Anayasa tartışması yapılacaksa AKP’yle ve TBMM zemininde yapacak bir şey yok. Asıl soru, kırılamayan dirençlerin bir omurgaya ve akla kavuşturulup kavuşturulamayacağıdır. 

Anayasa tartışması için asıl soru

Türkiye ben kendimi bildim bileli Anayasa tartışır. Bu tartışma 1960’larda gerçekti. Sağ aynı dönemde toplumsal dinamiklerin hız kazanmasına, dolayısıyla solun ve emekçi halkın yükselişe geçmesine büyük tepki duyuyor ve sorunları samimiyetle 1961 Anayasasına bağlıyordu. O Anayasa toplumumuza “fazla gelmişti.” Muratlarına darbeyle, 1982’de erdiler.

12 Eylül Anayasasını kabul edilmesini izleyen süreçte ilerici kesimlerin eleştiri ve mücadeleleri etkili olamadı. Anayasa tartışmasını 2000’lerde AKP güncelledi. Slogan soldan devralınmıştı. Kalkıp da hukuk alanında sermayeye darbecilerden bile daha iyi hizmet vereceklerini ilan edemezlerdi ki. “Demokrasi” dediler, “darbe Anayasası” şikâyetine sarıldılar. 12 Eylül Türk-İslam sentezini resmi ideoloji haline getirmişti; AKP buradan devam ettiğini mi açıklayacaktı? Elbette hayır, AKP 12 Eylül Anayasasına “yetmez ama evet” değil “hayır” demek durumundaydı! Tartışmanın bu safhasının gerçek olmadığını güvenle söyleyebiliriz. 

AKP başka birçok konuda yaptığı gibi bu tartışmada da söylediğinin tersini yaptı. Anayasa defalarca değiştirilmiş ve hala değiştiren tarafı tatmin etmemişse, konunun hukuk yani kurallar olmadığı da görülmelidir. Zaten karşıdevrim partisinin kuralla, hukukla arası yok. Yirmi küsur yıl sonra bir iktidarın verili kuralları gelişigüzel çiğneyip durması, birtakım politik zorunluluklara dayanarak açıklanamaz. Elbette şu karanlık 21.yüzyılda bile, kâğıt üstünde de olsa ortak toplumsal çıkarla gerekçelendirilen hukuk belgelerinden kimi tarihsel değerler çıkartılıp atılamıyor. Bunların arasında laiklik de vardır, sosyal hukuk devleti lafı da, kıyılar kamunun olmalı ilkesi de… 

O halde nedir iktidarın şimdi bir kez daha Anayasa tartışmasını ısındırmasının gerçek gerekçesi? 

Aslında AKP, hukuku hiç tatmin olmadığı biçimde defalarca değiştirirken, ne toplumsal yaşamdan ne de temel belgelerden silip çıkartamadığı bir değerler bütününe meydan okumuştur. İhtiyacı da tam olarak bu meydan okumadadır. Yoksa yürürlükteki Anayasa’ya artık 12 Eylül Anayasası demek saçmadır. Bu bir AKP Anayasasıdır.

Uçurumun dip noktası yok, kötünün daha kötüsü her zaman mümkün. Kaldı ki, mevcut düzenlemeleri daha gericileştirmediği durumda murat edilen meydan okuma boşa düşer. Uzun sözün kısası AKP’nin ihtiyacı hiç dinmemektedir. Yarın istedikleri değişiklikleri yapsalar, ertesi gün yine tatmin olmaz, yeni bir cinliğin peşine düşerler.

İşte bu durum ortada, iktidar açısından bir sorun olduğunun kanıtı sayılmalıdır. Türkiye bir türlü boyun eğmemekte, tam olarak teslim alınamamakta ve karşıdevrim her ileri adımın ardından yeni hamlelere, meydan okumalara, yeniden enerji bulmaya muhtaç olmaktadır. 

Bu ihtiyacın bitmemesi iyi bir gösterge. Kendilerini rahat hissetmiyorlar. Küçük esintiler dışında hak ettiği fırtınayı üretemeyen emekçiler karşısında, laiklik karşısında, kamuculuk karşısında huzursuzlar ve direnişe dönüşmeyen direnç noktalarını kırmak için hamle düşünmek zorundalar. Yoksa olmuyor…

2023 Meclisi bu açıdan bir fırsat ortaya çıkarttı. Bu, muhalefetsiz bir Meclis. Detaylar her zaman olur, ama ana muhalefet iktidarla benzeşme sürecini derinleştirmektedir. Dağılan muhalefet cephesinin diğer unsurlarının AKP’nin arzuladığı hamleyle önemli herhangi bir derdi yoktur, aynı direnç noktalarına karşı iktidardan daha az nefret beslemedikleri de açıktır. Kürt muhalefeti kendince en cesur stratejiyi benimsemiş, Erdoğan’ın ancak rüyasında göreceği biçimde Lozan üstünden Cumhuriyet’i masaya yatırmıştır. Meclisin sosyalistleri içinse yasama organı faaliyetleri değil, milletvekili sıfatını kullanmak anlam taşımaktadır.

Bu tabloya bakıp AKP’nin açtığı tartışmayı güle oynaya tamamlayacağını, Anayasa’da yeni bir gerici operasyonu halledip bir meydan okuma daha gerçekleştireceğini öngörmek ve sonucu baştan kabullenmekse saçma olur. Çünkü Türkiye bu tablodan, düzen siyasetinden ve TBMM’den ibaret değildir. 

Ülkemiz onlarca yıla uzanan karşıdevrim sürecinin bir türlü tamamlanamadığı, yürütücülerin mutlu olamadığı bir sahnedir. Bu sahnede ve sahnenin etrafında, toplumun en az yarısını ifade eden bir birikim var. Sorun, bu birikimin bir omurgadan yoksun olmasıdır. Omurganın toplumsal tabanı örgütlü bir işçi sınıfı olmalı, aklı ise düzenin dışına doğru çalışmalıdır. Bu olduğunda yükselecek olan güçse karşıdevrimi süpürecek boyutlara, yaygınlığa, toplumsallığa kavuşacak…

Anayasa tartışması yapılacaksa AKP’yle ve TBMM zemininde yapacak bir şey yok. Asıl soru, kırılamayan dirençlerin bir omurgaya ve akla kavuşturulup kavuşturulamayacağıdır. 

Bizim yanıtımız var. Memleketin en köklü politik akımlarından biri olan komünizm ve 103 yaşını doldurmak üzere olan komünist partisi bu yanıtı örgütlemek için var.