“Öyle olunca, Harry, sanki tüm ruhumu, ona ceketine iliştirecek bir çiçek, kendi beyhudeliğine albeni katacak bir dekor, bir yaz günü süsü muamelesi yapacak birine vermişim gibi hissediyorum.”
Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi
Görünürde, bir polemik yazısı bu, konusu da Filistin.
Esasında, son yirmi yılda Türkiye’nin düşünsel hayatında yaşanan bir dönüşüme işaret etme çabası.
* * *
Dün, Yeni Yaşam’da Meriç Gök imzalı, “Solun antisemitizmi” başlıklı bir yazı yayımlandı. Gök, “Bir siyasal hareket, sol-sosyalist olduğu için, per se (kendiliğinden/doğal olarak) antisemitizmden münezzeh ve muaf olmuyor” diyor, Filistin’i destekleyen solun, Yahudi düşmanlığı yaptığını söylüyor. Yalnız, tam olarak hangi sınır aşıldığında antisemitizme düşülüyor, onu belirtmiyor yazar, böylece Filistin yanlısı tüm sol töhmet altında bırakılıyor.
Önce, yazının “görünürdeki” polemik niteliğinin hakkını vermek üzere, Gök’ün argümanlarını biraz inceleyelim.
Bir defa, Gök, 7 Ekim’de Gazze’deki Filistin güçlerinin düzenlediği Aksa Tufanı’nı nasıl tanımlıyor, oradan başlamalı. Dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde tutsak olan Gazze halkının “yeter artık” dediği gün, Gök’ün yazısında bir yerde “İsrail’e Hamas militanlarınca 7 Ekim’de düzenlenen ve 1945’ten bu yana gerçekleşen en büyük Yahudi katliamı” olarak, bir diğer yerde “Hamas’ın 7 Ekim pogromu” olarak niteleniyor.
Aslına bakılırsa, yazının ilk halinde 7 Ekim günü, “bir müzik festivalinin basılıp bin kişinin katledilmesi” olarak niteleniyordu. Anlaşılan, yazarlarının bir kısmı Filistin halkının mücadelesine destek veren Yeni Yaşam’ın yazı işleri, belki gün içinde gelen tepkilerden de etkilenerek, yayımlanmasından saatler sonra yazıya müdahale etmiş, ifadeyi bir nebze ehlileştirmişler. “En azından” diyebilir, iyi işaret sayabiliriz.
Peki, Gök’e göre niye solun Filistin’e desteği “antisemitizm” anlamına geliyor? Gök’ten aktaralım:
“Aralarında vaktiyle antisemitik yönü tartışılan BDS (İsrail’e karşı Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi, ve Yaptırımlar) hareketine verdiği destek nedeniyle Almanya’da da protesto edilen Judith Butler’in de olduğu bilim insanlarının imzaladıkları açık mektuplarda, İsrail’in Gazze halkına karşı ‘soykırım’ uyguladığı belirtilerek Yahudi soykırımı göreceleştirilebiliyor ve bu sırada Avrupa’da, Yahudilerin yaşadığı binaların kapıları yine Davut yıldızıyla işaretleniyor.”
Boykot hareketinin “bir vakitler antisemitik yönü tartışılmış” ama kim, ne zaman, ne demiş, sonuç neye bağlanmış öğrenemiyoruz. Dolayısıyla bu ifadeyi izi kalsın diye atılmış nesne sayabiliyoruz.
Butler’ı Almanya’da kim protesto etmiş o da belirtilmemiş, biliyoruz, önemsemiyoruz.
Gazze halkına “soykırım” uygulandığını söyleyenin, “Yahudi soykırımını göreceleştirdiği” suçunu idrak etmeye çalışıyoruz. İki türlü anlıyoruz: Ya, demek istiyor ki Meriç Gök, Yahudi soykırımı bir ve tektir, başka hiçbir sistematik soy kırımı “soykırım” sayılıp da Yahudilerinkine halel getirilmemelidir, ya da, bir kez soykırıma uğramakla Yahudiler ilelebet muhafaza edecekleri bir dokunulmazlık kartı kazanmıştır, başka soykırımlar da söz konusu olabilir, ama Yahudilerin yaptığına soykırım katiyen denilememelidir.
Bu pek beter argümanı, daha da beter bir mantık hatasıyla pekiştiriyor Gök. Bilim insanları Filistin’e destek mektupları yayımlarken, “Avrupa’da Yahudilerin kapıları işaretleniyor”, demek ki bundan da onları sorumlu tutmak gerekiyor.
* * *
Meriç Gök, ardından, solun Yahudi düşmanlığının köküne işaret ediyor. “Marx bile” diyor:
“Solun antisemitizmine güç veren önemli bir başvuru kaynağı da genç Marx’ın ‘gerçek Yahudi’yi, Yahudilere dair ‘pratik gereksinim’, ‘kişisel çıkar’, ‘para’ ve ‘bezirgânlık’ gibi klasik stereotiplerle tanımlamış olduğu erken dönem (1843) çalışması olan ‘Yahudi Sorunu Üzerine’ başlıklı risalesidir.”
Marx’ın “Yahudi Sorunu Üzerine” makalesini uzun uzadıya tartışmak, bu yazının sınırlarını aşar. Fakat, birkaç noktaya dikkat çekebiliriz.
