Her şey emekçi kitlelerin düzenden kopuşuna ve örgütlü mücadeleye katılmasına bağlı olacak. Bu yol yeni bir dünyaya açılır. Yoksa kapitalizmin krizinin dibi yoktur. 

Krizin dibi mi?

“Mafya kapışması” siyasi yönetim krizinin ulaştığı son biçim. Kim nerede ne yapmış, kim kiminle nasıl bağlantılıymış, saflar nasıl şekillenmiş, kim neresine kadar bu rezilliğe batmış… Hepsi karşımızda apaçık duran “yönetememe” durumunun ayrıntılarından ibarettir. 

Yönetememe krizi hiç de yeni değil. Aslında AKP bu açıdan hiç gün yüzü görmedi desek yeridir!

Gerçekten de 2002’de ilk kez seçim kazanmasından bu yana AKP bir kriz partisi olmuştur. Elbette bu kadar uzun süreden söz ettiğimizde kriz “kritikliğinden” kaybediyor. Dolayısıyla olaya biraz daha yakından bakmak gerekiyor. 

Egemen güçler açısından bakıldığında, yayılabileceği düzlemlerden birine veya birkaçına sıkıştırılan bir kriz büyük ölçüde hallolmuş demektir. Biliyoruz, “sadece” ekonomik bir kriz üzer ama yıkmaz. AKP, hep şikâyet ettiği gibi toplumun ideolojik ve kültürel yapılanmasını hiç avucunun içine alamamış, bu anlamda dinci gerici ideoloji topluma egemen hale gelmemiştir. Bu çelişki elbette krizin ideolojik planda sürüp gitmesi anlamına gelmiş, ama yine, “yıkmamıştır.” Belki de en ağır krizler siyasal yönetim boyutunda yaşanmış, AKP “olağan bir statü” yaratmayı hiç becerememiş, en sonunda olağanüstü yönetim biçimi olarak -kararnameler, ohal’ler derken- başkanlık sistemini icat etmiş, ama bu sistem ilk gününden itibaren kamuoyunda hep “bu günler de geçer” izlenimi bırakmıştır. Sürekli değişim beklenerek krizden çıkılmaz.

Kriz partisi AKP’nin bir ömür iktidar olduktan sonra hâlâ istikrar vaatlerinde bulunması baştan aşağı saçmadır. Giderek AKP’nin temel vaadi, şu an herkesin elinde tuttuğu gücü çalıp çırpmak için kullanması yönünde bir acayip çağrıya dönüştü. İktidar bir yağmanın sürdürülmesini vaat ediyor! Bu bir “düzen” değil. Egemen güçler düzen ister. Kriz yorgunu kitlelerse bir biçimde düze çıkmayı arzular. AKP için bu defter kapanmıştır. Bugün gelinen nokta itibariyle AKP bu istekleri tatmin edebilecek bir parti olma olasılığını sıfırlamıştır.

Krizin çok boyutu vardır; ama içlerinden biri, ekonomiyi ilgilendiren, ayrıcalıklıdır. Ekonomi diğerlerini belirlemez belki, ama eşitler arasında birincidir. AKP’nin ilk yıllarını kurtaran da bu olmuştu. Dış politikada büyük altüst oluşlar yaşanan, dinci gericiliğin şiddetiyle sarsılan, yönetim zorlukları son derece ağır hissedilen o ilk yıllar Türkiye ekonomisinin anlamlı bir süre “yükselişine” sahne oldu. 

AKP’nin hemen öncesinde yaşanan ağır ekonomik krize neo-liberal reformlarla yanıt verilmiş, Kemal Derviş’li sosyal-demokrasinin başlattığı operasyon motor gücünü uluslararası sermayeden devşirmişti. AKP başta özelleştirmeler olmak üzere Türkiye kapitalizminin dünya sistemiyle eklemlenmesini gerçekten sıçrattı. O ilk yıllarda, biri diğerini kovalayan ideolojik, politik, toplumsal, kültürel, siyasi kriz dalgaları bu ekonomik hamlenin maliyeti sayıldılar... 

Yönetenlerin keyfi fazlasıyla yerindeydi. Yönetilen sınıflarsa ya bu bedeli ödemeye değer buldular, ya da krizlerde ölümü görüp “en fazla sıtmadır” dedikleri gelişmelere rıza gösterdiler. Ekonominin “yükselişi” diğer krizlerin üstünü örttü.

AKP, uzun zamandır böyle bir avantaja sahip değil. Türkiye kapitalizmi sert daralmaların ötesinde çöküşe sürüklenmiyor, tersine anlı şanlı tekeller halen kârlarını arttırmakla övünüyorlarsa, bunlar iktidarın ekonomik krizi ısrarla emekçi halkın yoksulluğuna dönüştürmesi sayesindedir. Ancak emeğe saldırı, orta sınıfların mülksüzleşmesi ve tekelleşmenin de, toplumun denge bulacağı, kitlelerin bir biçimde kabulleneceği bir düzlüğe çıkartılması gerekir. Ufukta böyle bir olasılık seçilmiyor. Soygunun sürüp gitmesi vaadi sürdürülebilir, topluma yaygınlaştırılabilir bir şey değildir.

Mafya kanalizasyonunun patlaması alışıldık yozlaşmalara yeni bir örnek olarak hafife alınmasın. Bu tablo AKP iktidarının, onu tek çare olarak bağrına basmaya devam eden Türkiye kapitalizminin mantıksal sonucudur. 

Bedelinin ne olacağını, krizin mafya çöplüğünde dibi görüp görmeyeceğini bilmiyoruz. Her şey emekçi kitlelerin düzenden kopuşuna ve örgütlü mücadeleye katılmasına bağlı olacak. Bu yol yeni bir dünyaya açılır. Yoksa kapitalizmin krizinin dibi yoktur.