Şimdiye kadarki oyun teorileri hep İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu'nun karşı karşıya gelmesi ve sonuçlarının ne olabileceği üzerine kurulu, ancak aksi de mümkün...
Geçtiğimiz hafta bu köşede, Cumhuriyet Halk Partisi'nde yaşanan Genel Başkanlık tartışmaları bağlamında isimlerden daha önemli olanın izlenen politika ve gidilen yön olduğunu, isimlerin ve yöntemlerin ise ancak bundan sonra ikinci planda önem arz ettiğini yazmıştım. Bu hafta ise isimler ve yöntemler üzerinden devam edelim:
Yeni hükümeti, yeni (aslında eski) ekonomi politikasını bıraktık, tüm Türkiye olarak oturduk Cumhuriyet Halk Partisi'nde ne olup biteceğini konuşuyoruz, bekliyoruz. Bu ortamda Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçimler sonrası ilk kez gazetecilerin karşısına çıktığı yayın için muhalif seçmenin nasıl bir ruh haliyle ekran başına geçtiğini düşünürken aklıma bir Temel fıkrası geldi: Kümeste tavuk çalarken bir sürü tanık eşliğinde suç üstü yakalanan Temel, hakim karşısına çıkarıldığında ısrarla avukatını ister. Bunun üzerine hakim de 'Oğlum işte her şey ortada, avukatın ne diyecek?' diye sorunca Temel'in cevabı: 'Ben de onu merak ediyorum hakim bey...'
Temel'in avukatı mahkemede ne demiştir bilmiyorum ama bugün Türkiye muhalefetinin herhangi bir aktörü herhangi bir konuda görüş bildirmeden, herhangi bir tartışmaya girmeden, plan program yapmadan, önce şunu kabul etmeli: Mağlubiyet çok açık ve net. 2023 seçimleri performansının herhangi bir şekilde savunulacak hiçbir yanı, elle tutulur hiçbir tarafı yok. Seçim kampanyasının adaletsiz olması, AKP'nin ve Erdoğan'ın bel altı çalışması, kirli oyunlara başvurması, kazanacak aday tartışmalarının problem yaratmış olması ve benzeri hiçbir bahane bu hezimetin üzerini örtmeye yetmeyecektir. En önemlisi ise seçmen bunun farkında.
Dolayısıyla CHP yönetimi ve Kılıçdaroğlu'nun kamuoyu önünde bugün takındığı mağrur mağlup tavrının geçmişte olduğu gibi seçmenden karşılık görmesi pek mümkün görünmüyor. Aksine, yenilgiyi amasız fakatsız kabullenip kapsamlı bir özeleştiri yaparak bir yeniden yapılanma iradesi gösterilmesi gerekirken partiyi daha güçlü bir şekilde elinde tutma refleksi gösteren Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin ateşle oynadığını söylemek yanlış olmaz. Bu tavırda ısrar edildiği takdirde seçmenin kritik bir eşiği aşarak kitleler halinde partisini terk etmeye yönelmesinin son derece muhtemel olduğunu, bu durumun CHP'nin bölünmesiyle sonuçlanacak uzun ve kirli bir mücadeleye sebep olacağını da geçtiğimiz hafta belirttim.
Dolayısıyla aslında bugün yapılan tartışmalara girerken öncelikle sorulması gereken bir soru var: Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin bu tavrı bilinçli mi, yoksa samimi bir kabiliyetsizliğin ve sıkıştığı köşeden nasıl çıkacağını bilememenin getirdiği çaresizliğin bir tezahürü mü? Eğer bu tavır bilinçliyse, yani Fatih Altaylı'nın geçtiğimiz hafta köşesinde yazdığı ve Kılıçdaroğlu'na sorulduğu şekliyle eğer CHP yönetimi yaptıkları şeyleri seçim kaybetmek, CHP'yi farklı amaçlarla yeniden dizayn etmek ve belki de ortadan kaldırmak amacıyla yapıyorsa; bu durumda bize yazacak, konuşacak, tartışacak pek bir şey kalmıyor. Olanlar olacak, bizler de yaşayarak bunun sonuçlarını göreceğiz.
İlgililerini uyarmak, "Bilmiyorduk, göremedik, kandırıldık." gibi bahaneleri ortadan kaldırmak, gidilen yolda ısrar edilirse olacakları tartışabilmek ve bir anlamda tarihe not düşebilmek adına Kılıçdaroğlu'nun gerçekten kazanmak istediğini, samimi olarak denediğini ancak başaramadığını varsaymamız gerekiyor. Aksi takdirde, dediğim gibi, konuşulacak fazla bir şey kalmıyor.
