"Gezi’de devrimciler kitlenin siyasi öncülüğünü üstlenememiş, yine de, Otporculara, Açık Toplumculara, emperyalizm uzantılarına boşluk tanımamıştır. Meydanı solcular tutmuştur."
Yargıtay, Gezi Davası’nda kararını verdi.
Açıkça söyleyelim: Altında imzası olan herkes, bu kararın altında kalacak. Ergenekon’da, Balyoz’da, Odatv davasında yaşanan, burada da yaşanacak.
Ama esas meselemiz, yalnızca kararın altında “ıslak imza”sı olanların değil, bu skandala imza atılabilmesine zemin hazırlayan herkesin tarih karşısında yargılanmasını sağlamak.
AKP’den bahsettiğimiz sanılmasın. Siyasi sanıklar listemiz uzun ve “muhalefet”i de kapsıyor.
* * *
Yargıtay’ın kararı, özünde, AKP’nin “Gezi fikriyle” hesaplaşması. Nitekim Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “‘Gezi yargılanamaz, Gezi onurumuzdur’ denilemez” diyerek meseleyi özetledi.
Peki Gezi ne?
Gezi, halkın, kendi çıkarlarına aykırı bir iktidara karşı isyanı.
Sanıyorum, o günlerde, bu anlamı en iyi yakalayan, soL gazetesinin 1 Haziran 2013 günkü sayısının kapağında yer alan bir ayrıntıydı. soL, gazetecilik tabiriyle “kapağı devirmiş”, tüm sayfayı Gezi’ye ayırmış, “Bu Halk Sana Boyun Eğmez” manşeti atmış ve 1793 Fransız Devrimi Anayasası’ndan “halkın ayaklanma hakkı” maddesine yer vermişti.
“Baskıya direnmek, insanın diğer haklarının bir sonucudur. Toplumun tek bir üyesi baskı altına alındığında, tüm toplum baskı altındadır. Toplum baskı altına alındığında, her bir üyesi baskı altındadır. Hükümet halkın haklarını bastırdığında, ayaklanma halk ve halkın her bir kesimi için hakların en kutsalı ve ödevlerin en vazgeçilmezidir.”
Hesaplaşılmaya çalışılan, tam olarak bu fikir.
Nitekim, Yargıtay kararının özü, şu ifadede dile getiriliyor: “... demokratik yollarla iktidara gelmiş bir hükümeti anti demokratik olarak nitelendirerek halkı hükümete karşı kışkırttıkları…”
Yani, beş yılda bir sandığa gideceksiniz, oyunuzu verecekseniz, seçilenlerin tepenize binmesine de beş yıl boyunca ses etmeyeceksiniz…
Bu yaklaşım size yalnızca AKP’yi mi çağrıştırıyor, yoksa her şeyi sandığa bağlayan muhalefeti de mi?
* * *
Yargıtay, tek başına “sokağa çıkmak yasaktır” diyemediği için, Gezi’de halk isyanını “mahkum” etmenin yolunu, neresinden tutsanız elinizde kalacak bir “dış mihrak” kurgusuyla çözmeye çalışıyor.
Karar şöyle diyor: “... Gezi Parkı eylemlerinin, renkli devrimler ve Arap Baharı'nda olduğu gibi uzun süredir hazırlık yapan, toplum mühendisliği ve kitleleri harekete geçirme konusunda profesyonel bir eğitim alan, uluslararası bağlantıları ile büyük ve etkili bir yurtdışı desteği de bulunan çekirdek bir grup tarafından planlandığı, başlatıldığı, genişletildiği, fonlandığı ve ülke sathına yayıldığı…”
Kim bu grup? Osman Kavala ve çevresi. Yurtdışı desteği kim? George Soros ve Otpor grubu.
İddia o kadar zayıf ki, anında çöküyor. Zira bizzat karar metninin kendisi, iddianın niye tümüyle temelsiz olduğunu kanıtlıyor.
Anlamak için, hem iddianamede hem kararda yer verilen, Osman Kavala’yla Tuğrul Paşaoğlu arasında 2 Haziran 2013’te geçen telefon görüşmesine bakmak yetiyor. Paşaoğlu, “ben Fatih’e söyledim, şimdi yüz tane sandviç hazırlatıyor” diyor (Yargıtay, o gün Taksim’de olan on binlerin karnını yüz sandviç hazırlatanların doyurduğuna inanmamızı istiyor), Kavala “güzel” diye yanıt veriyor, ses sistemi olup olmadığını soruyor. Paşaoğlu, arka tarafta, Gezi Parkı’nın içinde ses sistemi olduğunu söylüyor, şöyle değerlendiriyorlar:
Paşaoğlu: … Bana sorarsan şeyi bırakıp, ne derler, meydanı bırakıp…
Kavala: Tabii tabii, artık meydanı bırakıp…
Paşaoğlu: Meydanı solcular tutuyorlar ve bırakmayacaklar.
