Laiklik tartışması: Hadisli belediye tabelalarının, makamda duaların sakıncası ne?

Seçimlerde adayların girdiği dincilik yarışını, son olarak YRP'nin kazandığı belediyelerin kapısına hadis yazdırmasını Zülal Kalkandelen, Orhan Gökdemir ve Şule Özsoy Boyunsuz'a sorduk.

Burcu Günüşen

31 Mart yerel seçimlerinde CHP’sinden AKP’sine düzen partilerinin adayları oy istemek için dincilik yarışına girdi. Kazanan adaylar seçim sonrası ilk icraatlarıyla laikliği ayaklar altına almaya devam ediyor.

En dikkat çekici örnek Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi’nden (YRP) geldi. YRP kazandığı belediyelerin binasına İslam peygamberi Muhammed'in hadisi olan "Rüşvet alan da veren de mel’undur" yazılı tabelalar astı.

Yeniden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem Imamoğlu ise Saraçhane’deki makamında kameralar karşısında imam eşliğinde ailesiyle birlikte dua okudu.

Bu ve benzeri örnekler hakkında gazeteci-yazarlar Zülal Kalkandelen ile Orhan Gökdemir’e ve Anayasa Hukuku profesörü Şule Özsoy Boyunsuz’a görüşlerini sorduk.

Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen Türkiye’de laikliğin sadece yazılı metinlerde kaldığına, siyasetçiler tarafından her gün çiğnenir olduğuna dikkat çekti.

Kalkandelen şunları kaydetti:

31 Mart yerel seçim süreci, siyasette dinin yoğun olarak kullanıldığı bir dönem oldu. 22 yıldır AKP döneminde toplumun üzerine çöken siyasal İslam baskısı, aslında muhalefetin toplu olarak buna tepki göstermesini gerektirirken, düzenle sorunu olmayan muhalefet partileri sağdan oy kapmak için yine dincilik yarışına girdiler. CHP Genel Başkanı Özgür Özel seçimden birkaç gün önce İzmir Bayraklı’da ayet okuyarak oy isterken, Erdoğan İsmailağa Cemaati’ni ziyaret etti, bir de baktık CHP Eskişehir adayları da aynı cemaati ziyaret etmiş.

Ardından CHP Manisa Alaşehir Belediye Başkanı, seçimden sonra 2. dönemine Kuran’ı öperek başladı, İmamoğlu mazbatasını alınca ilk döneminde olduğu gibi yine ailesiyle birlikte makamında imam eşliğinde dua etti, Erdoğan da kabinenin bazı üyeleri ve Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’la Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi’ni Arapça dualar okuyarak ziyaret etti, YRP’li Dulkadiroğlu Belediyesi’nin kapısına kapısına Hz. Muhammed’in bir hadisi asıldı.

Kalkandelen: Türkiye'nin bugün en büyük sorunu budur

Bunların hepsi anayasadaki laiklik ilkesine açıkça aykırıdır. Seçimi kazandığı için dua etmek isteyen bunu evinde ya da başka bir özel alanda yapabilir ama belediye başkanının makamı kamusal alandır. Kameralar önünde makamda yapılması, dinin devlet işlerine karıştırılmasıdır. Aynı şekilde isteyen Hırka-i Saadet Dairesi’ni kişisel olarak ziyaret edebilir ama laik bir devlette cumhurbaşkanı ve kabine üyelerinin bunu medyanın önünde yaparak şova dönüştürmesi laik devlet ilkesi ile uyuşmaz. Tarikatlar ve cemaatler ise, 1925 tarihli 677 sayılı yasa ile kapatılmıştır, bu yasaya aykırı yapıların oy için ziyaret edilmesi, meşrulaştırılmaları sonucunu yaratır ki Türkiye’nin bugün en büyük sorunu budur. 

Bir siyasetçinin ayetle oy istemesi, Kuran’ı öperek göreve başlaması, kapıya hadis asması gibi olaylar ise, tam olarak din sömürüsüdür. Toplumda herkes inançlı olmadığı gibi, farklı inançta olanlar da var. Bir kamu kurumunun belli bir din ya da mezhebi öne çıkarması, tarafsızlığı kesin olarak yok eder. Laikliğin özü, kamusal alanı dinin şekillendirmemesi, toplumda egemen olan inancın diğerleri üzerinde baskı kurmamasıdır. Ancak görüldüğü gibi Türkiye’de laiklik sadece yazılı metinlerde kalmış, siyasetçiler tarafından her gün çiğnenir olmuştur.

Gökdemir: YRP bunu laikliğe karşı bir gösteri olarak yapıyor

soL yazarı Orhan Gökdemir ise “anti laik” dilin çoktan beri oturduğuna dikkat çekerek “Yolu AKP açtı, CHP yolu genişletmeyi gönüllü olarak üstlendi” görüşünü dile getirdi. 

Gökdemir şu değerlendirmeyi yaptı:

31 Mart seçimlerinde toplam 65 belediye kazanan Yeniden Refah Partisi'nin ilk icraatı kazandığı belediyelerin binasına ‘Rüşvet alan da veren de mel’undur' yazılı hadis asmak oldu. Rüşvet mevcut yasalara göre de suç. Yani ayrıca bir ayet desteğine ihtiyacı yok. Zaten suç olan bir eylemi bir de ayetle desteklemenin tek amacı laikliğe saldırı. AKP’nin sağında olan ‘radikal’ yeni refah partisi, bunu laikliğe karşı bir gösteri olarak yapıyor zaten.

