'Eğer doğru pozisyon alınamazsa, seçimlerin kaybıyla kalmayıp işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirebilecek iki büyük tehlike ile daha karşı karşıya bulunulduğunu da söylemek durumundayım.'
Seçimlerin ardından Kılıçdaroğlu 'keşke aday olmasaydım' düşüncesini aklından geçiriyor mudur bilmiyorum ama, insan eti yiyen balıklarla dolu havuzdan her yanı yara bere içinde ve can havliyle de olsa kurtulduktan sonra kendisini havuza kimin attığını arayan, ancak sorumluluk üstlenen birini bulamayan fıkradaki kahramandan daha şanslı olduğu kesin.
Daha şanslı, zira en azından seçimlerden önce CHP Genel Merkezi'ni tribüne çevirip, oturdukları koltukları da vuvuzela gibi kullanıp olabildiğince gürültü çıkararak 'Her şeyimizsin sen, Kılıçdaroğlu!' diye tezahürat yapıp, bunun karşılığında hem kendilerini, hem de neredeyse her biri bir siyasi partinin TBMM'de grup kurmasına yetecek kadar arkadaşlarını değişik illerden milletvekili seçilecek yerlerden listeye yazdıran yol arkadaşlarının şimdi 'karşı tarafa' geçtiklerini gördüğü için, hiç olmazsa havuza kendisini kimin ittiğini öğrenmiş olmalı.
CHP Genel Merkezi'nde mutlu mesut günler yaşandı, bitti. Olan olup iş işten geçti ama, 'Bir musibet bin nasihatten evladır' sözü hem Kılıçdaroğlu hem de şimdilik yanında kalanlar için hala yol gösterici olabilir.
Benim de aralarında bulunduğum çok az kişinin, kendi mahallemiz veya partimizde ötekileştirilmeyi ve linç edilmeyi göze alarak Kılıçdaroğlu'nu uyardığımız iki temel konuyu hatırlatmakta fayda var:
1- CHP'nin oturtulduğu siyasi aks, toplumun taleplerine karşılık vermiyor. Partinin ve genel olarak muhalefetin seçimlerde geniş halk kitlelerinin temsil iradesini alabilmesi ve eğer iktidara gelirse de başarılı olabilmesi için, neoliberal kapandan kurtulması gerekiyor. Bunun için ise ülkemizin üretim kapasitesinin talan edilmesine ve finans kapitale diz çöktürülmesine neden olan, Kemal Derviş'in ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı rolüyle ülkeye olduğu gibi CHP'ye de müfettiş olarak gelmesiyle birlikte parti yönetimine yerleştirdiği anlayış ve kadroların temizlenerek partinin halkçı, kamucu ve planlamacı bir ekonomi politik çizgiye oturtulması şart.
2- Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı seçilme şansı zayıf, Erdoğan'a karşı kiminle kazanılacaksa yarışa onunla (bu isim İmamoğlu'ydu) girilmesi gerekiyor.
Gelinen aşamada, yukarıda özetlediğim hatalara ve on yıllardır kesintisiz olarak süren başarısızlığa rağmen tartışmayı hala kişiler ve onların iktidar erkini nasıl kullandığı üzerinden sürdürmek, eğer açıkça manipülasyon yapma amacı taşınmıyorsa, meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramıyor.
Neticede, hem partiyi içeriden bilen hem de ülkemiz adına sırtında yumurta küfesi hisseden biri olarak, eğer doğru pozisyon alınamazsa, seçimlerin kaybıyla kalmayıp işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirebilecek iki büyük tehlike ile daha karşı karşıya bulunulduğunu da söylemek durumundayım.
Birincisi, sayın Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi açık denizlerin, okyanusların gemisine benzetmesi, evet, aslında ulusal kurtuluş savaşı yürütüp devlet kurmuş bir parti ve Türkiye'nin ta kendisi demek olduğundan, CHP batmayacak bir gemi. Daha önceki birçok yazımda da ifade ettiğim gibi, CHP açısından mesele batıp batmaması değil. Problem, CHP'nin ideolojisizleştirilerek pusulasının kırılması, böylelikle hedefsizleştirilerek kuruluş ve varlık sebeplerinden soyutlanması, sonuç olarak da rotasının rüzgâra göre belirlenerek o limandan bu limana sürüklenmesi... Kılıçdaroğlu'nun çok sevdiği Gemi metaforu üzerinden devam edecek olursak, gemiyi güven içinde limana götürmek istiyorsa, doğru rota için, hazır kaptan köşkünde otururken, seyir defterini açıp okumasının tam zamanı. Bu, CHP'nin tarihsel görevi ile şu anki rotası arasındaki kadim çelişkiyi fark etmesini, dolayısıyla da karşı karşıya bulunulan tehlikeyi görmesi ve bertaraf etmesinde öğretici olabilir.