Meydanı solcular tutuyorlar ve Yargıtay’ın “her şeyi hazırlayıp yönettiği”ne inanmamızı istediği Kavala ve çevresi bu yüzden Taksim’i bırakmaya, parkın içine çekilmeye karar veriyor.
Meydanı boş bulamıyorlar.
* * *
Yargıtay, belli ki yazarken çok zorlandığı kararda ne diyordu? “... renkli devrimler ve Arap Baharı’nda olduğu gibi…”
Oysa Arap Baharı’yla Gezi arasındaki en temel fark, yukarıdaki husustur. Arap Baharı’nda devrimciler meydana ağırlık koyamamış, boşluğu emperyalizm ve onlarla iş tutan İhvancılar doldurmuştur.
Gezi’de devrimciler kitlenin siyasi öncülüğünü üstlenememiş, yine de, onca “flama karşıtı” söyleme rağmen Otporculara, Açık Toplumculara, emperyalizm uzantılarına boşluk tanımamıştır. Meydanı solcular tutmuştur.
Niye solcuların, devrimcilerin varlığı fonculara panzehir oldu Gezi’de? Çünkü sol yurtseverdi, “renkli devrim” girişimlerine de, Arap Baharı’ndan devrim çıkarmaya çalışanlara da şerbetlilerdi. Otpor’un ne olduğunu Türkiye’ye devrimciler anlatmıştı. Merak eden, soL’da 2007 yılında yayımlanan yazıya göz atabilir: Bir NATO yapımı: Yugoslavya’nın parçalanışı
Dahası var: Henüz Gezi günlerinde, Türkiye’de kimin Sorosçu, Açık Toplumcu, Otpor’cu olduğunu da Türkiye’ye devrimciler anlatmıştı. Aynı Haziran ayında Erdoğan, çözüm süreci kapsamında “Akil İnsanlar Heyeti”ni ağırlamıştı. Heyetin başında, TESEV Başkanı Can Paker vardı. Paker’in bütçesinin her yıl 400 bin doları, Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nden geliyordu. Paker, bir Erdoğan militanı olarak vefat etti. Soros, 2005’te Türkiye’yi ziyaret ettiğinde, “AKP bence demokrasiye inanıyor, desteği hak ettiğine inanıyorum” demişti. 2007’de dönemin AKP milletvekili, bugün de AKP MKYK üyesi Cüneyt Yüksel, ABD’de Soros Management’ı ziyaret etmişti. Otpor’un Türkiye’deki kopyası, AKP’nin o yıllardaki militan destekçisi Genç Siviller, Gezi eylemlerine karşı çıkmıştı. Tüm bunları merak eden, soL’da o günlerde yayımlanan habere göz atabilir: AKP Gezi eylemlerinin arkasında Soros var diyor ama…
* * *
Gezi’yi Kavala ve çevresinin, Soros yardımıyla örgütlediği iddiasının tutma olasılığı yok, zaten kimse buna inanmıyor. Yargıtay kararı, esas olarak, yukarıda andığımız argümana sarılıyor: Halkın sokağa çıkmasını, isyan etmesini, ayaklanma hakkını mahkum etmeye çalışıyor.
Karar, Kavala ve diğerlerini mahkum etmekle kalmıyor. Siyaseti sandığa mahkum etmeye çalışıyor.
Bu düşünceye zemini, düzen muhalefeti hazırladı. Her seferinde “aman sokağa çıkmayın, sandığı bekleyin, bu defa çözeceğiz” diye halkı mücadeleden geri tutan herkesin, Yargıtay’ın kararının altında imzası var.
Bugünün ödevi, tümünün tarih karşısında yargılanmasını sağlamak.
Yapılması gereken belli: Meydanı boş bırakmamak.
Türkiye’de devrimciler, tüm AKP döneminde siyaset sınavını başarıyla verdi. Hiçbir noktada AKP’ye, sermayeye, emperyalizme meyil göstermedi. Bu tamam.
Eksik olan, bir kez daha “meydanı solcular tutuyorlar” dedirtmek.
Mücadelesi veriliyor. Kararın diliyle, “çekirdek bir grup tarafından planlanıyor, başlatılıyor, genişletiliyor”.
İlk adımı, 22 Ekim’de atılacak.
Solcular meydanı tutacak.