Kılıçdaroğlu samimi olarak kazanmayı deneyip başaramadıysa ve doğru bildiklerini savunmaya devam ederek Türkiye'yi düzlüğe çıkarmak adına elinden geleni yapmaya devam etmek istiyorsa, şu an yürüdüğü ve her şeyden önce kendi ismini bir daha geri dönülemeyecek şekilde kirletmekte olan yoldan derhal dönmesi gerektiğinin farkına acilen varması gerekiyor. Nereye doğru dönmesi gerektiğini merak edenlerin ise çok uzaklara bakmasına gerek olduğunu düşünmüyorum. Önümüzde otuz küsür yıllık bir Erdoğan örneği tüm haşmetiyle duruyor.
Burada bir Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan'ı övecek değilim elbette, ancak bir siyaset kurdu olarak Erdoğan'ın kariyeri, Türkiye'de siyaset yapıp başarılı olmak isteyenler için önemli dersler barındırıyor.
Birinci ders, koltuğunu korumak, CHP ve Türkiye'ye hizmet etmeye devam etmek isteyen Kılıçdaroğlu'nun önünde duruyor:
AKP ve Erdoğan 2002'den beri defalarca kabuk değiştirdi, ki Erdoğan için bu tarih daha bile geriye gidiyor. Bir Milli Görüş neferi olarak çıktığı yolda Erdoğan gömlek değiştirip ılımlı İslamcı bir liberal kimliğiyle Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokmak için oy istedi ve seçim kazandı. Kalleş batılılara karşı Türkiye'nin çıkarlarını korumak için oy istedi ve seçim kazandı. FETÖ'yle ittifak yaparak askeri vesayeti tasfiye etmek için oy istedi ve seçim kazandı. FETÖ'yü tasfiye etmek için oy istedi ve seçim kazandı. Kürt açılımı yapmak için oy istedi ve seçim kazandı. Kürt siyasetini Türkiye'den kazımak için oy istedi ve seçim kazandı. ABD müttefiki olarak Büyük Ortadoğu Projesine destek için oy istedi ve seçim kazandı. ABD'ye kafa tutarak bağımsız Türkiye için oy istedi ve seçim kazandı. Serbest piyasanın savunucusu olarak oy istedi ve seçim kazandı. Yerli ve millinin dostu, faiz lobilerinin düşmanı olarak oy istedi ve seçim kazandı.
Önemli konularda değil 180 derece, matematiğin sınırlarını aşarak dönüp durması muhalif cenahta sık sık dalga konusu dahi ediliyor. Ancak geçilen dalgaya kapılmak yerine Erdoğan'ın bunu nasıl başardığına bakmak, 13 yıldır politikalarını anlatamadığı, kırsaldan oy alamadığı, seçmenin CHP'ye olan önyargısını kıramadığı için şikayet eden Kılıçdaroğlu'nun zihnini açabilir.
Erdoğan'ın AKP'sinin her 180 derecelik dönüşü, oy oranlarındaki dalgalanmalar sonucu seçmenin verdiği mesajın görülmesi, kamuoyu önünde açık ve samimi bir özeleştiri yapılması, ilgili politikaların tamamen terk edilmesi ve bu politikaları öneren, destekleyen isimlerin partiden istisnasız olarak tasfiye edilmesinin, işbirliğine gidilen diğer siyasi partilerin ise değiştirilmesinin ardından yaşanmıştır. Gerek dünyada zamanın ruhunu, gerekse de iç politikadaki dengeleri gözeten Erdoğan parasal genişleme döneminde liberal, küreselleşmenin zirvesinde küreselci politikalar izlemekten çekinmediği gibi günümüzün çok kutuplu dünyasında güvenlikçi ve korumacı bir politikaya dönmekten de çekinmedi. Daha önemlisi, muhalif cenahın yarım akıllılıkla suçlamayı çok sevdiği seçmen de bu önyargının aksine zamanın ruhunun farkında olduğundan, dünyadaki gelişmeleri takip ettiğini ve seslerini dinlediğini düşündükleri liderlerini ne tarafa giderse gitsin desteklemeye devam etti.