Meriç Gök makaleyi okudu mu, bilemiyoruz, fakat arama motorlarına sosyalizm ve antisemitizm yazdığınızda çıkan sayısız siyonist karalama metninde tam da Gök’ün yaptığı alıntıya işaret edildiğini söyleyebiliyoruz.
Marx, söz konusu yazıyı, esası başka olsa da, görünürde bir polemik olarak kaleme alır. Yanıt verilen, Moses Hess’tir. İlk siyonistlerden diyebiliriz, kimi bakımlardan soldadır, ama dindar bir Yahudi’dir, milliyetçidir. Marx’a kusur atfedilen “kişisel çıkar”, “bezirgânlık” gibi ifadeler Hess’ten alıntıdır. Hess, bizzat kendisi “Yahudi”yi böyle açıklamaktadır.
“Yahudi” özellikle tırnak içinde, zira burada ele alınan belli bir Yossi, Binyamin, İshak değil, toplumsal algıdaki “Yahudi”dir.
Gök değinmemiş, beslendiği Siyonist yazılarda, Marx’ın antisemitizmini perçinlemek için, “Son tahlilde, Yahudilerin kurtuluşu, insanlığın Yahudilik’ten kurtuluşudur” sözü de sık sık yinelenir. “Gördünüz mü”, denir, “Marx, bütün Yahudilerin yok edilmesini istiyordu”.
Elbette, Marx’ın kastettiği, üstyapıdır, dindir, toplumsal algıdaki Yahudi ve bunun kökenidir. Ama bütün solu ve bu arada Marx’ı antisemitist olmakla suçlamanın gerek şartı, kavrayış kıtlığıdır. Biraz da cahilliktir.
Yoksa, okusalar, Marx’ın “İşçi sınıfı, kendisiyle birlikte tüm sınıfları ortadan kaldıracaktır” sözünü “Gördünüz mü, Marx intihar bombacılarını da destekliyor” diye alıntılamak kaçırılacak fırsat mıdır?
* * *
İntihar bombacıları demişken… Meriç Gök, yazısının girişinde, doğru yaklaşım örneği olarak, Jean-Paul Sartre’ın “Antisemitizm bir Yahudi sorunu değil, bizim bir sorunumuzdur” sözlerine atıfta bulunuyor. 1945’te, Nazilerin yenilmesinin ertesinde kaleme aldığı bir makaleden Sartre’ın antisemitizm tanımını aktarıyor.
Oysa, bilmiyor. 1967’den sonra Sartre, adım adım, İsrail karşıtı bir noktaya evriliyor. O kadar ki, intihar eylemlerini dahi destekliyor. “Kurumsallaşmış terör karşısında her zaman karşı-terörü destekledim. Ve kurumsallaşmış terörü hep işgal, topraklara el koyma, keyfi gözaltılar ve benzeri olarak niteledim” diyor.
Gök, bilse, bizzat kavramın tanımını aldığı Sartre’ı da antisemitist ilan edecek, ama “7 Ekim pogromu” demek işine geliyor.
* * *
Şimdi, polemik kısmından çıkıp, işin esasına doğru gelelim.
Böyle demek, niye Meriç Gök ve benzerlerinin işine geliyor?
Sorunun yanıtının izlerini, son otuz yılda dünyanın ve ülkemizin geçirdiği dönüşümde sürebiliriz.
Sosyalizmin geri çekildiği, emperyalizmin yaşamın her alanına fütursuzca müdahale ettiği bu dönemde, sol, ideolojik olarak mahkum edilmek istendi. Hâlâ bu deneniyor. Milliyetçilik ve liberalizm, iki kardeş akım, iki yandan solun en temel ilkelerine saldırıyor.
Milliyetçilik, bölgede ulusal çıkarlar adına sırtını ABD’ye dayamayı, İsrail’le yakın işbirliği kurmayı meşru göstermeye, liberalizm, İsrail karşıtlığını, antiemperyalizmi mahkum etmeye çalışıyor.
Böylece Meriç Gök ve niceleri, “İsrail, Gazze, Hamas: Türkiye, Rojava…” başlıklı yazıda olduğu gibi, Filistin direnişini yalnızca “Rojava’ya destek” için bir dekor olarak anıp, ardından “yalnız İsrail düşmanlığı da yapmayın” diye ekleyerek, Filistinlilerin zinhar dekordan öte görünmemesini diliyor.
Son otuz yılda yaşandı bu dönüşüm. Vakit aldı. Biraz geriye gittiğinizde, Filistin direnişini desteklememenin, hele İsrail yandaşı olmanın herkes tarafından kınandığını görürdünüz. Ulusal çıkarlar ABD ve İsrail’le işbirliğini gerektirdiğinden Filistinliler’i pogromla suçlamazdı kimse. Gericilik ve gerici figürler gayrımeşruydu, aşiretlerle işbirliği hor görülürdü, seçim pazarlıkları, siyasi güç dengeleri, sermayeyle kol kola girmeyi haklı çıkarmazdı.
Şimdilerde milliyetçilerin ve liberallerin hep bir ağızdan solun en temel ilkelerine suç muamelesi yapmasına bakmayın.
Filistinliler de, sol da dekor olsun istiyorlar.
O iş zor.
Zira ne Filistinliler ne de sol, ruhlarını, kimse ona kendi beyhudeliklerine albeni katacak bir dekor muamelesi yapsın diye vermiyor.