16 Ekim Pazar akşamı Halk TV’de yayımlanan İpek Özbey’le Sansürsüz programının son kısmında konuklar, Meclis’ten geçen Sansür Yasası’nı ele aldı. Konuklardan CHP milletvekili Turan Aydoğan, “İlk biz deleceğiz bu yasayı” dedi—ki, ana muhalefet partisinin bu yeni icadı mücadele taktiğinin ne kadar da etkili olduğunu, parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi elektrik faturasını bir süre ödememe direnişinin getirdiği büyük kazanımlardan biliyoruz. Gelecek Partisi sözcüsü Serkan Özkan da Aydoğan’a katılarak “Hep beraber mücadele edeceğiz” diye ekledi.
Türkiye toplumunun Erdoğan yorgunluğundan dolayı her şeye bir “AKP prizmasından” bakılması pek yaygınlık kazandı. Sansür yasasında da benzeri oldu, altılı masa müttefikleri, AKP’nin bu baskı yasasına direneceklerini ifade ettiler.
Yalnız, bir sıkıntı var: Dezenformasyon yasasının özü bir AKP icadı değil, bir NATO-ABD icadı. Aşağıda ayrıntılarına değineceğim, tüm dünyada, ABD ve batı emperyalizminin bilgi tekelini eline almasına, işine gelmeyen tüm sesleri susturmasına yönelik devasa bir kampanyanın Türkiye ayağı aslında, AKP’nin gündeme getirdiği bu başlık. Altılı masanın hangi parçasının hangi konuda ne tavır aldığı pek belirsiz, fakat programda temsilcileri olan CHP ve Gelecek Partisi, son dönemde AKP’den daha NATO’cu olduklarını defaten dile getirdiler. Şimdi üst perdeden “Direneceğiz” diyorlar ama, ilk uyarıda “aslında yasa bir ihtiyaç, biz AKP’ye güvenmiyoruz”a dönebilirler.
Konuya girmeden not: Barış Pehlivan haklı
Programda mesele tartışılırken, katılımcılar arasında olan Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, “Bu yasa işlemez, işletemezler” dedi ve yanında oturan, toplamda iki yıldan uzun süre cezaevinde kalmış olan gazeteci Barış Pehlivan’a işaret etti, “Susturamıyorlar, susturamazlar” dercesine.
Ardından Pehlivan, yanlış anlaşılmaları göze alarak, “Cezaevinden bu kadar korkmayın” dedi, ki, sanıyorum bu sansür tartışmasında AKP’ye karşı söylenebilecek en doğru sözdür. Sansür yasasının Türkiye’de herhangi bir gerçeğin açığa çıkmasını engelleme ihtimali yok, zira Türkiye’de hiçbir korkuya teslim olmadan gerçeği dile getirecek insanımız çok. Kendi yayımlamaktan korkan, kimin korkmayacağını bilir—zaten bir süredir böyle olmuyor mu?
Sansür zaten var ve kökü AKP değil, “dışarıda”
Kemal Okuyan, konuşmasında, bir başka gerçeğe daha işaret etti: Sansür zaten var. Okuyan, Facebook, Twitter gibi, şu an tüm dünyada haber/bilgi dağıtımının en temel mecraları olan tekellerin, dezenformasyonla mücadele adı altında zaten sansür uygulamakta olduğunu ifade etti. Meselenin özüne değinen bu girdi, programın akışında arada kaynadı gitti.
İşin esası bu, ve ne hikmetse, üzerinde pek az duruluyor.
Önce bir özet geçelim: Dezenformasyon, kasıtlı olarak yanlış bilgi yayılmasına verilen isim. Tabii ki, “kasıt”ın nasıl belirleneceği belli değil, işe gelmeyen her türlü yanlış bilgiye “dezenformasyon” yaftası yapıştırılıyor. Yanlış bilginin yayılmasının önüne geçme sorumluluğu normalde kimde? Gazetecilerde. Gazeteciler bilgilerini teyit etmekle, bilgide yanlışlık varsa bunu tekzip etmekle sorumlu.
