Mayıs rüzgâr gibi gelip geçti bir kez daha ama Haziran yolda. Umut, umut, umut… Umut insanda!

Mayıs sıkıntısında, Haziran ferahlığında

Eyüp Polis Karakolunun işçiler tarafından basılıp nezarethanedeki yoldaşlarını söküp almaları sahnesi kalmış bende yalnız. Uzaklardan, şaşkın baka kalmıştık olup bitene. Çocuktuk daha. İşçi ne, direniş neden, grev nasıl nerden bilelim? 

15-16 Haziran bizim çocukluğumuzun Haziran Direnişidir. Daha bir işçi kokuludur yalnız, kirli yüzlüdür, devrimci bıyıklıdır, kasklıdır, kömür kıvamında, ekmek arası zeytin tadındadır. Tabii, o da Gezi’deki gibi hiç umulmadık bir zamandadır. Bizim çocuklar henüz kendi destanlarını yazmamıştır, kaçaktır, dağlardadır, Nurhak’tadır, Kızıldere’dedir. Kalanlar hücrededir, ODTÜ’dedir, Ankara’da Siyasalda, İstanbul Hukuktadır. Az sonra ipi çekilecek, sandalyesine tekme atılacaktır Deniz Gezmiş’in. İsraillinin kafasına silahını dayayacaktır Mahir birazdan ve dudaklarının arasından Conilere yakası açılmadık bir küfür savuracaktır.

İşçi sınıfı, onlar için, hatta yollarını gözleyen herkes için, ayağa kalkışıyla yeni bir dünya kurulacağına inanılan eski, uzak bir efsanedir henüz. 1917 sonbaharında, uzak kuzey bölgelerinde ortaya çıkmış ve yeni bir dünya kurarak gücünü ispat etmiştir gerçi. Ama az rastlanır bir şeydir tarih yapmak üzere sahneye fırlayışı. İnanışa göre bizdekiler biraz geri, biraz yenidir ama zincirleri kırabilecek tek güç onlardır nihayetinde.

İşte böylesine umutlu, cesur ve genç günlerin birinde gösterdi o sınıf devrimci pazılarını. Gezi’de yürüyecek çocukların anneleri, babaları, teyzeleri, halaları, amcaları aralarındaydı. Faşizme karşı omuz omuza, sırt sırta, yan yana amansız bir kavgaydı bu. Memleket savunulacaktı bir kez daha, kurda kuşa yem yapılmayacaktı.

15 Haziran’da, yüzü aşkın işyerinden çıkan 75 bin işçi düştü yola. 16 Haziran’da iki yüze yakın fabrikadan 150 bin işçi fırladı sokağa. İstanbul’da, Gebze’de, İzmit’te makinalar durdu, dişliler dönmez oldu, fabrikalar doyumsuz bir şenliğe durdu sonra. Şehrin iki yakasında yürüyüşler, mitingler yapıldı. Kartal’da, Levent’te, Topkapı tarafında çatışmalar çıktı haliyle, ateş açtı polisler yürüyenlere doğru. Tanklarıyla, zırhlı birlikleriyle, süngü takmış tüfekleriyle ordu geldi ardından, kesti işçinin önünü. Ama aştı işçiler askerlerin barikatlarını, kucaklaştılar halkın çocuklarıyla. Usulca çekildi asker. 

Hal böyle olunca yürüyenler polisi ezip geçti her yerde. Karakolların işçileri tutamayacağı o anda anlaşıldı. Öfke sığmayacaktı karakollara. Kadıköy’de polisin açtığı ateş sonucunda ölenler, yaralananlar oldu. İstanbul’un iki yakasındaki işçilerin bir araya gelmesini engellemek için vapur seferleri iptal edildi. Levent yakasından gelen büyük işçi koluyla, Unkapanı-Eminönü’nde biriken işçi kollarının birleşmemesi için Haliç üzerindeki iki köprü geçilmesin diye gündüz vakti açıldı. Mutlu Akü Fabrikası işçisi Yaşar Yıldırım, Vinleks işçisi Mustafa Bayram, Cevizli Tekel Fabrikası işçisi Mehmet Gıdak, Gıslaved işçisi Hüseyin Çapkan o ilk Haziran’da düştü yere…

Sonra sıkıyönetim, işten çıkarmalar, tutuklamalar, işkenceler, sonu gelmez davalar… Sandılar ki bastırdılar Haziran kalkışmasını.

***

27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gecede tutuştu ikincisi. Görünüşe göre üç ağaç içindi her şey. Küçümseyen yanılır, üç ağaç vatandır bazen. Yağmacıların saldırısını duyanlar toplanıp parka el koyana kadar Mayıs Haziran’a dönmüştü çoktan. Yeni bir Haziran’dı bu, halk kokuluydu. Çocuklar toplanmıştı alana ki uçsuz bucaksız. Sonra bir namlu aydınlandı, bir cop havaya kalktı, su gibi duru bir kız yüzüne çarpan suyla kapaklandı yere, bir çocuğun kanı aktı… Haziran’ın ikincisinde çocuklar düştü toprağa en çok. Ağaçlarını alamayanlar, çocuklarını aldı götürdü vatanın.

