Türbe önü cenklerinin esası yıkılmış bir cumhuriyetin üstünde tepişmeden ibarettir. Savaşanların dini var gibi görünse de imanı yoktur.

Neo-Osmanlı’nın türbe önü cenkleri

Neo-Osmanlıcılık, Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun dini, kültürel ve politik mirasını sahiplenmesi gerektiğini savunan emperyalist bir ideoloji. Ancak hamdır, ideolojiden çok bir proje görünümünde olması hamlığındandır. ABD hazırladı, bizdeki sağcı-islamcı unsurlar gönüllü olarak yürütücülüğünü üstlendi, Turgut Özal ile başladı, Tayyip Erdoğan ile devam etti. Pratisyeni Ahmet Davutoğlu’dur, kıt kaynaklarla hayata geçirmeye çalıştı. Sonucu kan ve gözyaşıdır. 

Ancak ideolojik yanı, askeri operasyonları kadar belirgin değil. İlk atakları Süleyman Şah Türbesini sınıra kaçırma ile son buldu. O sırada türbe ile ilgili bilgilerin bulanıklığı da ortaya çıktı. Türbede yatan fani inanıldığı gibi Süleyman Şah olmayabilirdi. Ancak önemli olan içinde yatan değil, türbedir. Marmaris'in Turgut köyünde halkın yıllardır dua ettiği "Çağ Baba" türbesinin gerçekte M.Ö. ikinci yüzyılda yaşamış gladyatör Diagoras ve karısı Aristomakha için yapılan piramit mezar olduğu ortaya çıkmıştı hatırlayacaksınız. Türbeler içinde yatanlardan bağımsız olarak işlev üstlenirler. İçindekini kim saymaya niyet ettiğimiz önemlidir. Definden sonra yapıldıklarını unutuyoruz, türbelerini, varlıklarına bir kanıt sayıyoruz. Bir de belli ki türbeyi İslami sayıyoruz. Halbuki IŞİD pagan sayıp yıkıyor, “meal”de farklılıklar var.

Bütün bunlar Neo-Osmanlıcılık ideolojisinin handikaplarıdır. Handikap türbelerin önemini bir kez daha ortaya çıkarıyor. İdeolojik formasyon için daha çok türbeye ihtiyaç var. Kutsal türbeler arıyoruz, buluyoruz. Bulamazsak icat ediyoruz. Süleyman Şah o icatlardandır. Gülbahar Hatun türbesi sonuncudur. Fütuhattan önce türbe dolaşma şartı var. Türbe önü cenklerindeyiz.

***

Arada portre savaşları var. Türbe savaşlarına giden yolda önemli birer duraktır. Portre savaşlarını Konstantiniye Şehremini Ekrem İmamoğlu başlattı. Ordusu yoktur, fethe çıkamamaktadır. O da çareyi müzayedeye çıkmakta bulmuştur. Özel bir koleksiyonda bulunan Fatih Mehmet'in portresi, geçen yılın Haziran’ında açık arttırmaya çıkarıldı. Tablo İmamoğlu'nun talimatıyla 7 milyon 923 bin liraya satın alındı. Sonra adını bilmediğimiz bir zengin kişi İngiltere’de müzayededen aldığı Kanuni Süleyman tablosunu İBB’ye bağışladı. Neo-Osmanlı portre savaşlarıdır. 

Yalnız İmamoğlu’nun tarih merakına veya koleksiyon bilgisine vakıf değiliz. Vakıf olduğumuz ülkenin en zengin ailesine çok yakın olduğudur. Ailenin prenslerinden biri “Osmanlı koleksiyoneri” olarak ün yaptı. İmamoğlu başkan seçilince ailenin eski CEO’larını işe aldı, müzayede seferlerinde küçük yardımlar aldığını tahmin edebiliriz. Her neyse, Mehmet ve Süleyman portreleri İmamoğlu’nun AKP’ye fırlattığı iki top güllesidir. 

Savaşsa karşı atak da olur. Geçen yılın Aralık ayında “ihbarlar üzerine” İstanbul Valiliği, Büyükşehir Belediyesi'ne yazı gönderdi. Yazıda Bellini tablosunun sahte olup olmadığının incelenmesi isteniyordu. İmamoğlu, "Bellini atölyesine ait olan Fatih Sultan Han'ın tablosuyla ilgili, 'sahte' diye bir soruşturma düzeni başlatılmış. Bizden cevaplar isteniyor. Bu, kıskanılacak bir şey değil” diye yakınıyordu. Halbuki mesele kıskançlık değil Osmanlı mirasına sahip çıkma meselesidir. 