Fakat 2000’li yıllarda ABD’de, FactCheck.org ve PolitiFact gibi, medyadan bağımsız birtakım “teyit” kuruluşları ortaya çıktı. Bunlar kendilerince medyada çıkan haberleri teyit ediyor, hangilerinin doğru, hangilerinin yalan olduğunu belirtiyorlardı.
Aynı yıllarda bir başka gelişme yaşandı. Epeydir dünyaya haber ulaştırma tekelini elinde tutan CNN, Fox, BBC gibi batı yayınlarına dişli rakipler çıkmaya başladı. El Cezire’nin ilk dönemindeki kadro, ABD ve müttefiklerinin Irak işgaline dair yalanlarını faş ederek hızla popülerleşti. Ardından bu modeli izleyen İran PressTV’yle, Rusya ve Çin kendi projeleriyle büyük yatırımlı uluslararası medya grupları kurmaya başladılar.
Batılı emperyalist odaklar, bilgi tekelini ellerinde tutmanın, enformasyon savaşında üste çıkmanın yollarını ararken, bu teyitçiler birden değerleniverdi. 2010’lu yıllarda NATO, dezenformasyonla mücadele başlığını hızla temel belgelerine aldı, bu arada 2000’lerde kurulan teyitçi kurumlara dev tekeller ve fonlar devasa miktarlarda para yatırmaya başladı.
Halihazırda yalnızca ABD’de 300’den fazla teyit kurumu var. En önemlisi olan “Uluslararası Doğruluk Kontrol Ağı” (IFCN), 2015’te Poynter Enstitüsü tarafından kuruldu. Enstitünün internet sitesinden “başlıca fonlayanlar” listesine baktığımızda, durum net olarak ortaya çıkıyor. Parayı verenler arasında, bugün bilgi dağıtım şebekesini elinde tutan uluslararası tekellerin hemen hepsi var: Google, (Facebook ve Instagram’ın sahibi olan) Meta, Microsoft, TikTok, WhatsApp, (CIA’in yurtdışında para dağıtma kisvesi işlevi gören) National Endowment for Democracy… Bu IFCN isimli ağ, dünyanın birçok ülkesinde onlarca “teyit” kurumunu bir araya getirdi. NATO’nun gündemine aldığı “dezenformasyonla mücadele” işlevini, işte bu şebeke yerine getiriyor.
Ne yapıyorlar? Sosyal medyada Rusya, Çin, Küba gibi ABD’nin düşman gördüğü ülkelerle bağlantılı tüm medya mecralarını, dahası, bunlarda çalışan muhabirine kadar tüm gazetecileri etiketleyip, “güvenilir değil” yaftası yapıştırıyorlar. Bu mecraların paylaşımlarının insanlara ulaşmasını kısıtlıyorlar. Hiçbiri yetmezse, doğrudan engelliyorlar.
AKP geç bile kaldı, sansür çoktan Türkiye’de!
“Ah bu solcular, her taşın altında emperyalizm var derler, ne alakası var bizdeki dezenformasyon yasasının batıyla” diyenler varsa, bu teyitçilik ve dezenformasyonla mücadele şebekesinin Türkiye’de alttan alta ne kadar yayıldığının hiç farkında olmamalılar.