Cumhuriyet Halk Partisi ise liberal rüzgarların en güçlü olduğu zamanda ulusalcı, milliyetçi akımların zirve yaptığı dönemde ise liberal olarak sonuç almayı bekledi. Dahası, seçmen tarafından verilen mesajları almamakta direnen, aksi gibi parti içindeki tüm aykırı sesleri kesen CHP yönetimi bugün seçmen nezdinde büyük bir nefret objesi haline dönüşmüş durumda. Kemal Kılıçdaroğlu bugün koltuğunda kalma amacını taşıyorsa, Erdoğan'ın kariyeri boyunca yaptığı dönüşlerden ders çıkartması gerektiğini düşünüyorum:
Seçmenden alınan her mesaj sonrası gereğini yapıp politika değişikliğine giden Erdoğan, eski politikalara ucundan kıyısından bulaşan herkesi tasfiye edip her seferinde yeni ekiplerle çalıştı. Zamanı geldiğinde ise bu yeni ekipleri de tasfiye edip daha yenilerini tedavüle sokmaktan da çekinmeyerek yoluna devam etti. Bu şekilde Erdoğan kendisini seçmen nezdinde partisinin politikalarına yön veren siyaset üstü bir figür, seçmenin siyasetteki sesi olarak konumlandırmayı başararak sayısız siyasi faciaya rağmen günümüze kadar gelmeyi başardı.
Kılıçdaroğlu da göreve geldiği günden bu yana onlarca MYK üyesi ile çalıştı. Ancak her yeni kurultayda çekirdek ekibi hariç bir öncekileri buharlaştırarak siyaset dışına atsa da, kaybettiği her seçim sonrasında aynı politikaları izlemeye devam etti. Bugün gelinen noktada ise artık Kılıçdaroğlu'nun hem parti politikalarını, hem çekirdek ekibini, hem koltuğunu, hem de seçmenini olduğu gibi tutması imkanının kalmadığını düşünüyorum. Ekibini ve politikalarını samimi bir özeleştirinin ardından tasfiye ettiği ve kendisini Erdoğan'ın pratikte yaptığı gibi siyaset üstü bir parti büyüğü olarak konumlandırmayı başarabildiği takdirde, o da belki, koltuğunu ve seçmenini şu aşamada koruyabilecek, bir değişime öncülük edebilecektir. Aksi takdirde ise CHP seçmenini partisinden kopartan Genel Başkan olarak tarihe geçme ihtimalinin son derece kuvvetli olduğunu düşünüyorum.
Ara bir not olarak, ilginç ve trajikomik gelecek ama muhalefetin etkisiz bir eleman olduğu, seçmeninin dört bir yana savrularak un ufak olduğu, AKP'nin ise Erdoğan'ın bir şeylere ikna edilebilirliği ekseninde politika belirlediği bu ortamda en etkili muhalefetin parti-devlet AKP içerisindeki farklı gruplardan geldiği bir Türkiye de çok uzağımızda değil gibi... Muhalif siyasetin gerçeklikten ve aklı selimden bu kadar koptuğu bir ülkede muhalifler de yakında balataları sıyırıp gerçekten muhalefet edebilmek için AKP'ye katılırlarsa şaşırmayacak hale geldik...
Yazının girişinde, bir siyaset kurdu olarak Erdoğan'ın kariyerinin, Türkiye'de siyaset yapıp başarılı olmak isteyenler için önemli dersler barındırdığını söyleyerek ilk dersin Kılıçdaroğlu için, Erdoğan'ın AKP'yi yönetme şeklinde yatıyor olduğunu belirtmiştim. İkinci ders ise Kılıçdaroğlu'nun makul olanı seçmemesi halinde karşısına çıkmaya ve CHP'yi yönetmeye talip olanların, haydi adını da koyalım, mevcut İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak elinde tuttuğu olanaklar dolayısıyla (şimdilik) Ekrem İmamoğlu'nun önünde duruyor:
Erdoğan ve içinde olduğu yenilikçi kanadın Fazilet Partisi'ni bölüp içinden AKP'yi çıkartarak iktidara geldiği süreç birkaç günde nihayete ermediği gibi, 'istemem ama yan cebime koyarsanız iyi olur' tarzı bir siyasi anlayış sonucu da ortaya çıkmadı. Yalnızca seçmen tarafından sevilen güçlü bir figür olmanın CHP gibi bir partinin içindeki mücadelede yeterli olmadığını İmamoğlu 2023 seçimlerine gidilen süreçte yaşayarak tecrübe etmiş olsa gerek... Gerek Kılıçdaroğlu gibi partiyi, gerek Erdoğan gibi devleti avucunun içinde tutan güçlü figürlere karşı unutulmaması gereken bir gerçeği, Ekrem İmamoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun ilişkisiyle ilgili 9 Ocak 2023 tarihinde "Şehzade Mustafa ve Ekrem İmamoğlu: İki oğlun hikayesi" başlıklı yazıda yazmıştım: "Bu topraklarda iktidar veliahta güzellikle devredilerek değil, her daim açıktan mücadeleyle el değiştirmiştir."