İkinci tehlike ise, Cumhurbaşkanı adayı gösterilse idi seçimi alacağından emin olduğum Ekrem İmamoğlu'nun hem CHP tabanında, hem de genel kamuoyu nezdinde, aurasında ciddi bir düşüş olduğu gözleniyor. Değişimin yüzü olarak görülüp kabul ediliyor olsa da değişimin niteliğini hala ortaya koymaması nedeniyle izleyeceği çizginin belirsizliği ve geminin battığı kanaatine kapılır kapılmaz farelerden bile atik davranıp gemiyi terk edip değişim diyerek kendisinin çeperine yerleşenlere karşı bir tutum al(a)maması gibi semptomlar, kendisini ünlü Alman masalındaki fareli köyün kavalcısı pozisyonuna düşürebilir.
Kaptan köşkündeki Kılıçdaroğlu ve orayı gözüne kestiren İmamoğlu taraflarının her ikisi için birden var olan en büyük tehlike ise partinin iki ucundan çekiştirilirken ortadan ikiye parçalanması olabilir. Bunu (şimdilik) ikisinin de isteyeceğini düşünmüyorum. Ama, bu da ihtimal dahilinde düşünülmeli. Zaten, seçim sonuçları ne olursa olsun ülkenin yönetilmezliğinin artacağını, bu ihtiyaca yanıt üretemeyen siyasi iklimin değişeceğini ve tablodaki mevcut parti ve aktörlerin güç kaybedeceğini, yeni dengelerin yeni güç ilişkileri ortaya çıkaracağı gelişmelere hazır olunması gerektiğine de daha önceki yazılarımda işaret etmiştim.
Sonuç olarak, her şeyi çöpe atmamak ve en önemlisi çok kıymetli yılları kaybetmemek adına, isim eksenli tartışmaları bir tarafa bırakarak, benim de seçim yenilgilerinin ana nedeni olarak gördüğüm politik hattı onarıp yeniden oluşturabilmek gerekiyor. Bunun için yapılması gereken, seçim yenilgisini beslendikleri ambarın su alması olarak görüp kaçışan farelerin çığlıklarına kulakları tıkayıp, ne yenilgilerden, ne de politik hattın tahribatından sorumlu olmayan, ancak yalnızca sorumluluğu olmamasının dışında yeni bir politik hat tarifi de yapabilen parti içi kümelere siyaset alanı açmak, açabilmek gerekiyor.
Bu başarılabilirse de eğer, sadece parti içi iklim nefes alınabilir seviyeye ulaşmakla kalmaz, ülkemizin bütün sorunlarına karşı etkili bir yaklaşım getirebilecek parti içi mekanizmalar yeniden işlevsel hale getirilebilir. Partinin demokrasi refleksi gelişir, parti içi demokrasisi gelişen CHP ülkenin siyasi iklimini de değiştirme kapasitesine ulaşır.
İktidarın hukuk tanımazlığının son örneği olan gazeteci ve namuslu bir entelektüel olarak Merdan Yanardağ'ın, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi hakkında (hükümet üyeleri hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da her türlü sözü söylemeyi yalnızca kendi tekellerinde görüyor olmalı) düşüncesini açıkladığı için bırakın tutuklanmasını önlemeyi, değişecek iklimde iktidar hukuku bu şekilde ayaklar altına almayı düşünmeye dahi cesaret edemez hale getirilebilir. Bunun başarılabilmesi ise, her konuda olduğu gibi, isimler üzerinden yapılan verimsiz tartışmalara değil, ancak yeni politik eğilimler sonucu siyasi iklimin tümüyle değiştirilebilmesine bağlıdır.
Ateşi 30 yıldan bu yana yüreğimizi yakan Madımak'ın hesabının sorulamamasının da, bu ağır katliamın zaman aşımı tehlikesiyle karşı karşıya bulunmasının da sebebi ülkemizde egemen olan karanlık siyasi iklim.
Bir avuç oligark dikensiz gül bahçesinde rahat etsin diye CHP parti içi demokrasiden ‘temizlenerek’ bütün yaşam belirtileri kurutulduğu için, ülkemizde yaşanan ağır insan hakları ihlallerinin hesabını sorabilecek bir siyasi iklimin oluş(a)mamasını dert etmiyor, edemiyor.
Bu karanlık, kendisine çizilen sınırları kabullenerek siyasi tahayyül oluşturanlar tarafından dağıtılamaz. İhtiyaç olan şey halkçı, kamucu, bağımsızlıkçı, gümbür gümbür gelen paradigma değişimine öncülük edebilecek vizyoner ve ilerici bir siyasi iradedir.