Türkiye’de bu alanın en bilinen sitesi, Teyit.Org. Teyit.Org, 2018’de Facebook’la anlaştığından bu yana, haberlerin dağıtımını kısıtlamak konusunda mutlak bir güce sahip. Teyit.Org’un “dezenformasyon” olarak “işaretlediği” haberler sosyal medyada alıcıya ulaşamıyor, dahası, denetleyen konumundaki Teyit.Org, tüm bir yayının, diyelim soL Haber Portalı’nın Facebook’taki tüm haber paylaşımlarının önüne geçebiliyor. Henüz pek az yayın organı kamuoyu önünde kazan kaldırmaya yeltendiğinden okurlar farkında olmayabilir, ancak 2018’den beri birçok muhalif yayının haber dağıtımı, Teyit.Org tarafından engellendi. Hangi yetkiyle? Yukarıda bahsettiğimiz IFCN denilen şebekenin parçası olma, onun “kurallar manzumesine uyma” yetkisiyle…
Dahası var, ve ciddi tartışma konusu olması gerekirken, pek kimsenin gündemine girmiyor. NATO, “Türkiye’de Dezenformasyon Direnci İnşa Etmek” adında bir proje yürütüyor. Projenin adı kısaca RDM, altında NATO imzası bulunan internet sitelerini incelemek isteyenler şöyle buyursun. Projenin başında iki Türk profesör var. NATO talimatı, aklı ve parasıyla Türkiye’deki gazetecileri eğitiyorlar, bilgi düzensizliğiyle mücadele hakkında. Seminerler veriyorlar, yayınlar çıkarıyorlar, toplantılar düzenliyorlar.
Kuzuyu kurda emanet etmenin daniskası bu. NATO bir suç örgütü, 90’lardan bu yana dünyada çıkan savaşların hemen hepsinde, Yugoslavya işgalinde, Irak işgalinde, Suriye’deki iç savaşta NATO’nun parmağı var. Arşivlerde duruyor, NATO, Suriye devletini “kimyasal silah kullanmakla” suçladı. Dezenformasyonun âlâsıydı, teyit kurumlarının gıkı çıkmadı. Ama yine NATO’nun dezenformasyon olarak sıraladığı örneklere bakarsanız, hepsi dünyadaki karşıtlarının iddialarıyla ilgili. Örneğin “En ünlü 5 Rus miti” başlıklı şu makaleye bakalım. 3 numaralı “mit”, NATO’nun saldırgan olduğuymuş. NATO’nun yanıtı ne? “Yooo, NATO bir savunma örgütüdür”. Aaa, pardon! Bilememişiz biz. 5 numaralı “mit”, NATO’nun Yugoslavya, Kosova ve Libya’ya müdahalelerinin, saldırganlığının kanıtı olduğu. NATO’nun yanıtı ne? “Olur mu, Barış Gücü’ydü onlar bi’ kere!” Şimdi işbu yazıyı bizdeki teyit kurumları “denetlese”, “NATO suç örgütü değil ki, savunma örgütü” diye, soL Portal’ın tüm paylaşım akışını engelleyebilecekler.
Mesele ciddi, ve sandığımızdan çok daha yaygın. Bir başka alıntı yapalım:
Yine pandemi esnasında Rusya ve Çin’in adeta paydaş bir dezenformasyon kampanyası yürüttüklerine dair diğer bir somut kanıt ise RT ve Sputnik’in pandemi döneminde bir yandan Avrupa’daki Sırbistan gibi bazı devletlere yardım gönderen Çin ile ilgili övgü dolu haberleri öne çıkarırken, diğer taraftan AB karşıtlığını işlemesidir. Bu kapsamda Avrupa’nın da krize karşı yetersiz kaldığına ve bir bütün olarak AB’nin başarısızlığına dair haberler sürekli dolaşımda tutulmuştur.
Paragrafı, “Türkiye Algı Merkezi” adlı kurumun sayfasından alıntıladım. Yazarı Mehmet Babacan, anlaşıldığı kadarıyla RDM projesinin eğitime katılmış, oradan aktarıyor. Dezenformasyonun büyüklüğüne bakar mısınız? Çin’in Sırbistan’a yardım göndermesini övmüşler! Avrupa Birliği krize karşı yetersiz kaldı demişler! Tez vurulsun kelleleri…
Kim bu Türkiye Algı Merkezi? Onur Dikmeci adında, Harp Akademisi’nde 2013-2015 arasında yüksek lisans yapmış bir AKP kadrosunun kurduğu, kendi ifadesiyle, “Türkiye’nin ilk özel istihbarat platformu”. Dikmeci aynı zamanda, hemen bütün kadrosu AKP dönemi bürokratlarından oluşan “Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi”nin (SASAM) parçası.