Bazen ileriye doğru bir adım atabilmek için önce geriye doğru iki adım atmak gerekir. Makul bir siyasetten kopmuş bir Genel Başkana karşı kaybedeceğini bile bile bir yarışa girmek, bu uğurda gerekirse elindekinden olmak kısa vadede kazançlı görünmeyebilir. Ancak (kendi hataları sonucu) seçim yenilgisine ortak edilen İmamoğlu'nun kendisini temize çekmek ve toplumda biriken değişim enerjisini kendi arkasında kanalize edebilmek adına iki adım geri atmak zorunda kalması gerekebilir. Geriye doğru iki adım atmayı kabullenememesi hikayenin sonu olabileceği gibi, geriye çekildikten sonra ileri doğru atacağı devasa adımı doğru kurgulayamaması da büyük bir hezimete sebebiyet verebilir.
Herhangi bir statükoyla açıktan bir mücadeleye girişenler, tıpkı Erdoğan'ın Fazilet Partisi'nde yaptığı gibi, yeni bir paradigma, yeni bir politika, yeni bir yol, yeni bir yöntem ve yeni isimler sunmak zorundadır. Milli Görüş'ün yenilikçileri Fazilet Partisi kurultayına giderken kaybedeceklerini biliyorlar mıydı bilmiyorum, ancak kaybetmeleri halinde halkın karşısına sunacakları B planlarının hazır olduğunu tarih bize gösterdi. Bu ders önünde duruyorken, delegenin oyuyla koltuktaki Genel Başkanı değiştirmenin imkansıza yakın olduğu bir CHP kurultayında yalnızca mevcut İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ya da adının önüne gelmiş eski sıfatıyla Kılıçdaroğlu'nun karşısına çıkmak muhtemelen başarı için yetmeyeceği gibi, başarısızlığın ardından çıkacak fırtınanın kuvvetini de azaltacaktır.
Şimdiye kadarki oyun teorileri hep İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu'nun karşı karşıya gelmesi ve sonuçlarının ne olabileceği üzerine kurulu, ancak aksi de mümkün...
Kılıçdaroğlu'nun aklı selimin sesini dinlemesi durumunda İmamoğlu, en başta kendisinin Genel Başkanlık isteği olmak üzere şimdilik gerekli bazı fedakarlıkları yapacak cesareti gösterebilirse hem CHP'nin iktidar olamama probleminin çözülebileceği, hem de Türkiye'nin ışık hızıyla gittiği çöküşün durdurulabileceği şartlar da oluşturulabilir. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu'nun bir türlü başaramadığını başarabilirse, yani liderliğin yalnızca Genel Başkanlık koltuğunda oturmak değil, partiyi o koltuğu doldurabilecek birçok insanla doldurmak, bu insanlarla doğru politikaları oluşturmak, gerektiğinde fedakarlıktan çekinmeyerek Genel Başkanlık koltuğunda başkalarının oturmasına katkı sağlamak olduğunu gösterebilirse farklı ideolojik kümeleri bir arada tutabilir ve dolayısıyla da seçmenin karşısına çıkıp seçim kazanacak bir irade yaratabilmeye odaklanabilir.
Bu durumda hakkındaki siyasi yasak ya da seçmen gözündeki imajının son dönemde sarsılmış olması gibi ister parti içinden isterse hükümet kanadından önüne çıkarılan tüm engellerin hiçbir önemi kalmaz. Hatta bundan sonra önüne çıkartılacak her engel hem kendisinin hem de birlikte siyaset yaptığı arkadaşlarının dolayısıyla da partisinin arkasındaki rüzgarın artmasına ve iktidar yolunun biraz daha açılmasına hizmet eder diyebiliriz.
Her halükarda, kim ne yaparsa yapsın, Türkiye'de toplumda biriken değişim talebinin hala yüzeye çıkacak bir yer aradığı gerçeği değişmiyor. Bu enerji doğru kullanılırsa büyük bir ileri atılım gerçekleştirilebileceği gibi, enerjinin yanlış yöne doğru akması Türkiye'yi eşiğinde durduğu uçurumdan aşağı itebilir...