Çok hoş, “ihbarları” yapanın “İstanbul Suriçi Derneği” olduğu anlaşıldı. İhbar için çok sembolik bir dernek seçilmişti anlayacağınız. Şehr-i İstanbul, sur içi, İmamoğlu’na karşı savunuluyordu. Derneğin başkanlarından Nedim Abi, AKP’den milletvekili aday adayı olmuş ancak neden bilinmez, uygun görülmemişti. Abi, sivil toplum kuruluşlarının AKP’nin iktidara gelmesiyle yeniden doğduğunu inanıyordu. Akit Gazetesinin haberine göre bu önemli derneğin en önemli etkinliği kahvaltılı toplantılar yapmaktı. Toplantılara katılanlar arasında Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan, Emine Erdoğan, Korkut Özal, Muhsin Yazıcıoğlu, İdris Güllüce, Mehmet Görmez gibi önemli şahsiyetler vardı. Hep birlikte Fatih Mehmet’i Ekrem İmamoğlu’nun şerrinden korumaya çalışıyorlardı.

***

Ancak “ihbarlarla” karşıdan gelen Neo-Osmanlıcı atakları savuşturmak mümkün olmadı. Ekrem İmamoğlu’na Fatih Sultan Mehmet’in eşi Gülbahar Hatun’un türbesinde “elleri arkasına bağlı bir şekilde gezinmek suretiyle saygısızlık yaptığı” iddiasıyla soruşturma açılmasının esbab-ı mucibesi de budur. Portre savaşlarından türbe savaşlarına böylece ulaşmış oluyoruz. 

Görev hep “Suriçi Derneği”ne verilecek değil ya, bu kez Tokatspor Başkanını buldular. CİMER’e şikâyet ettirdiler. Şikâyet savcıya ulaştı, “ceza yasamızda türbeye saygısızlık diye bir suç yok ne yapsak” diye tereddüt etmedi, soruşturma açtı. 
Şikayetçi Tokatspor başkanı ama aslında birkaç yıllık Tokatlı. Tokat'la ilişkisi burada “Beykent Okulları”nın bir şubesini açmaktan ibaret. Girişimci anlayacağınız. Tokatspor’un borçlarını üstlenerek kulübü dernek statüsünden çıkarıp anonim şirkete dönüştürmüş. Küme atlatma sözü vermesine rağmen kulüp küme düşmüş ama olsun. O da son çare Bilal Erdoğan’ı ziyaret edip forma hediye etmiş. Fotoğraf çektirmiş şehzadeyle, o fotoğrafları paylaşarak güç devşirmiş. Öğretmenleri ve velileri dolandırdığı yönünde de iddialar var gerçi. Bu arada bütün hikâyenin yalan olma ihtimali var. AKP’li olmanın fıtratındandır.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İmamoğlu'na başlatılan “eli arkada türbe gezme” incelemesi için "Bu görüntüleri gördükten sonra ben de saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Bana göre suçtur. Böyle bir görüntü olamaz" diyor. Padişahımız efendimiz cevaz vermemiş olmalı, "ben buna soruşturma izni vermem" diye ekliyor. İmamoğlu da kellesi de ucuz kurtulmuştur!

***

Gelelim türbesi kutsal ilan edilen Gülbahar Hatun’a… Hatunun belgelere resmi eş olarak geçmesinin nedeni II. Bayezid’i doğurmuş olması. Padişahın öldürmeyip, başka bir ilde ikamet etmesine karar verdiği şehzadeye bir küçük saray dolusu hizmetçi ile birlikte onlarca genç kız ve kadın verilirdi. Bu kız ve kadınların ya tutsak olarak elde edilmiş ya da para ile satın alınmış yabancı soylu olmaları Osmanlı Saray geleneğiydi. Bunlara “cariye, odalık ya da gözde” deniliyordu. Resmi eş değillerdir, her biri birer köle metrestir. Gülbahar Hatun kod adıyla bildiğimiz Kornelya o kölelerden biriydi. Mehmet’in ilk karısıydı ve Rum Zağanos Paşa’nın kızıydı. Sultan II. Murat, Rum Zağanos’un kızını oğlu Mehmet’e karı olarak almıştı. Mehmet’in kız kardeşi Hatice Sultan’ı da Rum Zağanos’a karı olarak vererek dönemin ruhuna uygun bir akrabalık ilişkisi kurmuştu. Mehmet’in annesi de Sırp Prensi Despina’ydı. Etrafta bu kadar Hıristiyan olunca Fatih Mehmet’in de Hıristiyan olduğu dedikodusu yayıldı. Gerçekten öyle mi, bilemiyoruz. Ama dinlere yaklaşımının bugünkü varislerinden çok farklı olduğunu biliyoruz.