Sanmayın ki NATO’nun bu “dezenformasyonla mücadele” şebekesi sadece AKP’lileri kapsıyor. Soğuk Savaş döneminden bu yana CIA, “solcu”lardan faydalanmanın ne kadar etkili olduğuna dair derin bir birikim elde etti. Bu taktik sürüyor. Bir “örnek vaka incelemesi” olarak, yeni nesil “teyitçi” gazetecilerden birinin CV’sine göz atabiliriz: ABD Dışişleri Bakanlığı kursu, ABD Dışişleri Bakanlığı parasıyla ABD’de gazetecilik eğitimi, Facebook’tan gazetecilik eğitimi, Poynter Enstitüsü atölyesi, Avrupa Birliği’nden gazetecilik eğitimi, eski NATO Genel Sekreter Yardımcısı Tacan İldem’in başkanı olduğu EDAM’da dezenformasyonla mücadele atölyesi, NATO’nun RDM projesi eğitimleri…
Şebeke yaygın ve giderek büyüyor. Tümüne burada yer vermemiz imkansız. Asıl nokta şu: AKP’nin dezenformasyon yasası, esas olarak, NATO’nun tüm üyelerine telkin ettiği bu yaklaşımın yasal zeminini oluşturuyor, zaten AKP kurmayları da çeşitli açıklamalarında buna işaret ettiler. Gazetecileri, hatta vatandaşları hapisle tehdit etmek bir şey—ki, hem dünya tarihi, hem de AKP’li yıllar kanıtladı ki, bu taktik hiçbir zaman tam sonuç alamıyor. Ama yayınların, haberlerin, bilginin dağıtımı kısıtlamak, yayılmasını engellemek başka bir şey. Yasal zemini oluşturulan tam olarak bu, ve bir kez daha, aslına bakılırsa, kanun, hayatı geriden takip ediyor.
Sonuç niyetine: Lanet okuyanları boşverelim, iletişimi örgütleyelim
Yazının başında değindiğimiz, HalkTV’deki programa dönersek… Altılı masanın iki üyesi, CHP ve Gelecek Partisi’nin temsilcileri yasaya AKP’nin baskıcılığı üzerinden karşı çıktılar ama, bu iki partinin de son dönemde AKP’den daha NATO’cu bir çizgi tutturdukları düşünülürse, ola ki iktidara gelmeleri durumunda, NATO talimatı doğrultusunda dezenformasyonla mücadele konusundaki yasal zemini, belki kısmi değişikliklerle, sürdürmek isteyeceklerini öngörebiliriz.
Bu arada, programı izlerken, AKP’ye niye karşı çıktıkları noktasında da kafamın karıştığını söylemem gerek. Zira sansür yasası tartışmasının hemen ardından, gazeteci Fikret Bila, sansür yasası mecliste görüşülürken muhalefetin az sayıda milletvekilinin mecliste bulunduğu iddiasını dile getirince, CHP milletvekili Ali Mahir Başarır, ismini vermeden, iddiayı gündeme getiren gazeteci Önder Algedik’i kastederek, “O adam ikidir üçtür bunu yapıyor, lanet olsun o adama, dezenformasyon yapıyor” diye köpürdü. Kınamak, yalanlamak, tekzip etmek yerine lanet okumak, sanıyorum Amasra’da ölen işçilere “şehit” diyen sonradan-islamcı CHP üslubunun devamı…Öte yandan, Başarır’ın tepkisi, nurtopu gibi yasamızın, Altılı Masa iktidarında da nasıl kullanılabileceğinin sinyallerini vermesi açısından manidar.
Yirmi yılda AKP’nin yapamadığı toplumu susturmayı, sorgulayanları sindirmeyi, başka iktidarlar da yapamaz. Ama gerçeği yazan medya kanallarının dağıtımının engellenmesi asıl büyük tehdit. Buna karşı, gerçeği dile getirmekten çekinmeyecek cesur gazeteciler yetmez, bir de o gerçeklerin hepimize ulaşmasını sağlayacak bir örgütlülük gerek. Facebook yoksa, Twitter engelliyse, Instagram sansürlüyse, gerekiyorsa elden ele.