlar ise şöyle: İşçi başına ödenen ortalama kısa çalışma ödeneği 1590, işsizlik ödeneği 1235, ücretsiz izin ödeneği 502 lira.
Hal böyle ama bizim Türk-İş ve Hak-İş patronlara para istemekle meşgul.
Neyse uzatmayalım. Dedim ya, ben bu açıklamayı saklayacağım. “Geçmişte böyle günler de gördük, neyse ki şimdi işçilerin gerçek örgütleri, kendilerinin olan sendikaları var” diye anlatmak için.