Fatih Mehmet 1481 yılında henüz 51 yaşındayken öldü. Ardında Kornelya’dan doğan Bayezid’le, Trabzon İmparatoru Davit Momnen’in kızı Anna’dan doğan Cem adındaki oğullarını ve adı kayda düşmeye gerek duyulmayan iki kız bıraktı. Sanırım bunlar kayıtlara geçenlerdi. Tahtını Cem’e bırakmak istediği yönünde işaretler var ama talih kuşu Bayezid’in omuzlarına konmuştu. Bayezid, babasından nefret ediyordu, büyük olasılık ölümünde de payı vardı. Türbenin gerçeğidir…

Gülbahar Hatun’un kocası çürümüş, kokuşmuş Bizans düzenine son vermiş, yepyeni bir saltanat için yolu açmıştı. Ancak tuhaf bir biçimde kendi sarayı da kokuşuyordu. Yağmaya, işgale dayalı bir düzen çıkmıştı ortaya. Saltanatı ayakta tutmak, kadın, oğlan ve içki tutkularını tatmin etmek için kesintisiz bir savaşı sürdürmek gerekiyordu. Fethedilen topraklardaki her değerli şey Osmanlı sarayına taşınıyordu. Buna o topraklardaki yakışıklı genç oğlanlar ve güzel kızlar da dahildi. Esas olan saltanatı korumaktı. Din, kültür, öteki aidiyetler, her şey bundan sonra geliyordu.

Haliyle Fatih Mehmet’in de pek çok kişiliği vardı. Osmanlı, İran, İslam ve Roma hükümdarlık geleneklerini kendine göre sentezlemişti. Hıristiyanlığa özel bir ilgisi vardı. Doğan Avcıoğlu’nun yakında yayımlanan Osmanlı notlarına göre Hıristiyanlık ile İslamlık arasında esaslı bir fark olmadığına, bu iki dini birleştirerek bütün milletleri idaresinde toplayacağına inanıyordu. Floransalı, Cenevizli danışmanları vardı, Galata’da Floransalılara şenlik yaptırır ve zengin Carlo Martelli’nin evinde yiyip, içip eğlenirdi. Bellini’nin portresini yapması o dönemlerine denk geliyor. Yenilikleri seviyordu, açık görüşlüydü. Pek çok temel kaynağı çevirtti, bir dünya haritası yaptırdı. Pek çok dile vakıftı, Akropolis’i ziyaret edecek kadar meraklıydı.

Yalçın Küçük’e göre hızla ilerlemesinde rastlantıların, tabii özellikle vebanın rolü büyüktür. Bütün dinlerin gevşediği bir dönemde yaşadı. Veba Hıristiyan inancını erozyona uğratmıştı. Anadolu çoktan beri uçlardan esen hoşgörü rüzgarlarının etkisi altındaydı. Bedreddini isyan hareketi pek çok inançtan insanı bayrağı altında toplamayı başarmıştı. Dinleri her zaman ciddiye alamayız. Bazen gevşerler ve sınırları belirsizleşir. Hoşgörü ve geçiş dönemleridir. Öyle olsa bile tarihte üstlendiği rol önemlidir. Abartmıyoruz ve küçümsemiyoruz. Ama sonuçta bir Osmanlı Padişahıdır, sınırları burada biter. Tarihe saygı gösterme gereği var ama türbeleri saygıdeğer değildir.

Diyeceğim, Fatih Mehmet bir Rönesans hükümdarı değildir ama AKP’nin hayallerine sığması da imkansızdır. 

*** 

ABD’nin ülkeye biçtiği oyunda baş rolü kapmak için yapılan bir kayıkçı kavgasının zoraki tanıklarıyız. Bununla birlikte türbe ve portre savaşını İslami sayamayız. İkisi de bu dinin temel kurallarına aykırıdır. 

Türbe önü cenklerinin esası yıkılmış bir cumhuriyetin üstünde tepişmeden ibarettir. Savaşanların dini var gibi görünse de imanı yoktur.