Ancak bu ‘anti laik’ dil çoktan beri oturdu. Yolu AKP açtı, CHP yolu genişletmeyi gönüllü olarak üstlendi. Kılıçdaroğlu’nun en sevdiği laf ’kul hakkı’ydı. Kul, dinsel dilde köle demek. Cumhuriyette kul olmaz. Çünkü her kişi bir yurttaştır, bağımsızdır, özgürdür. Haliyle cumhuriyette kul da kul hakkı da olmaz.

Ekrem İmamoğlu da seçim çalışmasını ‘israfı engelledik’ diye yaptı. Laik düzlemde ‘israf’ olmaz. Halktan toplanan vergileri usulsüz harcamak hırsızlıktır, suçtur. İsrafı kınarsınız, hırsızlığı yargılarsınız. Dolayısıyla bu dil, iktidarın bütün suçlarını bir anlamda tanrıya havale ediyor. Bu, günlük yaşamın baştan aşağıya dinselleşmesi demek. Laikliğin tam tersidir.

'Ama biliyoruz o kapı açılınca herkesi yakar'

Bunlar normalleştikçe CHP’liler daha aşırı gösterilere girişiyor. Zikirmatik dağıtan var, Nakşi Şeyhinin türbesinde seçim çalışması başlatan var, Kuran okuyarak makamına geçen var, imam duası eşliğinde koltuğuna oturan var. Üstelik bunları fotoğraflayıp kamuoyuna servis ediyorlar, AKP ile din yarıştırıyorlar. Bunların tamamı ağır suçtur, laik cumhuriyeti yıkma girişimidir.

Tabii, biliyoruz, bu dili Junyor Erbakan hepsinden daha iyi kullanır. Laiklik tepelenince en gerici olan ipi en önde göğüsler. CHP’liler cehennemin kapısının açılmasına yardım ediyor, hevesli davranıyor. Ama biliyoruz o kapı açılınca herkesi yakar. En çok da dinci taklidi yapan CHP’lileri…

Boyunsuz: Anayasa açısından doğru değil

Anayasa Huluku Profesörü, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Şule Özsoy Boyunsuz ise YRP’nin kamu binasına hadis asmasıyla İmamoğlu’nun makamında kameralar önünde dua okumasının eşdeğer olmadığı görüşünde.

Şule Özsoy Boyunsuz “Belediye binalarına hadis yazdırılması kamu binası olduğu için çok uygun görülecek bir şey değil. Laiklik devletin yansızlığını gerektiren bir ilkedir. Dolayısıyla bu benimsetme yasağı ve yansızlık ilkesi gereği uygun bir davranış değil. Eğer camiyse ibadethaneyse o başka bir şey tabii. Ama kamu hizmeti veren kamusal binalara bunun yazılması Anayasa açısından doğru değil. Öte yandan Ekrem İmamoğlu için tabii böyle bir durum sözkonusu değil. Tabii o kameraların önünde yapılmış bir şey ama ailesiyle makamında dua ediyor. Türkiye’de eski laiklik anlayışından, kamusal alanda dini inançların hiç yansıtılmadığı bir anlayıştan biraz daha bu inançların daha görünür kılındığı bir anlayışa geçildi, daha kültürel bir öğe olarak da kabul edilebilir” diye belirtti.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Lautsi kararı” olarak bilinen, ilkokullarda duvarda haç olmasına ilişkin ihlal kararını kaldırmasına ve bunun bir “kültürel öğe olduğu” şeklindeki gerekçesine atıfta bulunan Özsoy Boyunsuz şu ifadeleri kullandı:

Dini öğelerin siyasette de olmasına yol açan bir tür laiklik anlayışı dünyada da daha hakim. O tür bir laiklik anlayışı Türkiye’de daha hakim bir hale geldi doğrusu. Tabii ki dinin siyasete alet edilmesi, siyasi çıkar için kullanılması anayasaya uygun değil. Ama Ekrem İmamoğlu’nun yaptığının bu olmadığı, sadece kendi inancı çerçevesinde bir dua, bir teşekkür olduğu da söylenebilir. Vatandaşların çoğuna yadırgatıcı gelmeyen şeyler bunlar. Kamusal alanda bu tür şeyleri görünür kılmayan eski laiklik anlayışımız biraz daha terk edilmiş gibi görünüyor. Fakat kamu binasının girişine hadis yazdırmakla Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı bence tam olarak aynı şeyler değil. Burada hizmet edilirken yansızlık ilkesine uyulup uyulmadığına bakmak lazım. Devletin herhangi bir dini inancı benimsemediği, benimseyenin sadece insanlar olabileceğine yönelik tavırda bir geriye dönüş yok aslında. Anayasa Mahkemesi’nin yeni benimsediği içtihat da biraz bu kamusal alanda dinin daha görünür olabilmesiyle ilgili.”

Özsoy Boyunsuz soL’a yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı:

Hangi tür laiklik anlayışı olursa olsun şunun altını iyice çizmek lazım, devletin kamu hizmeti verirken dinlere, inançlara muhakkak eşit mesafede olması, vatandaşların inancına, kanaatine göre herhangi bir ayrım yapmaması, makbul vatandaş makbul olmayan vatandaş diye ve en önemlisi de benimsetme yapmaması gerekiyor.  Yani kamu yöneticilerinin kendi dini algı ve anlayışlarını devletin gücünü kullanarak vatandaşlara dayatmak, benimsetmek, bunun için özel bir çaba içine girmek eylemini yaparlarsa bu kesinlikle anayasaya son derece aykırı, yani bu tariflediğimiz yeni laiklik anlayışına da aykırı bir şey. Dolayısıyla böyle bir benimsetme, dayatma hiç kimse yapamaz. Herkes ancak kendisi için bir tercihte bulunabilir. Bu bakımdan laikliğin özünde değişen bir şey yok. Sadece biraz daha kamusal alanda daha görünür olduğu bir dönemden geçiyor Türkiye.”