Sonra OHAL, işten çıkarmalar, tutuklamalar, işkenceler, sonu gelmez davalar… Sandılar ki bastırdılar Haziran kalkışmasını.

***

Diyor ki şair, “Adı karanfil ki suçu rengidir…” Suçunu renginden alan ne çok kaybımız var. Tuhaf, çoğu Haziran’da. Sihirli sözcüklerin yaratıcısı Nazım Hikmet Haziran’da. “Tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara” unutulmaz şarkılar bırakan Kâzım Koyuncu Haziran’da. Antakya direnişinde vuruldu, Abdullah Cömert Haziran’da. Ankara direnişinde vuruldu, Ethem Sarısülük Haziran’da. Ümraniye’de düştü, Mehmet Ayvalıtaş Haziran’da. Eskişehir’de dövülerek öldürüldü, Ali İsmail Korkmaz Haziran’da. Berkin Elvan da düştü Haziran’da, direndi, Mart’a dayandı. Bir öfke seli oldu sonra.

***

Böyledir hayat işte. 15-16 Haziran bir daha olmaz sanırsın ama Gezi olur, şaşırtır seni. İşçi sınıfının şanlı yürüyüşü ile haziran ortasında açtığı sayfa, haziran başında ayaklanan halkımızın mührüyle damgalanır. 150 bin işçinin açtığı yoldan ellerinde bayraklarıyla 10 milyon insan yürür. 

Böyledir hayat işte. “Özgür yurttaş ve köle, patrisyen ve plep, derebeyi ve serf, lonca ustası ve kalfa, tek kelimeyle ezen ve ezilen, her an birbirlerine karşı olmuşlar, kimi zaman alttan alta, kimi zaman açıktan açığa aralıksız bir kavgayı sürdürmüşlerdir; bu kavga, her seferinde, ya bütün toplumun devrimci bir yeniden kuruluşa varmasıyla, ya da çarpışa sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanmıştır.” Yani kavgada kazanma garantisi yoktur. İşçiler yenilmiştir, yenilir. Ayaklanan halkların nadiren sonuç aldığı görülür. Ve ayaklananlar, aşılmaz bir barikat kurduktan sonra gericiliğin önüne, her defasında, direnişi sürdürmek yerine, tarih bir daha göreve çağırana kadar evlerine çekilir. Ortalık yeniden sessizleşir. 

Tarihtir bu, devrimci sınıf düşer kalkar, halk olup bitene ilgisini yitirir. Ve bir halkın hikâyesi ezen ve ezilenlerin kavgasında böyle toprağa vakitsiz düşenler tarafından yazılır. İsimler, yüzler yitip gider, geride direniş geleneği, umudu ve inancı kalır.

***

İç içe geçmiş bir hikayedir bu öyleyse. İçindesindir, çünkü senin hikayendir. Haziran Direnişi boşuna denilmemiştir. Mayıs’ta sıkılırsın Haziran’da feraha çıkarsın. Unutma, 28 Mayıs’ta oy vermek üzere hareketlendiğinde işçiler fabrikalarda kafa kafaya vermiş olacak çoktan. İş makineleri ağaçları sökmek üzere parka girmiş, polis direnenleri büyük bir şiddetle dağıtmış, çadırlarını tutuşturmuş olacak. Yürürken, yanan direniş çadırlarının kokusu gelecek burnuna. Kırmızılı kadının yüzünde patlayan gazın acısını hissedeceksin gözlerinde. Bir panzer aniden çıkıp, sokak arasından su sıkacak üzerine. Derin, saf, dizginlenemez bir öfkeyle sarsılacaksın yeniden. Bu adaletsizliğe son vermek, bu zulme direnmek isteyeceksin. Sokağa fırlatacaksın çaresizliğini. Ve sokakta başka çaresizlikler bulacaksın. Böyle umulmadık bir zamanda isyan edebilmenin şaşkınlığı okunacak suratında. Yürüyeceksin, tanımadığın insanları seveceksin, bilmediğin insanlarla kol kola gireceksin, düşeni kaldıracaksan; suyunu, ekmeğini paylaşacaksın, yurttaş olacaksın, yoldaş olacaksın, halk olacaksın... 

Ve gün geceye döndüğünde bir uğultu yükselmişse vatanın her yerinden, unutma, direnişin uğultusudur duyduğun. Sessizse vatan, sokak çoktan teslim alınmış demektir. 1970’ten ve 2013’ten 2023’e kalan tek derstir bu; Seçimler oy sayarak değil, sokak arşınlayarak kazanılır. 

Unutma, kavgada kazanma garantisi yoktur. İşçiler yenilmiştir, yenilir. Ayaklanan halkların nadiren sonuç aldığı görülür. Ve ayaklananlar, her defasında, direnişi sürdürmek yerine, tarih bir daha göreve çağırana kadar evlerine çekilir. Ortalık yeniden sessizleşir. Ama unutma, Haziran Direnişi boşuna denilmemiştir. Mayıs’ta sıkılırsın, Haziran’da feraha çıkarsın.

Mayıs rüzgâr gibi gelip geçti bir kez daha ama Haziran yolda. Umut, umut, umut… Umut insanda!