Hakan Ural’ın gerçekten sırıttığını düşünüyor musunuz?
Cumartesi gecesi İran’ın İsrail’e saldırısının başladığı sırada Haber Global’de Çağlar Cilara’nın konuğu Hakan Ural. Haber geliyor, belli ki haber merkezi telaş halinde yayına hazırlanmaya çalışıyor, Cilara ve Ural sekiz dakika top çeviriyorlar.
Çok tepki çekti. Nasıl olur da böyle ciddi bir konuyu Hakan Ural’a yorumlatırmış bir televizyon kanalı.
Döndüm izledim. Pek yadırgamadım. Hakan Ural genelgeçer birtakım laflar ediyor, arada en azından “Sakin olmak ve konunun uzmanı akademisyenlerin ne dediğine bakmak gerekir” diye kendi sınırlarını çizip uzmanlara işaret ediyor, sonunda haber merkezi hazır olduğunda da yayını oraya devrediyorlar.
Yadırgamak bir yana, açıkça yetersiz oldukları bir konuda, üstelik elde yeterli veri de yokken, çapları el verdiğince çok büyük bir gaf yapmadan idare etmişler. “Tabii bilgi kirliliği olmaması için ben bir yandan da ayırıyorum bilgileri kenara” gibi tuhaf laflar eden “gazeteci” Çağlar Cilara’yı daha başarısız bulduğumu dahi söyleyebilirim.
Ama asıl tuhaflık burada değil.
Televizyon kanallarındaki haber ve tartışma programlarının tümüne baktığınızda, Hakan Ural’ın gerçekten sırıttığını söyleyebilir miyiz?
Birkaç kişi saatler boyunca oturup, birbirinden tamamen farklı birikimler gerektiren alanlarda bıkıp usanmadan konuşuyor. Birbirlerini de dinlemiyorlar, biri konuşurken diğerleri telefonlarına bakıyor. Zaten moderatörler de moderatörlük değil trafik polisliği yapıyor, söz verip kronometre tutuyor.
Muhalif kanallarda 8 Ekim saldırısı sonrası “İsrail şimdi Suriye’yi dümdüz edecek, İran’ı ortadan kaldıracak” diye atıp tutanlar, isimlerinin başında akademik unvanlar olduğu için mi o ekranlara Hakan Ural’dan daha çok yakışıyor?
Bu yazıyı yazdığım sırada bir yandan kulağım Tele1’deydi. Birden şu cümleler takıldı kulağıma: “İran’ı parçalarlar. Mahvederler. İran’ın öyle bir kabiliyeti yok. Adamlar 20-25 yıldır uçak uçuramıyorlar ya, yedek parçaları yok.” Döndüm baktım. Prof. Dr. Sait Yılmaz’mış yorumcunun ismi. NATO eğitimli bir emekli asker, şimdi akademisyen. Devamında “Amerika emperyalist değildir, hegemondur, Rusya emperyalisttir” diye devam ettirdi muazzam analizlerini.
Hadi Hakan Ural’a kızıyorsunuz. Bunlar reva mı?
Mesele Hakan Ural falan değil.
Mesele, para.
Böyle yapmak, çok ucuza geliyor.
En önemli üç dört saatlik bölmeyi, rejiyi ve haber merkezini maaşlı olduklarından bir kenara bırakırsak, iki üç kişiye verdikleri kuş kadar paralarla kapatıyorlar. Üzerinde günlerce, haftalarca çalışılmış araştırmalar, üretimi aylar süren belgeseller, emek, zaman ve para gerektiren fakat nitelikli, derinlikli ürünler, muhabirler, editörler, araştırmacılar, yönetmenler, kurgucular… Bunlara yer yok.
Medyanın gelir modelinde sorun var. Hemen hiçbir mecra, gazetecilik/habercilik sınırları içerisindeki öz gelirleriyle kâr etmiyor. Kurumlar sırtlarını ya birtakım şirketlere, ya düzen partilerine ya da yurtdışı fonlara dayamış halde. Şirketler kârlarının, yurtdışı fonları kendi tahakküm alanlarının derdinde. Düzen partileriyse sorgulama değil curcuna istiyor.
Buradan düzgün medya çıkmaz. Halk yararına bir şey de çıkmaz. Medyadaki ekran yüzlerinde değil sorun, işin yapısında, ekonomisinde.
Bu yapının yıkılması lazım.
“Ama elimizde bir tek bunlar kaldı, bunlar da muhalefet yapmazsa ne olur” diye hiç üzülmeyelim…
Rusya’da devrim olup ülke iç savaşa sürüklendiğinde, Petrograd’da durum o kadar vahimdir ki, Bolşevikler, şehir tahliye etmeyi tartışırlar. Troçki, Lenin’in korumalığını yapan Vorontsov adlı bir işçiyle sohbet ederken, Vorontsov, gerekirse tüm kenti havaya uçurmayı önerir. Troçki, “Peki Yoldaş Vorontsov, Petrograd’a üzülmez misiniz?” diye sorar. İşçi yanıtlar: “Neden üzülecekmişim? Geri döndüğümüzde daha iyisini kurarız.”
Sonuçta Petrograd havaya uçurulmadı. Ama işçiler o cürete sahip olmasaydı, ellerinde hiçbir şey kalmayacaktı.
Muhtaç hissetmeye değil, kopmaya ve yıkmaya cüret etmek lazım. Şüphesiz daha iyisini kurarız.